10 Kasım 2011

zack 2

Zack – 2

bir kaç sene sonraydı. zack bir mektup aldı. şöyle yazıyordu mektupta:

"selam abi.
biriyle tanıştım, sana çok benziyor, aradığın o olabilir.

spaceboy"

zack, mektubun kimden geldiğini bilmiyordu, ama aldırış da etmedi. zihni o sırada, onüçüncü dünyada dolanıyordu. konstre olmuştu. uçmuştu. bir kaç saniyelik dönüşler dışında, bu zamanda yaşamıyordu. gördükleri hayal olabilirdi, zihni ona oyun oynuyor da olabilirdi, doktorların söylediği kimin umrunda ki, ya da psikoloji zırvaları, hastalıklar, ilaçlar, delilik ve sağlık, kimin umrunda?

zack, seyahatini tamamladı ve bir duş aldı ardından. neye inanacağını bilmiyordu. tek istediği akıl sağlığını korumak ve insanlara bir şey belli etmemekti. tekrar tedavi edilmeye çalışılabilirdi, üzerinde bir takım deneyler de yapabilirlerdi. kendini toplumdan korumaya çalışıyordu sadece, o yüzden kimseyle konuşmuyordu. "bırak ne hali varsa görsünler" demişti, zamanın birinde yazdığı bir şiirde. "bırak ne hali varsa görsünler." ama yazmıyordu artık zack, okuyordu sadece, hem de her şeyi. bir kaç sene sonrasıydı ve herkesin beklediği o değişim yaşanmamıştı, zack biliyordu neler olup bittiğini. geçmişten gelen kalıntıları çözmüştü, ama konuşması gerekmiyordu, çünkü insanlara yardım edemezdi. yardıma ihtiyacı olan biri, bir başkasına nasıl yardım edebilirdi ki zaten. ama hayır, zack bir yardıma ihtiyacı olduğunu da inanmıyordu, yaşıyordu işte öylesine, tabii buna yaşamak demiyordu çevresindekiler ama çevre kimin umrunda ki?

zack mektubu inceledi. ve adrese baktı, polanya'dan geliyordu mektup ve türkçe yazılmıştı. underground bir üne sahip olduğu dönemde bir adresi vardı ve hala en son bilinen adresinde oturuyordu zack. ama öldüğünü ilan etmiş ve çevresindeki herkesi öldürmüştü. eskiden tanıdığı kimseyle konuşmuyor, keşfedilmek de istemiyordu, tek istediği hayatta kalmak ve biraz daha beklemekti.

evden çıkıp, kırtasiyeye gitti, boş bir kağıt ve zarf aldı. zarfın içine boş kağıdı koydu ve mektubun üzerindeki adresi yazıp postaladı. bir kaç gün geçti aradan. zack bu süreç içerisinde, konu hakkında hiçbir şey düşünmedi. daha önemli sorunları vardı. bir iş bulması gerekiyordu, acilen bir iş bulması gerekiyordu, yoksa açlıktan ölücekti, nerdeyse. ama onu daha çok, sigarasızlık korkutuyordu, bir eroin bağımlısı gibi krize giriyordu ki eskiden eroin dışında her bir bok dolaşmıştı vücudunda.

sigara sigara sigara dedi. aynen figaro figaro figaro gibi söylüyordu bunu. bir iş bulmalıyım, ya da intihar etmeliyim. iki seçenek kaldı geriye, çalış ya da öl.

kapitalizm, insanlara taktığı tasmayı biraz daha sıkmayı başarmıştı o yıllarda, her yere yayılmıştı çok uluslu şirketler, her yere ama, dünyanın içine ediyorlardı. ve ufak muhalif gruplar da aptal yöntemlerle karşı koymaya çalışıyor ama nedense tek bir ortak düşmana karşı, bir kaç -kendi içinde birbirine de düşman olan- grup savaşıyordu. herkesin tek amacı devrim veya reformdu ama bunu kendi istedikleri biçimde yapmaya uğraştıkları için, tek yapabildikleri kapitalizmin ekmeğine yağ sürmekti. başka hiçbir şey değil.

bir kaç gün sonra bir mektup daha geldi. bu kez, "abell" imzasını taşıyordu ve adres ve yazı farklıydı, başka biri de yazmış olabilirdi. zack bunu düşünmüyordu, insanların ufak oyunlarına kafa yormayı bırakalı seneler olmuştu. insanlarla uğraşmıyordu zack, onları anlamaya çalışmayı bırak, dinlemiyordu bile, izliyordu sadece, ve duyuyordu ve bazen bazı insanlara karşı tatsızlaşıyordu bazılarına da yardım ediyordu.

mektupta şunlar yazmaktaydı:

"merhaba
bir kaç gün sonra izmir'de olacak
mutlaka karşılaşacaksınız
dikkatli ol"

zack mektubu yaktı ve yeni bir boş mektup gönderdi. sonra da bir bara gidip, içti içti içti, sonra hesabı ödemeden ortadan sıvışıp kayboldu. sızdı o gece bir parkta. sabah kuş sesleri ile uyandı ve eve geldi. duvarları izleyip müzik dinledi, hepsi bu.

bir kaç gün sonra bir mektup daha. üzerinde adres yoktu, kendi adresi bile yoktu. ve içi de boştu. sadece zarf. kapısının altından içeri atılmıştı. hepsi bu.

zack o gün bir iş buldu. deliliğim için bir metot bulmalıyım diye düşündü, çok fazla insan var bu barda. iş, bir barda garsonluk yapmak üzerineydi ve evine bırakılan ilanlardan biriydi. şu, işe ihtiyacınız varsa yazılı olanlardan. zack hiçbir şeyden şüphelenmiyordu. mektuplar, sonra bir ilan, hemen işe alınması. umurunda bile değildi. düşünmeyi de bırakalı uzun zaman olmuştu. düşündüğü tek şey, eski ve kapanmayan yaralarıydı.

o gün, akşam, barda, aynı onun gibi tek başına içip insanları izleyen bir hatun gördü. gözgöze geldiler, sadece bir saniye, ve zack, ilk kez, bir insanın gözlerine bakmaktan korktu, içi titredi ve hemen işine döndü. kadının o an ne yaptığını bilmiyordu.

o gece boyunca, zack, kadından uzak durmaya çalıştı. o masa boşmuş gibi davranmaya çalışıyor, oradan gelmesi muhtemel bir siparişi görmezden geliyor, gördüklerini başka bir garsona havale ediyordu ve o gece, bardaki hemen hemen her erkek ve tüm garsonlar, bu gizemli kadına salça olmaya çalışıyordu. zack hariç.

barın kapanmasına yakın, kadın aşırı sarhoş bir halde bir adamla bardan dışarı çıktı. hayır sarmaş dolaş değillerdi, hayır elele tutuşmuyorlardı, beraber yürüyorlardı sadece ve zack neler döndüğünü anlamıştı çünkü bunu o da yapıyordu. evine bazı insanları getirirdi zack arada sırada, kadın ya da erkek, getirir ve konuşurdu onlarla. dinlerdi daha çok ve konuşurdu ve eğer evine gelen kadınsa, ve onu öpmeye çalışırsa, evden kovardı.

kadın bardan çıkarken zack ortalığı topluyordu. kadının arkasından bakmaya bile cesaret edememişti.

sonra, ertesi gün. kadın epey geç bir saatte, bir hatunla beraber geldi bu kez. hatun 40'lı yaşlarda, sarışın, kısa boylu ve güzel bir kızdı. ve zack hatuna da bakamıyordu. korkuyordu ve korktuğu şeyi de adı gibi biliyordu.

gecenin ilerleyen saatlerinde kadın ve hatun ve iki adam bardan çıktılar. o iki adam da bara sonradan gelmişti ve zack onlara da bakmaya korkmuştu.

zack işi bıraktı. üçüncü gün. ne o bara gitti ne de evden çıktı. yeni bir mektup daha bekliyordu ve mektupların kadından geldiğinden adı gibi emindi. ve kadın da korkuyordu, emindi bundan. tekrar aşk-imkansız

zack yine acıya gömülmüş ve zihnine bir tünel daha kazıp, bu kez de 3. çağ'a gitmişti. geri döndüğünde, bir duş aldı, ve yatıp uyudu.

sabah uyandığında, kapısında bir mektup buldu. adres yok, üzeri boş bir zarf. içinden çıkan kağıda, sigara yanıkları ile, "her insan, doğarken acı çeker" yazıyordu.

işi bıraktığı bara gitti, "çalışamayacağım" dedi, boş bir masaya oturup bir bira istedi. ve bu sırada kadın içeri girip boş bir masaya oturdu ve göz göze geldiler. bir saniye. zack ölümüne sigara içiyordu, ölümüne, kalbinin can çekiştiğini hissediyordu resmen, ve hiçbir şey hissetmemek için çabalıyordu. bir şarkı bestelemişti kendine, sözleri şöyleydi:

ben bir bitkiyim ben bir bitkiyim
lala lala la
kessen acımaz etim
lala lala la
nefes almaya ihtiyacım yok - sigara verin
la la la
bedenim ölmeden önce ruhumun sesini kestim
tralala

ben bir bitkiyim solgun ve kederli
lala lala la
ne tek eşliyim ne çok eşli
lala lala la
yalnızlık mahsustur - ben ise eşsizim
la la la
ne havlarım ne ısırırırım - ama beni hapsedin
tralalaa

şarkıyı söylüyordu içinden zack, uzun bir şarkıydı, devam ediyordu daha, ve korkudan titriyordu gerçekten. kadın ayağa kalktı, yanından geçti, tuvalete gitti, geri geldi, yanından geçerken, "sessizliğim çığlığımdır" dedi ve yerine oturdu. zack ona baktı. çok dikkatlice. kadın bakmıyordu ama zack öfkelenmişti gerçekten. zack'in bir şiirinin adıydı bu ve bu şiiri hiçbir zaman yayınlamamıştı, yayınlamadığı binlerce şey gibi onu da çöpe atmıştı zack zamanın birinde. bu kadın o kağıt parçalarını bulmuş olabilir miydi? bunu bilmiyordu. ama bulmuş olsa bile, onların çoğu yakılıp kül halinde çöpe konmuştu, kimisi de bir defter olarak karalanıp, iyice deforma edilip, sokağa bırakılmıştı. dönem dönem sokağa defterler atıyordu zack. o kadar çok şey yazmıştı ki sıkılmıştı artık yazmaktan. yeter demişti. yazmama gerek yok, insanlara bir şey anlatmak zorunda değilim.

kadınla gözgöze geldiler ve zack sesli olarak "içinden imdat diye bağırıyorsun" dedi, kadın ona bakmadan, "korkuyorum" dedi, zack "sen mi ben mi" dedi, kadın, "oyun oynamaktan sıkıldım" dedi, zack "o halde game over mı" dedi, kadın "tek canım kaldı" dedi, zack "bundan asla emin olamazsın" dedi ve bardaki insanların onları dinliyor olduğunu farkettikleri için her ikisi birden aynı anda "kesin sesinizi be" diye bağırdılar ve sonra ayağa kalkıp bardan çıktılar.
"nereye" dedi zack
"hiçbir yerden geliyorum ve hiçbir yere gidiyorum" dedi kadın
"deli olacam" dedi zack
"delilik iyileşmektir" dedi kadın
"bana bak" dedi zack, "sıkıldım bu oyundan, gerçek misin?" kadın cevap vermedi, irkilmişti bu soru karşısında.

yoldan geçen insanlara döndü zack, "hey! bakın, yanımda bir kadın var, görüyor musunuz" diyordu yanından geçenlere, "siz de onu görüyor musunuz? yanımda şu an bir kadın var mı?". kimse cevap vermedi ve herkes bir deliye nasıl bakarsa, zack'e de öyle bakıp yanından geçip gitti.

zack yere çöküp ağlamaya başladı ve bu esnada kadın, zack'in sırtını okşayıp "hadi kalk sahile gidelim" dedi.

hiç konuşmadılar. kilise sokağından geçerken bir kaç bira aldılar ve sahil kenarına oturup, bacaklarını denize doğru sarkıtıp içmeye başladılar.


kadın lafa girdi:
"iyi düşün, dört bira aldık, birini sen içiyorsun, birini ben, gerçek olup olmadığımı anlamana yardımcı olabilir bu"
"hıhı eminim öyledir" dedi zack umarsamaz bir şekilde,
"peki ya sen gerçek misin" dedi kadın zack'e
"bilmiyorum" dedi zack, "bunları düşünmeyi bırakalı çok oldu"
"düşünce insanı bırakmaz" dedi kadın
"düşünce, organize edilebilinir mi?" dedi zack
"umut etmekten korkuyorsun" dedi kadın
"kesinlikle" dedi zack, "kesinlikle korkuyorum, düşünmekten korkuyorum, hissetmekten korkuyorum, var olmaktan korkuyorum, yok olmaktan korkuyorum"
"o halde bir sigara"
"kesinlikle" dedi zack, "kesinlikle bir sigara. sigara sigara sigara".


birer sigara yakıp denizi seyrettiler. "ne kadarını biliyorsun" dedi zack
"anlattığın kadarını" dedi kadın
"yayınlamadıklarım dahil mi?"
"hayır"
"o halde yanımdan geçerken söylediğin şeyi nerden buldun?"
"sessizlik çığlığımdır mı?"
"evet o"
"ilk onu okumuştum ben, unuttun mu?"
"nerden buldun dedim sana"
"sen verdin bana, Tartarus'da geziyordun, karşılaşmıştık, unuttun mu?"
"bak ben buna inanmıyorum tamam mı, onlar gerçek değil, o görüntüler benim bilinçaltımın bana oynadığı oyun ve ben deliyim ve iyileşmeye de hiç ama hiç niyetim yok, anlaştık mı, şimdi defol git burdan"
"zack" dedi kadın, "şu bileğime bak, sana bir şey hatırlatıyor mu?"
"acaba seni öldürsem, gerçekliğini ispatlamış olur muyum? ne dersin, seni bu denizden atayım, eğer biri gelip kurtarırsa, gerçek olduğuna inanırım"


kadın kahkahayla gülmeye başladı
"kendine gel, şaka yapıyordum, 17 yaşındayken eski kitap satıyordun,  bir kitap almıştım senden, ne kadar unutkansın.. son sekiz yıldır sana sürekli ipuçları bırakıyorum ama o kadar körleştirmişsinki kendini, geçmişinle ilgili hiç bir ipucunu takip etmiyorsun"
"bilinçaltım bana oyun oynuyordu, o ipuçlarını ben bırakıp..."
"zack, saçmasapan konuşma" dedi kadın ve bu sırada kendini denize atıp imdaat diye bağırmaya başladı. o sırada oldu ne olduysa. üç insan aynı anda denize atlayıp kadını kurtardılar ve bu sırada zack tüm olan biteni izlemekle yetindi, kadın kurtuldu, kalabalık dağıldı ve olay durulunca kadın zack'in yanına gelip üzerindeki ıslak elbiselerle, "hadi bana gidelim" dedi,

"gerçeksin" dedi zack
"elbette gerçeğim ve sen de delirmedin, bütün olan biteni anlatıcam sana, gel"
"öğrenmek istemiyorum" dedi zack, "gerçekten çok yorgunum ben"
"hadi ama inatlaşma" dedi kadın "gel"
"hala senin gerçek olduğuna inanmıyorum" dedi zack ve hala kadının gözlerine bakamıyordu aslında.



"sıkıldım" dedi zack "seni öldürebilirim"

"gözlerime bak" dedi kadın, "kollarıma bak, hala benim ben olduğuma inanmıyor musun?"

"bak! sen, 17 yaşımdayken ortaya çıkan ve sonra bristola kaçıp, orada geberip giden bir kaltaksın tamam mı? öldürdüm ben seni, anlaştık mı? öldün sen, senin hakkında yazmayı bıraktım, sen öldün, anlaştık mı? ölüsün yani, kurguma uymak zorundasın, heteronym'larım bana karşı gelmemeli"
"abim sana yalan söylemiş olamaz mı?"
"ölüsün sen"
"kollarıma bak zack"
"sen ölüsün" dedi zack ve titriyordu, gerçekten titriyordu ve gözleri doldu, korkuyordu. yine, yeni bir psikoza girmiş olabilirdi ve korkuyordu. nedeni yalnızlıktı. psikozun nedeni. insanlar ve yalnızlıktı. tutarsız bir şekilde hareket eden insanlardı. önce inanıyordun insanlara, sonra senin inancını ve güvenini yerle bir ediyorlardı. zack hiçbir şeye inanmıyordu artık. hiçbir şey hissetmemeye zorluyordu kendini. ve kadına dönüp

"özlem" dedi, "ölmüş olman lazımdı"
"beni geri çağırdın"
"hayır çağırmadım"
"o halde açıkla, neden burdayım"
"bilmiyorum, tamam mı? yalnızlıktan olabilir, sıkıldım, yorgunum, uyumak istiyorum, gerçekten uyumaya ihtiyacım var benim, iki saat uyuyup uyanıyorum, uyamak zorundayım, uyumam gerekiyor"
"gitmemi istemediğin sürece gitmem" dedi kadın
"ama gittin" dedi zack, "geçmişte, gittin"
"sen istedin bunu"
"farkında değilim"
"iyileşmek istiyordun"
"ama iyileşmek istemiyorum artık, tamam mı? mantıklı düşünmek istemiyorum, gerçeğe dönmek istemiyorum, insanlarla iletişim kurmak istemiyorum, sevişmek istemiyorum, aşık olmak istemiyorum, arkadaş olmak, dost olmak, çoğul olmak, hiçbir şey istemiyorum"
"bunlarını hepsini biliyorum zack" dedi kadın
"iyi o halde" dedi zack, "sesini kes. bir duble sessizlik lütfen"
"peki. bir iki üç tıp"

kadın, zack'in hayallerinde yarattığı ve aşık olduğu ve tamamen aradığı gibi biriydi. o yaratmıştı kadını, yıllar önce, yaratmış ve öldürmüştü. tamamen kendine göre dekore ettiği bir dünyası vardı zack'in, bir değil, bir çok. zack zihninin içinde yaşıyordu, başka bir dünyada, ve gerçek dünyada iken, kesinlikle ama kesinlikle hiçbir şey hissetmemeye zorluyordu kendini.

"düşünce organize edilir mi" dedi zack tekrar, sessizliği bozup.

eve geldiğinde, başı çok ağrıyordu, bir duş alıp, yatağa uzandı..

10 kasım 2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder