8 Haziran 2004

ayyaş

ayyaş


bu mahalleye yeni taşınmıştım.. kimseyi tanımıyordum ve bana bir mutantmışım gibi bakıyordu herkes.. çoğu erkek, mahallenin kahvesinde takılırdı.. işsiz bir yığın tip..


45 yaşında, bira göbekli, kirli sakallı ve aylak bir adamdım.. evim 2. kattaydı.. ve evin karşısında ise bir bakkal vardı.. mahallenin sularının kesik olduğu bir yaz günü bakkala gittim ve "bir bira" dedim.. birayı aldım, parayı ödedim, evimin 5 metre yanında yıkık dökük bir ev vardı.. evin önündeki bir ağacın altına oturdum.. birayı açtım..


yoldan tek tük araba geçerdi.. ve sürekli insanlar.. güzel genç kızlar, pazardan dönen ev hanımları, okuldan çıkmış öğrenciler, ganyan bayiinden -ilk ayakta yan gelip- evine dönen işsizler.. biramı yudumluyordum.. biram bitince bakkala gittim ve "bir bira" dedim.. birayı aldım.. parayı ödedim.. ağacın altına geçtim.. oturdum.. biramı yudumlamaya başladım.. lüks bir araba geçti önümden.. ve güzel genç bir hatun.. ve bir de, 2. ayakta yan gelen bir işsiz.. biramı bitirip yeni bir tanesini almak için bakkala yönelince, bir ses duydum.. "bakar mısın, bana ekmek alır mısın?"


şaşırmıştım.. bir ev hanımı, benim gibi birine ekmek mi aldırıyordu? sepeti uzattı.. parasını aldım.. kaç tane, diye sordum ve daha sonra ekmeklerini alıp sepetine yerleştirdim.. 40'larında olmasına rağmen hayattaydı hâlâ.. o sepeti çekerken, ben bakkala döndüm ve "bir bira" dedim.. bakkal yaşlı bir adamdı ve üç tane oğlan yapmıştı aleti hayattayken.. 3 adet oğlan, biri askerden yeni gelmiş, bir diğeri 25'lerinde, ve en büyükleri ise 30'larında.. üçü de işsizdi.. hayır işsiz değillerdi aslında, nasıl olsa bir bakkalları vardı, ganyan için para da.. çalışmıyorlardı.. yemek yapan bir anne, çeşmesi akan bir ev ve at yarışı.. geri dönüp her gün bira yudumladığım ağacın altına yönelmişken bir ses duydum, evimin yanındaki kahveden bir adam sesleniyordu.. gittim.. elini uzattı ve tokalaştı.. “merhaba, bu mahallede kimseyi tanımıyorsunuz sanırım eğer tanışmak isterseniz.”


merak ettiğiniz şey ne?” dedim,

şey biz arkadaşlarla sizi çok gizemli bulduk, ne iş yaparsınız geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz acaba, 2 aydır her gün o ağacın altında içiyorsunuz, acaba kimsesiz misiniz?”

yazarım” dedim.

yazar mı?” dedi.

evet” dedim, “öyküler yazarım ve bana para verirler.. ben de parayı biraya ve yumurtaya, tüpe ve suya yatırırım.”

ilginç” dedi.

evet” dedim “ben de bilmiyorum nasıl olduğunu ama yazdığım deli saçmaları için birileri para ödüyor.. neyse tanıştığımıza memnun oldum.”

ben de” dedi, “bazen aramıza katılabilirsiniz, kumar sever misiniz?” anlaşılan iki elde yolunacak bir tavuk gibi görünüyordum onlara.

evet” dedim, bir masaya geçtik, pokerdi oyunun adı ve ben ilk kez oynuyor değildim elbette.. onlara benim gibi bir ayyaşa bu oyunun nasıl oynandığını öğretip öğretemeyeceklerini sordum. içlerinden bir tanesi, gülerek anlatmaya başladı.. ve oyuna başladık.. ve oyunu bitirdik, acemi şansı işte deyip masadan kalktım.. kazandığım para ile bakkala girdim ve “2 bira, 1 yumurta bir ekmek” dedim.. az önce ekmek aldığım kadın balkonda oturmuş örgü örüyordu..


ertesi gün sabahın dokuzunda kapım çaldı.. kiramı ödemiştim bu ay ve başka kimse de gelmemişti taşındığımdan beri.. yazdığım öyküyü yarıda bırakıp kapıyı açtım.. ekmek aldıran kadın karşımdaydı.. ya da örgü ören kadın.. ya da her neyse işte, dünya üzerindeki bilmem kaç milyar çatlaktan biri karşımdaydı.. ve ben tüm çatlakları doldurmak için yaratılmıştım.. hiç vakit kaybetmeden ve duraksamadan, “içeri geç” dedim “ve öykümü bitirene kadar bekle”

çok hızlısın” dedi “ve nasıl bu kadar eminsin.”

ben anlarım” dedim, “senin gibi yüzlercesi ile güreştim ben, gözünden anlarım bir kadının ne istediğini ve şimdi, eğer başarabiliyorsan –genelde başaramazlar, hiç bir zaman başaramazlar, asla başaramayacaklar- sesini çıkarmadan otur.”


terliklerini çıkardı ve öykü yazdığım odada oturacak bir yer aradı

otursana” dedim “kral suiti için daha 1000 kitap yazmalıyım, ben çok satan biri değilim güzelim”


halıya oturdu.. rekora koşuyordu, tam beş dakikadır çıt çıkarmamıştı.


tık tık tık.. tık tık.. tık tık tık tık tık. durdum ve sigara paketimi attım önüne, ardından öyküme devam ettim. tık tık tık..


sigarayı yaktı ve bir kenara atılmış üç beş şiirimi kestirdi gözüne.. kağıtları eline aldı ve 5 dakika sonra,

sen mi yazdın bunları” dedi. asla başaramayacaklar diye düşündüm..

susar mısın?”

ama sen mi yazdın bunları?”

sus”

ama çok güzeller” derin bir nefes aldım ve

ben yazdım ve sus”


10 dakika sonra “ne zaman biticek” dedi.

bilmiyorum” dedim “ve sus!”


öykü bitti.. ayağa kalktım ve yanına gittim.. ayağa kalktı.. sarıldım.. kalçalarını okşarken boynumda nefesini hissettim.. öptüm.. öpüldüm.. güzel değildik ama boşalmıştık yine de.. giyinip evine gitti.. ve bende ağacın altında bira içmeye devam ettim.. güzel bir genç kız geçti önümden.. arkasından bakarken biramı yudumluyordum ve ‘ah keşke’ ile başlayan bir cümle kuruyordum içimden.. sanırım benden geçmişti artık.. öykü yazacak ve kaybedecektim.. ama yine de, ben yirmisindeyken on beşinde olan biri ile kırkbeşine geldiğim bir zamanda vuruşmak hayatta tutuyordu beni.. ve öyküler öyküler öyküler.. ölmek için daha vakit vardı.. biramdan bir yudum aldım ve ekmekleri sepete yerleştirdim..


// 08.06.2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder