Zack – 2
bir kaç sene sonraydı. zack bir mektup aldı. şöyle yazıyordu
mektupta:
"selam abi.
biriyle tanıştım, sana çok benziyor, aradığın o olabilir.
spaceboy"
zack, mektubun kimden geldiğini bilmiyordu, ama aldırış da etmedi.
zihni o sırada, onüçüncü dünyada dolanıyordu. konstre olmuştu. uçmuştu. bir kaç
saniyelik dönüşler dışında, bu zamanda yaşamıyordu. gördükleri hayal
olabilirdi, zihni ona oyun oynuyor da olabilirdi, doktorların söylediği kimin
umrunda ki, ya da psikoloji zırvaları, hastalıklar, ilaçlar, delilik ve sağlık,
kimin umrunda?
zack, seyahatini tamamladı ve bir duş aldı ardından. neye
inanacağını bilmiyordu. tek istediği akıl sağlığını korumak ve insanlara bir
şey belli etmemekti. tekrar tedavi edilmeye çalışılabilirdi, üzerinde bir takım
deneyler de yapabilirlerdi. kendini toplumdan korumaya çalışıyordu sadece, o
yüzden kimseyle konuşmuyordu. "bırak ne hali varsa görsünler"
demişti, zamanın birinde yazdığı bir şiirde. "bırak ne hali varsa
görsünler." ama yazmıyordu artık zack, okuyordu sadece, hem de her şeyi.
bir kaç sene sonrasıydı ve herkesin beklediği o değişim yaşanmamıştı, zack
biliyordu neler olup bittiğini. geçmişten gelen kalıntıları çözmüştü, ama
konuşması gerekmiyordu, çünkü insanlara yardım edemezdi. yardıma ihtiyacı olan
biri, bir başkasına nasıl yardım edebilirdi ki zaten. ama hayır, zack bir
yardıma ihtiyacı olduğunu da inanmıyordu, yaşıyordu işte öylesine, tabii buna
yaşamak demiyordu çevresindekiler ama çevre kimin umrunda ki?
zack mektubu inceledi. ve adrese baktı, polanya'dan geliyordu
mektup ve türkçe yazılmıştı. underground bir üne sahip olduğu dönemde bir
adresi vardı ve hala en son bilinen adresinde oturuyordu zack. ama öldüğünü
ilan etmiş ve çevresindeki herkesi öldürmüştü. eskiden tanıdığı kimseyle
konuşmuyor, keşfedilmek de istemiyordu, tek istediği hayatta kalmak ve biraz
daha beklemekti.
evden çıkıp, kırtasiyeye gitti, boş bir kağıt ve zarf aldı. zarfın
içine boş kağıdı koydu ve mektubun üzerindeki adresi yazıp postaladı. bir kaç
gün geçti aradan. zack bu süreç içerisinde, konu hakkında hiçbir şey düşünmedi.
daha önemli sorunları vardı. bir iş bulması gerekiyordu, acilen bir iş bulması
gerekiyordu, yoksa açlıktan ölücekti, nerdeyse. ama onu daha çok, sigarasızlık
korkutuyordu, bir eroin bağımlısı gibi krize giriyordu ki eskiden eroin dışında
her bir bok dolaşmıştı vücudunda.
sigara sigara sigara dedi. aynen figaro figaro figaro gibi
söylüyordu bunu. bir iş bulmalıyım, ya da intihar etmeliyim. iki seçenek kaldı
geriye, çalış ya da öl.
kapitalizm, insanlara taktığı tasmayı biraz daha sıkmayı
başarmıştı o yıllarda, her yere yayılmıştı çok uluslu şirketler, her yere ama,
dünyanın içine ediyorlardı. ve ufak muhalif gruplar da aptal yöntemlerle karşı
koymaya çalışıyor ama nedense tek bir ortak düşmana karşı, bir kaç -kendi
içinde birbirine de düşman olan- grup savaşıyordu. herkesin tek amacı devrim
veya reformdu ama bunu kendi istedikleri biçimde yapmaya uğraştıkları için, tek
yapabildikleri kapitalizmin ekmeğine yağ sürmekti. başka hiçbir şey değil.
bir kaç gün sonra bir mektup daha geldi. bu kez, "abell"
imzasını taşıyordu ve adres ve yazı farklıydı, başka biri de yazmış olabilirdi.
zack bunu düşünmüyordu, insanların ufak oyunlarına kafa yormayı bırakalı
seneler olmuştu. insanlarla uğraşmıyordu zack, onları anlamaya çalışmayı bırak,
dinlemiyordu bile, izliyordu sadece, ve duyuyordu ve bazen bazı insanlara karşı
tatsızlaşıyordu bazılarına da yardım ediyordu.
mektupta şunlar yazmaktaydı:
"merhaba
bir kaç gün sonra izmir'de olacak
mutlaka karşılaşacaksınız
dikkatli ol"
zack mektubu yaktı ve yeni bir boş mektup gönderdi. sonra da bir
bara gidip, içti içti içti, sonra hesabı ödemeden ortadan sıvışıp kayboldu.
sızdı o gece bir parkta. sabah kuş sesleri ile uyandı ve eve geldi. duvarları
izleyip müzik dinledi, hepsi bu.
bir kaç gün sonra bir mektup daha. üzerinde adres yoktu, kendi
adresi bile yoktu. ve içi de boştu. sadece zarf. kapısının altından içeri
atılmıştı. hepsi bu.
zack o gün bir iş buldu. deliliğim için bir metot bulmalıyım diye
düşündü, çok fazla insan var bu barda. iş, bir barda garsonluk yapmak
üzerineydi ve evine bırakılan ilanlardan biriydi. şu, işe ihtiyacınız varsa
yazılı olanlardan. zack hiçbir şeyden şüphelenmiyordu. mektuplar, sonra bir
ilan, hemen işe alınması. umurunda bile değildi. düşünmeyi de bırakalı uzun
zaman olmuştu. düşündüğü tek şey, eski ve kapanmayan yaralarıydı.
o gün, akşam, barda, aynı onun gibi tek başına içip insanları
izleyen bir hatun gördü. gözgöze geldiler, sadece bir saniye, ve zack, ilk kez,
bir insanın gözlerine bakmaktan korktu, içi titredi ve hemen işine döndü.
kadının o an ne yaptığını bilmiyordu.
o gece boyunca, zack, kadından uzak durmaya çalıştı. o masa boşmuş
gibi davranmaya çalışıyor, oradan gelmesi muhtemel bir siparişi görmezden
geliyor, gördüklerini başka bir garsona havale ediyordu ve o gece, bardaki
hemen hemen her erkek ve tüm garsonlar, bu gizemli kadına salça olmaya
çalışıyordu. zack hariç.
barın kapanmasına yakın, kadın aşırı sarhoş bir halde bir adamla
bardan dışarı çıktı. hayır sarmaş dolaş değillerdi, hayır elele tutuşmuyorlardı,
beraber yürüyorlardı sadece ve zack neler döndüğünü anlamıştı çünkü bunu o da
yapıyordu. evine bazı insanları getirirdi zack arada sırada, kadın ya da erkek,
getirir ve konuşurdu onlarla. dinlerdi daha çok ve konuşurdu ve eğer evine
gelen kadınsa, ve onu öpmeye çalışırsa, evden kovardı.
kadın bardan çıkarken zack ortalığı topluyordu. kadının arkasından
bakmaya bile cesaret edememişti.
sonra, ertesi gün. kadın epey geç bir saatte, bir hatunla beraber
geldi bu kez. hatun 40'lı yaşlarda, sarışın, kısa boylu ve güzel bir kızdı. ve
zack hatuna da bakamıyordu. korkuyordu ve korktuğu şeyi de adı gibi biliyordu.
gecenin ilerleyen saatlerinde kadın ve hatun ve iki adam bardan
çıktılar. o iki adam da bara sonradan gelmişti ve zack onlara da bakmaya
korkmuştu.
zack işi bıraktı. üçüncü gün. ne o bara gitti ne de evden çıktı.
yeni bir mektup daha bekliyordu ve mektupların kadından geldiğinden adı gibi
emindi. ve kadın da korkuyordu, emindi bundan. tekrar aşk-imkansız
zack yine acıya gömülmüş ve zihnine bir tünel daha kazıp, bu kez
de 3. çağ'a gitmişti. geri döndüğünde, bir duş aldı, ve yatıp uyudu.
sabah uyandığında, kapısında bir mektup buldu. adres yok, üzeri
boş bir zarf. içinden çıkan kağıda, sigara yanıkları ile, "her insan,
doğarken acı çeker" yazıyordu.
işi bıraktığı bara gitti, "çalışamayacağım" dedi, boş
bir masaya oturup bir bira istedi. ve bu sırada kadın içeri girip boş bir
masaya oturdu ve göz göze geldiler. bir saniye. zack ölümüne sigara içiyordu,
ölümüne, kalbinin can çekiştiğini hissediyordu resmen, ve hiçbir şey
hissetmemek için çabalıyordu. bir şarkı bestelemişti kendine, sözleri şöyleydi:
ben bir bitkiyim ben bir bitkiyim
lala lala la
kessen acımaz etim
lala lala la
nefes almaya ihtiyacım yok - sigara verin
la la la
bedenim ölmeden önce ruhumun sesini kestim
tralala
ben bir bitkiyim solgun ve kederli
lala lala la
ne tek eşliyim ne çok eşli
lala lala la
yalnızlık mahsustur - ben ise eşsizim
la la la
ne havlarım ne ısırırırım - ama beni hapsedin
tralalaa
şarkıyı söylüyordu içinden zack, uzun bir şarkıydı, devam ediyordu
daha, ve korkudan titriyordu gerçekten. kadın ayağa kalktı, yanından geçti,
tuvalete gitti, geri geldi, yanından geçerken, "sessizliğim
çığlığımdır" dedi ve yerine oturdu. zack ona baktı. çok dikkatlice. kadın
bakmıyordu ama zack öfkelenmişti gerçekten. zack'in bir şiirinin adıydı bu ve
bu şiiri hiçbir zaman yayınlamamıştı, yayınlamadığı binlerce şey gibi onu da
çöpe atmıştı zack zamanın birinde. bu kadın o kağıt parçalarını bulmuş olabilir
miydi? bunu bilmiyordu. ama bulmuş olsa bile, onların çoğu yakılıp kül halinde
çöpe konmuştu, kimisi de bir defter olarak karalanıp, iyice deforma edilip,
sokağa bırakılmıştı. dönem dönem sokağa defterler atıyordu zack. o kadar çok
şey yazmıştı ki sıkılmıştı artık yazmaktan. yeter demişti. yazmama gerek yok,
insanlara bir şey anlatmak zorunda değilim.
kadınla gözgöze geldiler ve zack sesli olarak "içinden imdat
diye bağırıyorsun" dedi, kadın ona bakmadan, "korkuyorum" dedi,
zack "sen mi ben mi" dedi, kadın, "oyun oynamaktan
sıkıldım" dedi, zack "o halde game over mı" dedi, kadın
"tek canım kaldı" dedi, zack "bundan asla emin olamazsın"
dedi ve bardaki insanların onları dinliyor olduğunu farkettikleri için her
ikisi birden aynı anda "kesin sesinizi be" diye bağırdılar ve sonra
ayağa kalkıp bardan çıktılar.
"nereye" dedi zack
"hiçbir yerden geliyorum ve hiçbir yere gidiyorum" dedi
kadın
"deli olacam" dedi zack
"delilik iyileşmektir" dedi kadın
"bana bak" dedi zack, "sıkıldım bu oyundan, gerçek
misin?" kadın cevap vermedi, irkilmişti bu soru karşısında.
yoldan geçen insanlara döndü zack, "hey! bakın, yanımda bir
kadın var, görüyor musunuz" diyordu yanından geçenlere, "siz de onu
görüyor musunuz? yanımda şu an bir kadın var mı?". kimse cevap vermedi ve
herkes bir deliye nasıl bakarsa, zack'e de öyle bakıp yanından geçip gitti.
zack yere çöküp ağlamaya başladı ve bu esnada kadın, zack'in
sırtını okşayıp "hadi kalk sahile gidelim" dedi.
hiç konuşmadılar. kilise sokağından geçerken bir kaç bira aldılar
ve sahil kenarına oturup, bacaklarını denize doğru sarkıtıp içmeye başladılar.
kadın lafa girdi:
"iyi düşün, dört bira aldık, birini sen içiyorsun, birini
ben, gerçek olup olmadığımı anlamana yardımcı olabilir bu"
"hıhı eminim öyledir" dedi zack umarsamaz bir şekilde,
"peki ya sen gerçek misin" dedi kadın zack'e
"bilmiyorum" dedi zack, "bunları düşünmeyi bırakalı
çok oldu"
"düşünce insanı bırakmaz" dedi kadın
"düşünce, organize edilebilinir mi?" dedi zack
"umut etmekten korkuyorsun" dedi kadın
"kesinlikle" dedi zack, "kesinlikle korkuyorum,
düşünmekten korkuyorum, hissetmekten korkuyorum, var olmaktan korkuyorum, yok
olmaktan korkuyorum"
"o halde bir sigara"
"kesinlikle" dedi zack, "kesinlikle bir sigara.
sigara sigara sigara".
birer sigara yakıp denizi seyrettiler. "ne kadarını
biliyorsun" dedi zack
"anlattığın kadarını" dedi kadın
"yayınlamadıklarım dahil mi?"
"hayır"
"o halde yanımdan geçerken söylediğin şeyi nerden
buldun?"
"sessizlik çığlığımdır mı?"
"evet o"
"ilk onu okumuştum ben, unuttun mu?"
"nerden buldun dedim sana"
"sen verdin bana, Tartarus'da geziyordun, karşılaşmıştık,
unuttun mu?"
"bak ben buna inanmıyorum tamam mı, onlar gerçek değil, o
görüntüler benim bilinçaltımın bana oynadığı oyun ve ben deliyim ve iyileşmeye
de hiç ama hiç niyetim yok, anlaştık mı, şimdi defol git burdan"
"zack" dedi kadın, "şu bileğime bak, sana bir şey
hatırlatıyor mu?"
"acaba seni öldürsem, gerçekliğini ispatlamış olur muyum? ne
dersin, seni bu denizden atayım, eğer biri gelip kurtarırsa, gerçek olduğuna
inanırım"
kadın kahkahayla gülmeye başladı
"kendine gel, şaka yapıyordum, 17 yaşındayken eski kitap
satıyordun, bir kitap almıştım senden,
ne kadar unutkansın.. son sekiz yıldır sana sürekli ipuçları bırakıyorum ama o
kadar körleştirmişsinki kendini, geçmişinle ilgili hiç bir ipucunu takip
etmiyorsun"
"bilinçaltım bana oyun oynuyordu, o ipuçlarını ben
bırakıp..."
"zack, saçmasapan konuşma" dedi kadın ve bu sırada
kendini denize atıp imdaat diye bağırmaya başladı. o sırada oldu ne olduysa. üç
insan aynı anda denize atlayıp kadını kurtardılar ve bu sırada zack tüm olan
biteni izlemekle yetindi, kadın kurtuldu, kalabalık dağıldı ve olay durulunca
kadın zack'in yanına gelip üzerindeki ıslak elbiselerle, "hadi bana
gidelim" dedi,
"gerçeksin" dedi zack
"elbette gerçeğim ve sen de delirmedin, bütün olan biteni
anlatıcam sana, gel"
"öğrenmek istemiyorum" dedi zack, "gerçekten çok
yorgunum ben"
"hadi ama inatlaşma" dedi kadın "gel"
"hala senin gerçek olduğuna inanmıyorum" dedi zack ve
hala kadının gözlerine bakamıyordu aslında.
"sıkıldım" dedi zack "seni öldürebilirim"
"gözlerime bak" dedi kadın, "kollarıma bak, hala
benim ben olduğuma inanmıyor musun?"
"bak! sen, 17 yaşımdayken ortaya çıkan ve sonra bristola
kaçıp, orada geberip giden bir kaltaksın tamam mı? öldürdüm ben seni, anlaştık
mı? öldün sen, senin hakkında yazmayı bıraktım, sen öldün, anlaştık mı? ölüsün
yani, kurguma uymak zorundasın, heteronym'larım bana karşı gelmemeli"
"abim sana yalan söylemiş olamaz mı?"
"ölüsün sen"
"kollarıma bak zack"
"sen ölüsün" dedi zack ve titriyordu, gerçekten
titriyordu ve gözleri doldu, korkuyordu. yine, yeni bir psikoza girmiş
olabilirdi ve korkuyordu. nedeni yalnızlıktı. psikozun nedeni. insanlar ve
yalnızlıktı. tutarsız bir şekilde hareket eden insanlardı. önce inanıyordun
insanlara, sonra senin inancını ve güvenini yerle bir ediyorlardı. zack hiçbir şeye
inanmıyordu artık. hiçbir şey hissetmemeye zorluyordu kendini. ve kadına dönüp
"özlem" dedi, "ölmüş olman lazımdı"
"beni geri çağırdın"
"hayır çağırmadım"
"o halde açıkla, neden burdayım"
"bilmiyorum, tamam mı? yalnızlıktan olabilir, sıkıldım,
yorgunum, uyumak istiyorum, gerçekten uyumaya ihtiyacım var benim, iki saat
uyuyup uyanıyorum, uyamak zorundayım, uyumam gerekiyor"
"gitmemi istemediğin sürece gitmem" dedi kadın
"ama gittin" dedi zack, "geçmişte, gittin"
"sen istedin bunu"
"farkında değilim"
"iyileşmek istiyordun"
"ama iyileşmek istemiyorum artık, tamam mı? mantıklı düşünmek
istemiyorum, gerçeğe dönmek istemiyorum, insanlarla iletişim kurmak
istemiyorum, sevişmek istemiyorum, aşık olmak istemiyorum, arkadaş olmak, dost
olmak, çoğul olmak, hiçbir şey istemiyorum"
"bunlarını hepsini biliyorum zack" dedi kadın
"iyi o halde" dedi zack, "sesini kes. bir duble
sessizlik lütfen"
"peki. bir iki üç tıp"
kadın, zack'in hayallerinde yarattığı ve aşık olduğu ve tamamen
aradığı gibi biriydi. o yaratmıştı kadını, yıllar önce, yaratmış ve öldürmüştü.
tamamen kendine göre dekore ettiği bir dünyası vardı zack'in, bir değil, bir
çok. zack zihninin içinde yaşıyordu, başka bir dünyada, ve gerçek dünyada iken,
kesinlikle ama kesinlikle hiçbir şey hissetmemeye zorluyordu kendini.
"düşünce organize edilir mi" dedi zack tekrar,
sessizliği bozup.
eve geldiğinde, başı çok ağrıyordu, bir duş alıp, yatağa uzandı..
10 kasım 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder