18 Mart 2007

uçan balon

-uçan balon-
1.
“beni it” diyordu mary, “hadi” diyordu, “başarabilirsin, it beni, öldür, lütfen öldür, lütfen, at şu otobana beni, yalvarıyorum sana, bir araba çarpacaktır mutlaka, hadi, yap şu boku”

otobanda falan değildik oysa, evdeydik, ağlıyordu mary, aşırı şekilde uyuşturucu ve alkol ile yüklü beyni, algı dünyasını kaydırmıştı. ve bizleri görmüyordu, bir yastığa sarılmış, koltukta oturuyor ve karşısında biri varmışçasına konuşuyordu, boşluğa doğru. onu izliyorduk, napabileceğimizi bilmiyor ve izliyorduk sadece, geçmesini bekliyorduk, kendine gelmesini, “hadi lan” diyordu, “itsene”

2.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary.. kimse ne kadar içerde olduğumuzu görmüyor, ne kadar derinde olduğumuzu, bir şeyler sallayıp duruyorlar yine, oy veriyorlar, bir şeyler değişecek çünkü, değişecekmiş, değiştireceklermiş, ve sonrasında sonuçları bekliyorlar, bir şeyleri değiştirecek birileri, yeni bir yönetici yeni bir hayat verecek bize, bekliyorlar, ve sonuç değişmiyor, hiç değişmedi, âdem’den beri değişmedi, bi gram bile oynamadı terazinin dengesi.. bir illüzyona emanet edilen arzular.. alâeddin’in sihirli lambasını arıyorum ben sadece, hepsi bu

3.
uyuşturucuya bulanmış ve uyuşturucuyla bulanmış bir beyin kadar tehlikeli hiç bir şey yoktur, inanın bana. ufak bir tablet her şeyi değiştirir, isa’dan önce isa’dan sonra gibi, milat, hayatınızın miladı. nerede durmanız gerektiğini bilmiyorsanız, dönemeçlerin sonunda sizi neyin beklediğini, ve durmanız gereken noktaları, gördüğünüz levhaların ne anlama geldiğini, bilinç altındaki/dışındaki hangi kapının nereye çıktığını, bilmiyorsanız, sonrasında o sizin dünyanızı değiştirmekle kalmayıp, o dünyaya bir çok sınır çizgisi koyacaktır. başlangıçta, bu dünyanın oluşturduğu sınır çizgileri kalkacak, sonrasında oluşan yeni özgürlük alanında yeni sınırlar belirlenecektir. iğne zamanları

4.
aferin kullandığını öğreniyorum bir şekilde, seviyorum herifi, ve “daha ileri gitme” diyorum ona, “nasıl kullanacağını bile bilmiyorsun” diyorum, “benim yıllarım geçti o şekilde” diyorum, “biraz kulak as bana” diyorum, “midenin ve beynin amına koyacaksın en sonunda, daha ileri gitme”

dinlemiyor beni tom, hoşuna gittiğini söylüyor bu hayatın, bir adım ileriyi görüyor, sonra bir adım daha, sonra kollarda iğne izlerini görüyorum, aradan sadece 6 ay geçmiş oluyor, ve sonra bir 3 ay daha, ben askere gidiyorum, sonra bir 15 ay daha geçiyor, geri dönüyorum, “tom’a” noldu diyorum, “uzaklara uçtu” diyorlar, anlıyorum meseleyi, istanbul’daydı diyorlar, sonra haberini aldık. bu işler böyle yürüyor, kendinizi kontrol edemiyorsanız, o sizi hiç kontrol edemez.

5.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary. kimse ne kadar içeri girdiğimizi görmüyor, bu dünyanın bize borcu var mary. tanrı da bize bir özür borçlu.

6.
“bugünkü gençlerin en büyük sorunu: uyuşturucu” yazıyor eski bir gazetede, şirketteyim, paspas çekiyorum odalara, daha sonra kuruyana kadar batmasın diye gazete kağıdı koyucam yere, ve eski bir gazetede dikkatimi çekiyor bu başlık, okuyorum, nedenler, ailevi nedenler, arkadaş ortamları, cahillik, özenmek. büyük bir palavra dönüyor burada! tamam mı? bir gram acid için yapamayacağın hiçbir şey kalmadığında, o zaman tekrar görüşelim bu meseleyi, olur mu çok saygı değer köşe yazarı, -burnundan bir kar tanesi bile geçmeden yazdığın metinler hakkında- o zaman tekrar görüşelim

7.
“ben bir balonum” diyor mary, yanaklarını şişiriyor önce, nefesini tutup içinde, ve sonra gözleri gülümsüyor, bana bakıyor ve “ben bir balonum” diyor, “uçan balonum ben", sonra tekrar nefesini tutuyor ve şişiriyor yanaklarını, kendini balon zannediyor, tamamen bilinçaltı, uçmak istiyor çünkü.

hatırlıyorum. birkaç gün önce. gökyüzünde kaybolan bir balonu izliyoruz. balon istiyor öncelikle benden, uçan bir balon, “tamam” diyorum, “alıcam”, çocuk gibi seviniyor, “onu gökyüzüne bırakıp izlemek istiyorum” diyor, öyle yapıyoruz, kordonda, çimlerde, gündüz, bırakıyoruz balonu, havalanıyor, “nereye gidiyor sence” diyor, “bilmiyorum tatlım” diyorum, “uzaklara gidiyor”

“ben de uçan balon olmak istiyorum” diyor bana, “nereye gittiğini bilmiyor” diyor, “ne güzel! uçuyor. ve sonra gözden kaybolacak. ne güzel! ve sonra patlayacak.. ne güzel! kimse görmeyecek patladığını ama, herkes yükselip kaybolduğunu sanacak, uzaklara, çok uzaklara uçtuğunu.. kimse bilmeyecek yok olduğunu, patladığını, havasının onu sonsuza dek taşımaya yetmediğini, öldüğünü bilmeyecek kimse, herkes uzaklara uçtu diyecek. öldüğümü bilmiyor kimse, biz çoktan öldük ve kimse görmüyor”

ona bakıyorum sadece, çok mutlu balonu uçtuğu için, ve kafasını gökyüzünde kaybolan balondan bana çeviriyor, gözlerime bakıyor kaygıyla “ne durumda” diyor çantamdaki tabletleri işaret ederek
“iki gün idare eder bizi” diyorum
“ya para”
“kalmadı”
“yarın gene tezgah açacaz o zaman, bu gece bi kaç yeni kolye yapayım ben, boncuk var mı evde?”
“yürütürüz dönüşte”
“boncukçu açık mıdır? bugün pazar”
“açıyorlar onlar pazarları da”
“peki”

8.
ne yapılabilir? hadi onlara yardımcı olalım. ne yapabiliriz? öyle diyor adam, çözüm önerisi sunmaya çalışıyor falan, çözmeye, yok etmeye bu illeti, illet diyor, uyuşturucu illeti, gençlerimizi koruyalım, hadi, öncelikle aileler çocuklarına arkadaş gibi olmalı diyor, sonra da toplum olarak uyuşturucu satan insanları gördüğümüzde, duyduğumuzda polise bildirmeliymişiz.

uzaktan taş atmanın anlamı yok çok saygıdeğer joe, bak sana ne anlatıcam:

3 yıl önceydi, fena halde harman kalmıştım ve 24 saat devriye gezilen bir noktadan karşılayabilirdim sadece ihtiyacım olanı, ve gittim elemana, “hacı naber” dedim, “eyvallah baba” dedi, “zarbolar etrafta, dikkatli ol dönüşte”
“pekala” dedim
“sana bişi olmaz da paranı alırlar baba” dedi “ve malını”
“anladım. el mahkum göt gardiyan durumu desene”
“aynen öyle baba”

parayı verdim, ufak bir poşet aldım, attım cebime, cebim delik ve pantolonun altındaki şortun cebine girdi zabazingo. sonra geri dönüş yolculuğu, üç üniforma, köşeye çektiler, “seni gördük” dediler, “üzerinde ne olduğunu biliyoruz” dediler, “nası ya” dedim
“onu bize vereceksin” dendi.

açık açık konuşuyorlardı, çünkü tüm güç onlardaydı, eğer insanlara taşıyamayacağı sorumluluk ve görevler verip üzerlerini de epey yüksek yetkilerle donatırsanız, hiçbir şeyi çözümleyemezsiniz, bu da öyle bir şeydi işte.

“tamam” dedim, “ama sorun ney? çakozlayamadım da mevzuyu”,
“cebinde ne olduğunu biliyoruz evlat” dedi, “bizi zorlama”

sonra üstüm arandı, -arama kararı olmadan ceplerinize elllerini sokamazlar- sonra bulunamadı, ama ben çıkarıp vermek zorunda kaldım, mecburdum. her konuda sınırsız mecburiyetlerle donatılmışız yarattığımız yaşam tarzında, ve hepimiz nefret ediyoruz bunlardan, yaşamak için gerekli zorunluluklar, faturalar, "hadi faturanızı sizin yerinize bankanız ödesin" otomatik ödeme talimatı, yakın bir zamanda otomatik oy verme talimatı da icat edilecek, çünkü hiç kimse fatura kuyruğunda beklemek istemediği gibi, hiç kimse oy vermek de istemiyor artık. oy verenlerle vermeyenlerin oranı neden gözümüzün içine sokulmuyor, toplam oy oranı, oy vermeme oranı, gözümün içine sokulmalı bence tüm bunlar, sonra birde uyuşturucu kullanma ve kullanmama oranları, her neyse, verdim üç üniformaya dalgayı, onlar da geri dönüp benim zavallı kanalıma geri sattılar, bu işler böyle yürüyor, her işte bir pislik dönüyor, (sonradan edit: izlediğiniz çukur salak bir kurmaca senaryo-gerçek çukurlarda çocukluğum geçti, görüyoruz algı karartma gecelerini) ve daha önce de dediğim gibi, en son kimin üzerine bulaştı ise pislik, o çekiyor tüm cezayı. aradaki tüm kurumlar ak. o yüzden, uyuşturucu, sizin tabirinize göre, gençler arasında hızla yayılan bir hastalık falan değil, sizin yarattığınız boktan dünyanızdan uzaklaşmak için bir araç, hepsi bu, ve sınır çizgilerini göremeyenlerin geriye dönemediği bir yol, kabul ediyorum, ama “uyuşturucuya hayır” demektense, “uyuşturucu sayesinde kaçılabilen dünyaya hayır” denmeli bence, içinde bulunduğumuz bu dünyaya yani, bu daha iyi bir tespit, o zaman uyuşturucuyu yok etme savaşında bizim gibiler de size yardımcı olacaktır, çünkü memnun değiliz bizler de..
nedenler. başlama nedenlerine dair tespitleriniz yanlış, çekim gücü yanlış, belirlenen faktörler yanlış, bu kadar

9.
“mary” diyorum
“hııı” diyor, kafasını kaldıramıyor
“mary”
“hıı”

sonra onu yatağa taşıyor ve üzerini örtüyorum. o durumdaki bir hatuna dilediğiniz her şeyi yapabilirsiniz, mary bana güvendiği için bir tek benimle uyuşturucu kullanıyor, beni kaybedince bırakırmış kullanmayı, eğer ben bir gün onu terk eder veya ölürsem o da artık hap atmazmış, tek suçlu oluyorum, kendini yok etmeye devam etmesinin tek nedeni benim, gülüyor sonra, yaşama devam etmesinin tek nedeni olduğumu biliyorum, bu işin kesin çözüm yöntemini kullanıp intihar etmemesinin tek nedeni olduğumu. üst dünyada yaşama devam etmenin tek yolu, kendinize bir yada birkaç suç ortağı edinmektir

10.
herkes bir şeyler hakkında atıp duruyor yine mary, hem de herkes, biz de dahil herkez.. (evet biliyorum, “herkes” ve “herkez” kelimelerinden hangisinin yazımının doğru olduğunu, kıllık yapmak için peşöpeşe iki kez farklı şekilde yazdım, resmin bütününü küçük detaylarda aramaya devam edin ama siz yine de)

11.
uyuşturucuya karşı olanlar bir tarafta saf tutmuşlar, yanlış noktalardan saldırıyorlar, kendilerine iyi bir imaj oluşturmaya çalışıyorlar, yardımsever insanlar bunlar, öyle olmalılar, sadece neye karşı olduklarının farkında bile değiller, hepsi bu. kendinize tanımadığınız bir düşman edinmeyin, yanlış kişileri öldürebilirsiniz. bir de, hayatlarında, örneğin deniz kenarında güneşlenirken yanlışlıkla bile olsa burunlarından iki gram kum tanesi kaçmamış olanlar var, övünen kesim, kullanıyoruz diye övünen kesim, asıl tehlikede olanlar onlar, biz değiliz. bu övünme, bir süre sonra denemeye, üçüncü aşamada ise iğne izlerine dönüşüyor. biz, burada, neyi nasıl yapmamız gerektiğini biliyoruz, ne zaman kaçmamız gerektiğini, nerede duracağımızı, hangi yöne ve ne zaman koşulacağını. o yüzden, bize yanaşmayın. o sizin yaşama savaşınız, bu da bizim

mary bir uçan balon, ben de uçan balonunun ipinden sımsıkı tutan çocuğum, anlaştık mı? bize bir şey olmayacak!

18.mart.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder