17 Haziran 2004

hangi uyanış



hangi uyanış




sabahın yedisinde, akşam sahibi tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere, zırlamaya başladı çalar saat.. uyanmakta güçlük çekiyordu her zaman olduğu gibi.. uyanmak istemiyordu zaten.. sonsuza kadar uyanmadan rüya görmeye razıydı aslında.. ama karısı izin vermiyordu buna; "hadi kocacım sabah oldu işe geç kalıcaksın.. kahvaltı hazır. hadiiii"




gözleri biraz açılır gibi oldu ama mücadele ediyordu bununla.. uyanmak istemiyordu.. akşamki hapın tesiri ile yine çok gerçekçi bir rüyanın içinde yaşamaya başlamıştı.. belki rüyada özgür bir iradeye sahip değildi ve bilinç altında biriktirdiklerinin bir yansımasıydı tüm görüntüler ama gerçek hayatta da özgür olduğunu düşünmüyordu zaten.. kurulu bir çalar saatin özgür iradesi ne kadarsa, onunki de o kadardı işte.. bir eksen etrafında dönüp durmak..




hafta sonları yaşıyordu sadece.. hayır, hafta sonları uyuyordu sadece. tüm haftanın yorgunluğunu başka türlü atamıyordu çünkü.. hayatını bir kum saatine, daha doğrusu, bu kum saatinin içindeki kum taneciklerine benzetiyordu..




her sabah ters çevriliyordu bu saat ve akşam 11'e kadar tüm kumlar alt bölüme taşınıyordu.. sabah aynı kumlar yeni bir ters çevrilme ile aynı döngüyü yaşamak için yavaşça kaymaya başlıyordu.. tekrar.. tekrar.. aynı hızda ve aynı oranda bitmek bilmez bir toprak kayması gibi.. ve her seferinde biraz daha ufalanıp inceliyordu kum taneleri.. böylece çözünmeye başlıyordu, dayanıksızlaşıyordu..




büyük kızı, kahvaltısını yapıp banyoya ellerini yıkamak için giderken babasına seslendi; "baba hadi saat çeyrek geçiyor, 15 dakika sonra gelicek otobüsün. işe geç kalıcaksın"




gözlerini hafifçe aralayınca, karşı duvardaki saatin ‘12’ geçtiğini gördü ve ' üç dakika daha' diye düşündü kendi kendine, (hangimiz düşünmedi ki?) oysa 12 dakika geçikmişti zaten..




“sikmişim işi” diyerek, hışımla kalktı ve lavaboya gitti.. büyük kızı dişlerini fırçalıyordu, araya girip yüzünü yıkamak isteyince kızının 'ya baba bekle biraz okula geç kalıcam' tepkisi ile karşılaştı. yüzünü yıkayıp biraz daha ayılınca karısının seslendiğini duydu;




"acele et, geç kalıcaksın"

"tamam"




mutfağa girdiğinde küçük kızının kahvaltısını yapmak üzere olduğunu, büyük kızının elindeki nescafe bardağını işaret ederek 'sana da yapayım mı?" diye sorduğunu ve karısının ise küçük kızının gömleğini ütülediğini farketti..




neden aşık oldum ki ben buna diye düşündü kendi kendine.. nesine aşık olduğunu sorguladı içinden.. bu sırada kızının elindeki çok koyu bir nescafe bardağını ona tuttuğunu fark etti.. gülümsüyordu ona kızı; 'senin için yaptım uykun açılsın diye.'




nescafeden bir yudum alıp bardağı masanın üzerine bıraktıktan sonra, yatak odasına girerek pijamasının üzerine bir pantolon geçirdi.. üzerine de bir kazak giyerek tekrar mutfağa döndü ve bir dilim ekmek ile bir parça peyniri 15 saniyede yuttuktan sonra nescafesini de bir dikişte bitirip kızına 'iyi dersler' kızım dedi..




büyük kızı lise üçe gidiyordu, aynı zamanda da dershaneye.. küçük kızı ise lise ikide idi.. büyük kızı, evliliğinden bir yaş küçüktü.. yani evlenir evlenmez aşkın büyüsü ile çocuk yapmaya karar vermişlerdi karısı ile, şimdiyse bu iki çocuğa iyi bir gelecek hazırlama adına ömrünü tüketiyordu..

evin önünden geçen servisin kornasını duyar duymaz küçük kızı da çantasını sırtına alıp 'alasmaladık' diyerek yola koyuldu.. bu sırada çekeceği dün nereye koyduğunu hatırlamaya çalışıyordu baba, 4 sene önce aldığı ayakkabısını giymeye çalışırken.. ayağa kalkıp montunu da giydikten sonra, karısına bir veda öpücü bile vermeden sadece 'ben çıkıyorum hayatım' diyerek açtı kapıyı..




bu 'hayatım' bir alışkanlıktan dolayı söyleniyordu sadece, yoksa kendine ait bir hayatının var olduğu bile söylenemezdi, değil ki başkalarına kendi hayatıymışçasına hitap edebilsin..




otobüs durağı biraz uzaktaydı.. ve her zaman olduğu gibi durağa doğru yürürken dün gece gördüğü rüyayı tüm detayları ile hatırlamaya, tüm varyasyonlarını zihninde tekrar tekrar canlandırmaya çalışıyordu.. durağa geldiğinde, aynı yerde çalıştığı arkadaşını ve aynı duraktan binip, farklı duraklarda indiği kadının çoktan gelmiş olduğunu fark etti.. adam ve kadına ‘günaydın’ dedikten sonra, kent kartını hazırlayıp, insan kusan bir otobüsü beklemeye başladı.




lise yıllarından beri, askerlik ‘hizmeti’ dışında, her sabah ve akşam bir otobüse biner ve sadece hafta sonları yaşardı. aslında lise ve üniversite yıllarında, yaşadığını biraz daha fazla hissediyordu ancak askere gidip geldikten sonra, kendisini bekleyen ve üniversitenin son yılında tanıştığı şu anki eşi ile evlenince, hayatını iyice her gün aynı rutinde tüketilir bir ekmeğe benzetmeye başladı..




her sabah yeni bir ekmek olarak güne başlıyor ve akşam olduğunda yeni bir ekmek olmak için fırına giriyordu. bu düşünceler içerisindeyken otobüsün geldiğini fark etti ve biraz sonra iyice yaklaşan otobüsün durması için elini kaldırdı. otobüs yine ağzına kadar doluydu ancak otobüsteki hiç kimsenin bu durumdan şikayetçi olduğu yoktu..




aslında herkes, onları bir robota benzeten bu sisteme karşı kendi içlerinde, tüm bedenlerini kaplayan ancak sistemin geneli ile karşılaştırılınca ufak kalan isyanlar barındırıyordu. önemli olan bu isyan dolu bedenlere aynı sıkıntıları paylaştıklarını fark ettirebilmekti.. işte o zaman yönetilmenin bir gereklilik olmadığının, ürettiklerinin çok az bir bölümünü tükettiklerinin ve hiç üretmeyenlerin onlardan yüzlerce kat fazla tükettiğinin farkına varabilirlerdi..




farkındaydılar da bunun, ama çatlak sesler çıkartmaktan korkuyorlardı.. çünkü aykırı olan her ses halkı kin ve düşmanlığa iten bir neden olarak algılanıp suç sayılabilirdi.. bu suçlu sesin sahibine ise sıfat olarak yakıştırılan tek şey bir ‘vatan haini’ olduğuydu.. bu nedenle en iyisi, ses çıkartmadan kurulu düzenin minik bir dişli çarkı olarak, otobüsün içindeki diğer dişli çarklar ile birlikte kendilerine değen büyük dişli çarkın onları topluca iteklemesi sonucunda bir bilinmeze doğru sürüklenmekti..




aslında bu en iyisi değil en kötüsüydü.. ama hepsi bir noktada çalışmak zorunda bırakılmışlardı. eğer maaş zammı için grev yapsalar işten atılır ve çok uzun bir süre aç kalabilirlerdi. sadece kendilerinden sorumlu olsalar bunu pek umursamazlardı aslında ama bir de çocukları vardı bakmaları gereken.. zaten hep bu çocuk işi yüzünden katlanıyorlardı bunca eziyete..




bu düşüncelere dalmışken birden arkadaşının dürtüklemesi ile kendine gelen baba, arkadaşının işareti ile otobüs camının dışına yöneltti gözlerini. dışarda genç bir sarışın karşıdan karşıya geçmek için beklemekteydi ve önünden geçen otobüsün içinden ona doğru bakan iki erkeği fark etmedi bile.. bu esnada adamın aklına 'ya kızlarıma da birileri bakıyorsa' diye bir düşünce gelmedi hiç.. onun, otobüsün dışındaki sarışına bakıp bakmaması ile onun kızlarına bakıp bakmamaları arasında bir bağlantı yoktu.. iki durak sonra ineceklerdi ve bu yüzden arka kapıya doğru yanaşmaya başladılar.




işyerine geldiğinde cebinden kartını çıkartıp makineye bastı, cebine kartı sokmadan önce kartta bugün, ayın 27'si için, sekiz 22'de giriş yaptığına dair mührü kontrol etti. ay sonunun yaklaştığını fark etti böylece.. ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu.. sonuçta yine maaşları geç alıcaklardı.. bu iş yerine girdiği 3 sene olmuştu ve artık alışmıştı buna.. asla maaşlar vaktinde ödenmezdi.. ancak büyük patron her yıl arabasını güncelleştirmekte gecikmiyordu..




soyunma odasına giderek tulumunu giyip ardından tuvalete gitti. tuvaletinin geldiği falan yoktu aslında, sadece “bu domuzlardan kaç dakika çalsam, kârdır” diye düşünüyordu.. saat 08:35'de tuvaletten çıkıp ellerini yıkarken aynada kendini gördü ve şaşırdı buna.. uzun zamandır dikkat etmiyordu nasıl göründüğüne.. neden şimdi birden fark etmiştiki bunu.. evet evet, kırık olan aynalar yenilenmişti de ondan. tam 3 aydır ayna yoktu tuvalette. biraz daha oyalanıp usta başını kızdırmak yerine doğrudan tezgahın başına geçmeyi tercih etti.. eline aldığı düz parçayı, önündeki resme göre işlemeye başladı.. ilk 3-4 parçada resme bakarak, ölçüleri kontrol ederek yapıyordu bu işi.. ardından gözleri başka şeylerle -örneğin arada sırada gelip geçen sekreter kızla- meşgul oluyordu ve bu sırada makinesi gibi otomatiğe bağlanan elleri parçaları alıp yerleştirip bir süre sonra işlenmiş halini kutuya atıyordu.. bu şekilde bir günde bin parça işliyordu.. öğlen vaktinin nasıl geldiğini anlamıyordu. saat 12:30'a kadar sorun yoktu.. ancak öğlen yemeğinden sonra geçmek bilmeyen zamana karşı yarışmaya başlıyordu.. çünkü büyük patron öğleden sonra işe gelir, işçilerinin saatte ne kadar parça çıkardıklarını kontrol eder ve sonra da odasına giderdi..




büyük patron odasındayken sorun yaratmıyordu, ancak bu kez de ustabaşı, büyük patronun teftişine karşılık hazırlıklı olmak için işçilerin arasında gezintiye çıkıyordu ve dinlenen bir işçi olduğu zaman anında not ediyordu.. eğer siz 3 kez dinlenirken yakalanmış iseniz, üst katta uyuklamaktan başka bir bok yemeyen müdüre şikayet ediliyordunuz.




saat beşi buldu.. işçiler arasında öğlen yemeği haricinde konuşmak yasaktı ve böylece işçilerin kendi arasında da örgütlenmesi yavaşlatılmış oluyordu.. işçilerin mesai saati bitiminde de bu konuları tartışmaya hiç hevesi kalmadığı için, patronun keyfi yerindeydi.. daha geçen ay 10 işçiyi 'tasarruf’ nedeni ile işten çıkarmış ve geride kalanlarının işten çıkarılmamak için susmasını sağlamıştı..




saat beş buçuktan sonrası, yani son bir saat geçmek bilmiyordu.. kapanan göz kapakları, yorgun düşen beden ve tüm bunlara eş zamanlı olarak büyük gürültü ile çalışmaya devam eden makineler.. akşam altıyı yirmi geçe artık iyice yavaşlıyordu zaman.. bir saat kadar uzun geliyordu her bir dakika.. paydos zili geçici bir mutluluktu sadece.. her şeyin 14 saat sonra tekrar başlayacağını haber veren bir zil.. soyunma odasında iş giysilerini, eve dönüş kıyafetleri ile değiştirmek.. ardından eve dönmek için otobüs beklemek.. ağzına kadar dolu olan otobüse binmeye çalışmak.. eve saat sekizden önce varamıyordu asla.. ve saat dokuzda anca kavuşuyordu özgürlüğüne.. bu esnada da yavaş yavaş yokluyordu bedenini esnemeler..




eve varıp yemeğini yiyip, kızlara dersleri konusunda yardım ettikten sonra saatine baktı, dokuzu on üç geçiyordu.. çıkarıp defterini, dün gece gördüğü rüyayı yazmaya başladı;




rüyamda; evimde oturmuş kızımın ödevine yardım ederken büyük bir gürültü duydum.. karım koşarak arka balkona gidip baktığında, simsiyah bir bulutun çok yükseklerden yaklaştığını söyleyip beni çağırdı büyük bir endişe ile.. gidip baktığımda gördüğüm şey çok uzaktan büyük bir hızla yaklaşan sim siyah bir toz bulutuydu. o kadar siyahtı ki.. tanrım! ve bu siyah ve büyük toz bulutu, sanki küçük siyah arılara benziyordu ve tıpkı göçmen kuşlarının göç etmesini andıran bir görünüm veriyorlardı insana.. o kadar hızlı uçuyorlardı ki.. kaçmamız için hiç bir fırsatımız yoktu.. bu sırada büyük kızımın gülümsediğini gördüm, kızıma 'neden gülümsüyorsun bu konu hakkında bir şey biliyor musun' diye sorunca bana 'baba bunlar siyah işçi arılar, özgürce yaşayabileceklerini, kimsenin buyruğu altına girmeyeceklerini anlatmak istiyorlar, merak etme asla zarar vermezler, izlemek istiyorum noluur' dedi..




kızımın bu sözleri karşısında gözlerim doluyor ve anlamaya başlıyordum.. bu sırada havada uçan onlarca motor gördüm.. biraz daha dikkatlice bakınca bunların polis motorları olduğunu fark ettim.. üstlerinde ise üniforma giymiş domuz hayvanları vardı.. rüya işte..




bizim balkonun önüne doğru yaklaşan bir motorun üzerindeki domuz, elindeki sopa ile dürtükleyerek, içeri girmemiz gerektiğini, yoksa bu arıların hışmına uğrayacağımızı söyledi.. kızım izlememiz gerekti, hatta onlara yardım etmemiz gerektiği konusunda bana yalvarsa da, kapıyı kapatıp içeri girdik.. ve televizyonda türkiye ingiltere maçının sıfır sıfır bittiğini gördüm.. tüh, yine ingilizlere gol atamamışız diye kendi kendime söylenirken, karım bir diziye bakmak istediğini söyledi.. “zaten ben uyucam, neye bakıyosanız bakın” dedim.




bu sırada büyük kızım ile küçük kızımın kavga ettiklerini gördüm.. küçük kızım 'seni babama söylücem' derken, büyük kızım 'göstermicem işte, yapma lütfen sonra bakarsın' diyordu. 'neymiş bana söyleyeceğin' diye küçük kızıma seslendim.. oda 'ya.. kitabının arasında bir dergi var göstermiyo' dedi.. büyük kızım 'baba nolur siyah işçi arılarına baksaydık, hem onlar zarar vermezki' derken ağladığını fark ettim.. ona 'kızım polisler bizim güvenliğimiz için böyle söylediler.. yarın haberlerde nelerin olduğunu gösterirler, ordan izleriz' yanıtını verdikten sonra ekledim 'neymiş senin kitabının arasında olan şey?', biraz kekeleyerek 'ya şey.. hiç bi şey değil.. ösys soru kitapçığı işte..' cevabını verdi..




'ver ben bi bakayım şuna..' dedim.. oda çekinerek uzattı.. kitabın arasından, kapağında kara bir bayrağın yanarken çekilmiş resmi olan bir dergi çıktı.. bu esnada karımın,




"hadi kocacım sabah oldu işe geç kalıcaksın.. kahvaltı hazır hadii" diyen sesini duydum.. gözlerimi biraz aralayıp daha sonra tekrar kapatınca, başka bir rüya gördüm.. bu kez dışarıdan şarkı sesleri geliyordu ve arka balkona gittiğimde kızımında aralarında bulunduğu büyük ve rengarenk bir topluluğun çağrısını duydum, arkada ise kara bir bayrak yakılıyor ve bu esnada atılan sloganlarda artık bu tip simgelere ihtiyaç kalmadığı belirtiliyordu..




bu esnada büyük kızım şöyle seslendi; "baba hadi saat çeyrek geçiyor, on beş dakika sonra gelicek otobüsün işe geç kalıcaksın."



gözlerimi ikinci kez araladım.. yeni bir gün daha başlıyordu işte.. işe gitmeliydim.. ve uyandım..




// 17.06. 2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder