tutarsız ve paramparça ve yarım yamalak bir deneme…
1.
tanıştık
birileriyle
bir şekilde
ve sonra başka bir şekilde,
benim yazdığımı
ve fanzinler çıkardığımı öğrendiler
ve dediler ki;
“hey ben de yazıyorum”,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor”,
“senin gibi yazmak istiyorum”,
“yazımı okudun mu?”
“tavsiyelerine ihtiyacım var”,
“seninle tanışmak istiyorum”,
“seni tanımak istiyorum”,
“seni tanıdığıma sevindim”,
“görüşebilir miyiz?”,
“dergimizde yazmak ister misin?”,
“yazım hakkında ne düşünüyorsun”,
ve ben de onlara,
çok kaba davranmak zorunda kaldım,
gerçekten çok kaba,
onlara dedim ki;
“herkes yazıyor”, dedim,
“hey ben de yazıyorum”, diyene,
“benim gibi yazmak marifet değil” dedim,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor” denildiğinde,
nasıl yazdığımı bilmediğimi söyledim,
“senin gibi yazmak istiyorum”, dediklerinde,
ve “yazımı okudun mu?” dediklerinde
okuyamamıştım henüz
ve belki de hiç okuyamayacaktım ama
“okuyacağım” dedim yine de,
çünkü okumak istiyordum
ama okuyamıyordum,
ve “tavsiyelerine ihtiyacım var” dedi biri,
“tavsiyelere hep ihtiyacım olmuştur” dedim ben de ona,
“seni tanımak istiyorum” dedi,
“kendimi tanımak istiyorum” dedim,
“kim olduğumu bile bilmiyorum moruk”.
böyle alakasız, ucube, yetersiz, kaba,
kimine göre kendini beğenmiş,
ama bence ironik ve tutarlı
cevaplar da verdim yani,
ve sonra bana,
“seninle tanışmak istiyorum” dediklerinde,
susup kaldım çünkü,
çünkü bir anlamı yok bunun,
tanışmanın,
arkadaş olmanın,
hayatında yeni insanların var olmasının,
falan filan falan filan,
“seni tanıdığıma sevindim” dedi,
“nerde görüştük hatırlayamadım” dedim,
“hayır yani yazılarından”
“duvarlarımı aşamazsın” dedim ona,
“görüşebilir miyiz?”,
“hava sisli görünüyor”
“dergimizde yazmak ister misin?”,
“nerde satılıyor, alayım bi’ ara, boş taraflarını karalarım kurşun kalemle”,
“yazım hakkında ne düşünüyorsun?”,
“yazlar sıcak ve kurak geçer burada”,
“seni seviyorum”
“eyvallah”.
## yayınlanmayan kısım şu ##
2.
sonra
zaman geçti, hep vermek istediğim cevapları içimde tutarak geçti zaman,
incelikli davranmak gerekmiyordu belki de, ama ben de incelikli
davranmaya çalışmıyordum zaten, incelikleri olan bir heriftim ben, öyle
demişlerdi, yalan söylüyorlardı, yalan söylüyorlardı çünkü her zaman
için son söylenen kelime kayda değerdi, hayatınızı kimsesiz çocuklara
adamış olabilirdiniz, ve ölmeden birkaç gün önce 8 yaşındaki bir kıza
tecavüz edip, imajınızı yerle bir edebilirdiniz, kesintisiz bir düzeyde
mükemmel kalmak imkansızdı, tutarsızlıkları vardı insanların,
kararsızdılar, her konuda kararsızdılar ve kendilerini düşünmek dışında
da bir şey yapmıyorlardı, daima kendileri, aynen benim gibi, kendi
üzerine yazmak gibi, yaşamı kendi üzerine kurmak gibi, kendi hayatın
üzerinden yola çıkarak düşüncelerini anlatmak gibi, devam ettim ben de,
ettim ve gelen okları yanıtlamaya çalıştım, kibarca, sabit kalıp sussam
ıskalamış olacaklardı, yapmadım ama, yıllarca bunu yapmadım ve
kaybettim, daha fazla insan geldi, daha fazla insan, daha fazla baskı,
çünkü insanların ortak zaafı, karşılarında susup dinleyen birini bulunca
kesintisiz konuşmak, konuş dur amına koyayım, kim tutar seni, “dün
başıma şu geldi Aysu”, “geçen yıl Tunç diye bi herifle beraberdim”,
falan filan falan filan, kendi duvarlarınız aşınmaya başladıkça da
zihninizin önünde başka bir duvar inşa edilmeye başlanıyordu, “çok
saygısız bir kişilik girdo”, “çok küstahsın girdo”, “girdo burnun çok
havada”, evet evet evet, hayır hayır hayır, bir saniye, n’oluyoruz,
karar vermekte zorlanıyor muyum? karar verme anımda etki altında mı
kalıyorum? kimseyi kırmamak? incitmeyeceğim seni güzelim, kapım hep açık
sana, herkese kapım açık anasını satayım, kapım bile yok hatta, sonra,
daha sonra, odada tek başına, odada tek başına… yok gelen giden, kendi
kendini becer girdo..
sonra,
sonra zamanla kendine değer vermeye başlar insan. insan sosyal bir
varlıktır derler, ben kısmen asosyal bir herifim, kısmen aseksüel oluşum
gibi yani, ve kısmen anormal.. her şey kısmen var olmakta. olabilmekte
ya da. dengede demek daha doğru aslında, kısmen yerine dengede. denge
hali. iyi ve kötünün arasında. tao. yin yang. akış. zihinsel akışa
kapılıp giden yaşamsal akış. sonra?
sonra
insanlar gelmeye devam etti. ve ben bir karar aldım. hayatımı
sıfırlamaya bakacağım. kendim olmaya. kendin olmak, olabilmek, hiçbir
toplumsal ve duygusal baskı altında kalmadan doğruyu, sadece doğruyu
söyleyeceğinize dair yemin eder misiniz? kim edebilir? ben etmek
istiyorum tanrısını satayım? n’apıcaz şimdi? bilmem… bilemem yani. hiç
bir şeyi bilemem.. öğrenmek istemediğim şeyler de var bunun yanı sıra.
mesela araba. araba nasıl çalışır? ne bileyim nasıl çalışır oğlum.
otobüs şoförü bilsin onu. sonra? mesela post-modernite ne demek? ne
bileyim ne demek? ama öğrenmek isterdim lan bunu. öğretilmek değil,
öğrenmek.. kitap? evet, evet kitap.. ideal bir öğrenme şeklidir, insanın
öğrenmek istediklerini kendi kendine öğrenebilmesi. geçelim efendim..
ne diyorduk? şunu;
incelikli
davranmaya çalışmak, hayatınızı cehenneme çeviren bir fiyasko ile
sonuçlanabilir, daha sonra bir boy aynasına baktığınızda arkanızda büyük
bir topluluk görürsünüz, pençelerini size geçirmiş insan kalabalığı, ve
hışımla arkanızı dönüp bir bakarsınız ki, hiç kimse yok, bu kez aynada
sırtınız görünüyordur aynaya sırt çevirdiğiniz için, ama siz görmezsiniz
onu, bir adım geri atar, aynaya yaslanırsınız, kendi sırtınıza
yaslanırsınız bir anlamda, ve dersiniz ki; “hepimiz aslında berbat yazan
tipleriz, bırakalım bu mesele üzerinde atıp tutmayı”.
ordan biri çıkıp der ki; “harikulade yazıyorsun moruk”,
“eyvallah”
dersin ona, hoşuna gider çünkü bu, insanın hoşuna gider beğenilmek,
kimsenin bu konuda bir itirazı olmasın, sol tarafımda yarı otomatiğe
alınmış, şarjör ağzı bozuk bir mp5 var, onu kullanmayı zorla öğrettiler
bana ve çok iyi kullanabilirim gerekirse, ne diyordum?
şiddet
kullanmak zorunda kalabilir insanlar. pasifist değilim ben. anarşist de
değilim, ama olsaydım eğer aktivistlerin tarafında yer alırdım. çok
saçma bir şey iyilik meleği isa’nın “sol yanağını çevir” demesi.
çevirebilirsin de aslında zaman zaman, ama bu kime-niçin-neden
çevirdiğine göre değişebilir, yiğenim ağzıma sıçsa, “al tuvalet kağıdı”
der uzatırım ona mesela, ama bunu sen yapamazsın bana mesela.
anlatabiliyor muyum? ne diyordum?
bir hatun der ki; “yazılarına bayıldım adamım”,
“eyvallah”
dersin ona, çünkü hoşuna giden bir şeydir bu. herkesin hoşuna gider. ve
aradan geçen birkaç gün sonrasında, sorular beğenilen yazılardan sana
yazılmaya kayar. duralım burada bir beş dakika.. ben bir sigara yakayım.
siz kafanızı toparlayın..
evet, ne diyorduk? sıkıldım ben bu yazıdan..
“sokak edebiyatı nasıl bir isim lan?”
“maskeli bar taburesi” gibi bir isim işte, ne önemi var…
kendi ile dalga geçebilen insanları sinirlendirmek zormuş gibime gelmekte bu arada..
“susam
sokağı.. sokak edebiyatı... sokam edebiyatı.. sokam edebiyata.. susam
edebiyatı.. sokam susamı.. sokam susama.. sokam sus ama!” 7 eylül 2002 –
girdolap.
eleştirilecek
adamı iyi tanımak, eleştiriyi kabul edilir bir forma sokabilir. ve
ayrıca açık verdiği noktaların farkında olan biri de, kendisiyle dalga
geçip, bazı şeyleri ekarte edebilir.. bilmem anlatabildim mi? aynen
devam, ama son bir hatırlatma, kafam atarsa, çok sert bir oku kınımdan
çekebilirim, ve o zaman hakkımda yazdıklarınızın hayatta kalma şansı
sıfırın altına düşer.. herkes kendi dalgasına baksa iyi olur kısaca… ha
bu arada, aranızda ode to joy’u gören var mı?
22 mart 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder