18 Haziran 2004

havalandırma deliği



havalandırma deliği




dönemin son sınavıydı.. ve belkide okul hayatımın son sınavı.. okuldan atılmak üzereydim.. atılmamam için hem bu yıl ortalamayı tutturmam, ve eğer bunu başarabilirsem, ardından seneye sınıfta kalmamam gerekiyordu..




yapabileceğim bir şey yoktu, ders çalışmak istememişti gene canım ve aklımda kalanlar ile 10 sorudan ikisini yanıtlayıp sınıftan çıktım.. sınavdaki iki gözcüden biri, benimle yakından ilgilenen bir öğretim görevlisiydi ve benim kağıdımı boş görünce, daha önce yaptığı hatayı ('çıkışta beni bir gör' deme hatası, çünkü onu beklemeyip gideceğimi biliyordu) tekrarlamayıp, hemen peşimden gelerek, sınıftan çıktıktan sonra arkamdan seslendi..




arkamı döndüm, ne var dedim ve bana, konuşabilir miyiz dedi gayet kibar bir tavırla.. kendi açısından bana yardımcı olmaya çalışıyordu ve bu açıdan onu anlayabiliyordum, ama o benim açımdan bakmıyordu asla..




"benim yapabileceğim bir şey yok biliyorsun" dedi..

"önemli değil" dedim

"neden" dedi.. "atılacağının farkındasın değil mi?"

"saçma" dedim..

"ney" dedi,

"bunca çaba" dedim, "şu an ki yaşama savaşı"

"sen dünyayı değiştiremezsin ki"

"değiştirmek istiyor muyum ki?"

"ya ne istiyorsun?"

"susmanı!"




şefkat dolu bir gülüş vardı yüzünde, aynı zaman beni aptal ve çocuksu buluyordu..

"odama gidelim" dedi, "vaktin varsa yani?"

"ah evet, tabi neden olmasın.." gittik..



"otur." oturdum.. "bir şey içer misin?" dedi, "söyleyeyim.."

"gerek yok" dedim, "şimdi de ben sorayım, neden?"

"tek şansın bu" dedi, "anlamıyor musun? başka şansın yok." tekrar, tüm olan biteni saçma bulduğumu söyledim..




"n’apmak istiyorsun" dedi, "sen belki matematiği, fiziği ve daha bir yığın şeyi gereksiz buluyor olabilirsin ama bak, fotokopi çektiriyorsun dergin için, otobüse biniyorsun, film izliyorsun.. yani tüm bu şeyler, bu bilimin sayesinde oluyor, bilim ilerledikçe daha yeni şeyler çıkıyor ve hayatımız kolaylaşıyor, uçaklar, internet, cep telefonları.. anlıyorsun ya.. senin için de yararlı şeyler vardır mutlaka, en azından müziğin senin için önemli bir şey olduğunu biliyorum." beni iyi tanıyordu, oldukça iyi..




"tüm bunlar için, 10 saat çalışıp 10 saat de uyuduğumu düşünürsek, 1 saat de yol, geriye kalan 3 saat için mi hepsi? Yorgun düşülmüş 3 saat? bunların hepsi de birbirine bağlı, yetişmiş insan gücü, bir hikaye! ben bir şey üreticem, sende bir şey üreticen, sonuçta ikimizin emeğinin yüzde ellisi ile birileri keyif çatıcak, yüzde ellisi ile biz birbirimizin ürettiği şeylerin yüzde onuna sahip olabileceğiz, yüzde doksanı ise gene üst kademe beylerinin olucak.. ah evet, ben de yükselip, süper bir hayata kavuşabilirim, haklısın, ama saçma işte, gereksiz hepsi.. sadece yiyecek ve giyecek yeter.. elektronik olan/lüks olan ve üretimi için belli bir profesyonel bilgi gerektiren şeyleri üretmek ve kullanmak için hayatımızı tüketiyoruz.. ve sen bana ölümün de zayıf işi olduğunu söyleyebilirsin, ama ölüm bazen de isyandır, bu hayata ayak uyduramayanların isyanı, redddenlerin isyanı. balinalar sence zayıf oldukları için mi intihar ediyor, ne dersin? bence reddettikleri için..




işe yaramadığını söyleyebilirsin ama zaten işe yarasın diye ölünmez.. (burada açlık grevlerine de gönderme yapıyordum ama anlamazdı pezevenk, siz anladını mı?) ritme ayak uyduramayan biri gibi algıla bunu, herkes horon tepiyor, oysa ben durup dinlenmek istiyorum, e tabi normal olarak düşüyorum durunca, ve eziyorsunuz beni, ve sizin gibiler yüzünden benim dışımda, orada, içerde, sınavda, hala sınavda, 79 kişi, HIZA ayak uydurmaya çalışıyor..




ama anlayamadıkları şey, o hızda manzararın görünmeyeceği.. o hızda dünya görünmez, yaşam görünmez.. ve aniden fren kopar.. daha sonra da bir tekrarın içinde sıkışıp kalırsın, çocuğunu da kendine benzesin diye okula yollarsın, dersin ki oku da baban gibi eşek olma. oysa fark yoktur, günümüzde okuyan da okumayan da eşektir, ceo’lar bile eşektir, nerdeyse 24 saat çalışıp milyarlarca maaş alırlar ama sadece tatillerde yaşarlar..




yüksek hız mide bulandırır, baş döndürür, zevk aldığını sanırsın başlarda ama bu sahte bir zevktir.. gittikçe manzara yok olur ve düz bir çizgiden ibaret olur gördüğün her şey, aynılaşır, aynalaşır.. ben durmayı ve böylece düşmeyi seçenlerdenim..




bir otobüs gibi algıla bunu. siz otobüste oturmuşsunuz ve otobüsün hızı aşırı yüksek.. bu hızda siz sadece camdan bakıyorsunuz, ama hiç bir şey görmüyorsunuz, bazen hostesler [gezegensel iş makinası] sizlere yeni ikramlarda bulunuyor, ama bunlar sizi tatmin etmiyor, siz durup dinlenmek istiyorsunuz, oysa sadece, arada sırada mola verebiliyorsunuz, hepsi bu..




biz aynı otobüsün içinde, otobüsün hızına eşit bir hızda terse doğru koşanlarız, bu nedenle de bizim manzaramız hep aynı kalıyor sizin yüzünüzden. sadece yanımızdan geçen koltuğa oturmuş insanlar değişiyor, anne baba, abi, abla, dayı amca, teyze hala, ilkokul öğretmeni, ortaokul lise, üniversite, çavuş, komutan, general, başbakan, imam, koca, arkadaş, dost, bir sürü ıvır zıvır..




sürekli aynı şeyi söyleyip duruyorsunuz bize; ‘otursana boş bir yere, bizimle gel, hıza ayak uydur..’




istesek yapamaz mıyız sanıyorsunuz? yapıyoruz zaten, aynı hızdayız sizinle, sadece yönümüz ters.. otobüsün kapısını bulabilsek inicez ama dayanamıyoruz sonuna kadar, ya siz bizi pencereden aşağı atıyorsunuz (içeri) ya da biz üstteki havalandırmayı bir kurtuluş olarak görüp (intihar) ölüyoruz.. ama bu zayıflık değil.. reddediş.."




sustum.. hiç bir şey söylemedi.. beni çocuksu bulduğundan eminim.. ayağa kalktı, elimi sıktı ve “sen bilirsin genç” dedi alaylı bir şekilde pis pis sırıtarak..




dışarı çıktım.. merdivenlerden indim, kampüste kimseyle görüşmeden evin yolunu tuttum.. milyarlarca insan, hıza ayak uydurmaya çalışıyordu.. manzara aynıydı ve sıkılmıştım artık.. tepedeki havalandırma deliğine takıldı gözüm.. henüz zamanı gelmemişti..




// 18.06.2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder