17 Ekim 2011

deneysel komplimanlar

deneysel komplimanlar

o zamanlar 45 yaşındaydım ve hayattan yeni bir şey beklemiyordum, çok şey gelmişti başıma, pek çok talihsizlik ve talihin benden yana olduğu zamanlar.. yeni bir şey mi? yeni bir aşk mesela, veya çoktan ölmüş olan eski karımın, mezarından kalkması.. çoğu insan, istedikleri yaşantıyı seçmiyorlar, olabilecekler arasında en iyi olasılığı seçiyorlar.. ben öyle yapmamıştım, biraz delilik, biraz risk, biraz intikam..

eski karım diyorum, çünkü benden boşandı, başka bir herif için, ve o başka bir herif, kendi karısını boşamadığı ve her iki bedenden de vazgeçemediği için, veya veya başka başka sebeplerden ötürü, karım, ona olan aşkını ispat etmek istercesine beni bir bok çukurunda bıraktı, bıraktıktan bir hafta sonra da öldü, trafik kazası. hazin bir öykü değil mi? hiç sanmıyorum, kimin için hazin? hazine mi ya da? izleyip görelim öyleyse:

dediğim gibi, o zamanlar 45 yaşındaydım ve gerçekten hayatın bana getirebileceği herhangi bir giriş-gelişme-sonuç ve buluşa karşı kendimi kapatmıştım. hiçbir şeyle ilgilenmiyordum, hem de hiçbir şeyle, işe gidiyordum, eve geliyordum, ve kızımın yaptığı yemekleri yiyor, oğluma derslerini bitirip bitirmediğini soruyordum. bitirdim baba diyordu ve büyük olasılıkla yalan söylüyordu, herkes yalan söylüyordu, ve emin olsaydınız eğer, kendinizden, hayır başkalarından değil, sadece kendinizden, yalan söylemeye cüret edemezdiniz, ama değildiniz, ve kendisinden emin olmayan insan, başkalarından da emin olmuyordu, ve bu emin olmama hali karşılıklı yalanları besliyordu: seni seviyorum, hayır seni sikmek istiyorum aslında ama bunu gerçekleştirmem için seni seviyormuş gibi görünmem gerekiyor, seviyor olsaydım zaten sikmezdim, başka bir şey olurdu bu işin adı ve bir kişinin başka bir kişi üzerinde uyguladığı fiili çağrıştırmazdı, edil-edilgen olan iki kişi gelmezdi akla, siken ve sikilen gibi, ve çok küfürlü konuştuğumun farkındayım ama gerçek olan bu öyle değil mi? biz gerçeklerin üzerini süslü böceklerle örtüp, aa bak ne güzel bir bahçe diyoruz, bahçe falan yok ortada, fener bile tutsanız göremezsiniz siz o bahçeyi, ve burada takımsal bir gönderme yapmıyorum ancak takım takvalatına düşkün herkesin pişkin pişkin güldüğünü görebiliyorum, benim şu an her sikmek kelimesini söyleyişimde, komik olan ne? ben bunu bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum ama onbinler hep bir ağızdan bir hakemin anasına avradına söverken veya herhangi bir trafik karmaşasında kendileri için şan şeref namus demek olan bacı ve karının değeri bel altına iniyorken, benim gibi, gerçek hayatını nerdeyse sıfır küfürle yaşayan bir adam, sırf olayları olduğu şekli ile izah etme derdinde olduğu için, ama am, göte göt dediği için, kötü uyarılara maruz kalıyor, ve bu durumu kâle almazsa, kale arkasında duran ve rakip kaledeki pozisyonu idrak edemedikleri için top nasıl birden kendi kalelerine döndü de, siyah kart cezalı oyuncu son vuruşu bilerek avuta vurdu anlayamayan top toplayıcıların eline düşüyor.. ama ben sansürlenemiyorum, onların gücü bana yetmez, bir fanzini yasaklayabilecek kaplan, henüz babasının ağzında lokma olmadı.. öyle olmuyor mu bu işler? insanlar veya hayvanlar veya bitkiler veya bizim bilemediğimiz bir sürü bir sürü bir şeyler, sürekli olarak elma armut kavun karpuz ya da ıspanaklı börek yiyerek, bir takım sıvılar salgılar algılar ve yargılar üretiyorlar, genler ve impulslar söz konusu olan ama bu konu şu an buraya sığabilecek kadar uzun değil, o yüzden kısa kesemiyor ve asıl konumuza geçemiyorum: asıl konumuz neydi? iki karşı cinsin birlikte yaptığı ve böylece kendileri gibi bir canlı daha dünyaya getirme olasılığı. siz bunun adına sikişmek dersiniz, sevişmek dersiniz, aşk yapmak dersiniz, dilerseniz solucanların ikiye bölünmesini bile pornografik sayabilirsiniz ancak, sayın bayım, sayın hanımlar ve edebiyat adlı kuramsal bilgi karmaşasına gömülmüş ve elit olmamak adına elit olan kurbağalar, sizi öpmeyeceğim, çünkü ben prenses olmak istemiyorum.. edebiyat yapmak da umurumda değil, bedenimizle değil ruhumuzla ilgileniyorum, ve ama nedense her  denemede, "boşuna deneme" diyorsunuz, "dolusu var." bu ne demek? bu hiçbir şey demek değil, konumuza dönelim..

yaş 45, eski karısı ölmüş, yeni karısı yok, o halde karısı ölmüş, boşandığı karısı öldüğüne göre, artık karısı olmayan bir kadın ölmüş..

böyle mi oluyor harbiden sayın bayım? siz 547 nokta on üstü sekiz sayfayı böyle mi yazıyorsunuz? bunun formülünü bana da öğretebilir misiniz? tekrar etmek.. bakın yukarıda yazdığım ifadeyi, eğer ben, tüm roman boyunca döndürüp dolaştırıp size yedirseydim, şu an burada olmazdınız, şu an elinizde yeni romanımla birlikte standıma gelir, ve "acaba bir imza lütfeder miydiniz" derdiniz, ve lütfederdim çünkü yayıncım olacak olan adam ya da kadın ya da heyetler birlikteliği topluluğu benden bunu isterdi: reklam, röportaj, fotomontaj ve biraz da sansasyonel iç geğirtisi.. peki ya sonra? elbette ben, bunları yapmanın bana kazandırabileceği para, şöhret, ve halk tarafından anlaşılmış olma duygusu peşinde olmadığımı kendi kendime ama sesli harflerle dile getirdiğim için, içim rahat bir şekilde gece gidip takdildomun başına geçecek ve tuşlara vuracaktım keyif içinde, son romanımı yazmak üzere, herkes öyle yapıyor, ben de yapabilirim:

ne diyordum rebeca?

45 yaşındaydım o sırada, hayır ben değil, o 45 yaşındaydı ve ben o değilim, 45 yaşında da olabilirim, zamanı gelince ve hayatta kalınca ama o adam ben değilim, sadece o adamın, hayali ya da sahici, veya mazici olan adamın, yerinde olsaydım napardım tarzında da düşünmüyorum, siz öyle düşünüyorsanız, bu sizi ilgilendirir, ve beni ilgilendiren meselerle ilgilenmeye devam ederseniz, size maaş ödemek zorunda kalabilirim: öyle olmuyor mu bu işler kaptan angelica?

hiç bir şey anlamıyor musunuz? şu an gerçekten ama gerçekten hiç birşey anlamıyor musunuz? hiç satmıyor olmamın nedeni bu değil ama, hiç satmıyorum çünkü satılık değilim, hepsi bu dostum, olay bu kadar basit ve sen bu basitlikte bir şey için: "ööğ çok sıkıcı" diyorsan ve hemen ardından, bir ya da beş ya da on ya da on beş saniye içinde, em, es, en, adı içinde kaç tane bayan kondisyoner olduğunu sayabiliyorsan, zaten sana alıcı gözüyle bakmazdım, eğer bir yazar değil de yazarkasa olsaydım.. yani biri diğerine okuyucu, ikisi öbürüne alıcı gözüyle bakıyor olabilir de, o yüzden şe ettim ben de..

çok mu sinirliyim? yazarken sinirli olabilen bir yazar, yazar değildir, çünkü yaptığı işten keyif alamayan, herhangi bir durum şart ve koşula bağlı olmaksızın her türlü hava şartlarına rağmen gökten düşen perilerin ona fısıldadığı anlarda, sinirli de olabilen veya sıkılan veya bitse de yatsak diye düşünen biri: yazar değil ancak ve ancak yazı işçisidir.. ve hiç bir işçi, yaptığı işi gerçekte keyif alarak yapmaz.. keyif alarak yaptığını söylüyorsa, patronla arasında özel bir bağ kurmak istediği içindir bu çünkü bedavaya çalışma teklif edildiğinde, melda da yoksa işin içinde, olmaz diyorsa, o adam rol yapıyordur ve rol yapmak demişken:

45 yaşındaydım o zamanlar ve eski sevgilim yeni karım olduktan ondokuz sene sonra eski karım haline dönüştü ve hemen ardından trafik kazası geçirdi ve hemen ardından adam ona saygı gereği onun cenazesi ile ilgilendi ve hemen ardından başlayacak olan bu güzide öykü de, kısa bir mola vermek isteyenler için araya aldığımız reklamların sonunda, sizinle tekrar birlikte olmanın heycanı ve mutluluğu içinde olacağımızı bilmenizi isteriz, sayın ve sevgideğer okurlar..

ne diyordum jessika?

45 yaşındaydınız ve henüz evli bir kadınla ilişki kurabilecek kadar sapıtmamıştınız efendim.. ancak eski karınızın, kendisi için sizi terk ettiği herifin tek karısı size asılıyordu..

hayır manyak orasını daha sonra yazıcaksın, öykünün henüz başındayız, herşeyin içine ettin, konu anlaşıldı, tüm sırlar deşifre edildi, şimdi ilgi ve merakı nasıl maksimum düzeyde tutup sayfalarca dedikodu yapacağız söyler misin?

bilmiyorum efendim ama bana demiştiniz ki, ben tıkandığım zaman sen kendi kendine bir şeyler de uydurabilirsin ve ben işte tam o sırada

hayır jessika hayır, bunları sil lütfen, öyküyü en baştan anlatmaya başlıyorum ve sen de lütfen en baştan benim söylediğim şekilde yaz, yoksa başka bir sekreter tutmak zorunda kalacağım, o kadar para kazanıyorum şu meslekten bir türlü kafası çalışan bir yazıcı bulamıyorum,

özür dilerim efendim

özür mözür dileme, baştan alıyoruz

peki efendim

yaz şimdi

yazıyorum

o zamanlar 45 yaşındaydım, ve benim için neyin doğru neyin yanlış olacağı ile ilgilenmiyordum, ve eski karım ölmüştü, trafik kazası, önce beni boşamış, ardından da, freni boşanan bir kamyonun altında gökten boşanarak yağan yağmurlur eşliğinde kalarak hayattan boşanmıştı.. sonra noldu biliyor musun? kendisi için beni boşadığı herif kılını bile kıpırdatmadı, cenazede yoktu, cenaze namazında yoktu, günler sonrasında olay unutulduğunda dahi mezarlıkta görülmedi ve aradan tam üç yıl geçti, ve üç yıl sonra bir gün bir bankaya girdim..

bankadaki veznadar olan hanım, adamın eşi çıktı.. ve ben kredi başvurusunda bulunduğum sırada telefon numaramı almıştı, ve üç gün sonra beni aramıştı, gecenin bir yarısı, sarhoş, mutsuz, umutsuz, azgın bir bayan.. bu arada bayan demem gerekiyor öyle değil mi sayın kitapları inceltme kurulu baş heyeti? aradı ve dedi ki: "meraba ben bankadaki." falan filan. sonra ben ondan mükemmel bir şekilde istifa ederken,

istifa değil istifade olucak efendim

ne dediysem onu yaz amanda

amanda değil efendim, jessika ben

ne diyorsam osun, yaz

peki efendim

yaz, istifade yaz ama “de” ayrı olsun, “istifa de”. bakalım bu kez türkçeyi bozabilecek miyim.. sonra bu hatun sayesinde ben heriften intikam aldım.. bu kadar, bitti işte.. tamam. öykü bu. konu bu.. şimdi ben bunu, sırf sayfa sayısı arttıkça fiyat da artıcak diye 512 üssü sekiz kez sıkılarak yazsam, siz bana küfürler etmez misiniz, verdiğiniz 22 virgül sekiz kuruş için, edersiniz değil mi? şu an para vermiyorsunuz, ki ben de sizin 512 sayfa vaktinizi çalmadım, o yüzden şikayet etme hakkınız da yok, kapitalist kurallarla çalışıyorum ben, kapitalist olmasam da saygım var sisteme, ve buraya sizi ben çağırmadım, alın okuyun demedim, kötüyse, kötüdür, iyiyse iyidir, ben keyif aldım tuşlara basarken ve yazarken kulağıma fısıldanan notaları icat eden müzisyenler de keyif aldılarsa o güzide şarkıları yaparken, sorun yok.. sizin hoşunuza gittiyse, eyvallah, ne diyebilirim, gitmediyse, gene bekleriz efendim, gelir ya da gelmezsiniz, bu da tamamen sizi ilgilendirir, ben sadece kendimizle ilgiliyim.. eyvallah..

17.10.2011 - 1100


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder