22 Mart 2009

tutarsız ve paramparça ve yarım yamalak bir deneme…

tutarsız ve paramparça ve yarım yamalak bir deneme…

1.
tanıştık
birileriyle
bir şekilde
ve sonra başka bir şekilde,
benim yazdığımı
ve fanzinler çıkardığımı öğrendiler
ve dediler ki;
“hey ben de yazıyorum”,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor”,
“senin gibi yazmak istiyorum”,
“yazımı okudun mu?”
“tavsiyelerine ihtiyacım var”,
“seninle tanışmak istiyorum”,
“seni tanımak istiyorum”,
“seni tanıdığıma sevindim”,
“görüşebilir miyiz?”,
“dergimizde yazmak ister misin?”,
“yazım hakkında ne düşünüyorsun”,

ve ben de onlara,
çok kaba davranmak zorunda kaldım,
gerçekten çok kaba,
onlara dedim ki;

“herkes yazıyor”, dedim,
“hey ben de yazıyorum”, diyene,

“benim gibi yazmak marifet değil” dedim,
“benim bir arkadaşım var
o da senin gibi yazıyor” denildiğinde,

nasıl yazdığımı bilmediğimi söyledim,
“senin gibi yazmak istiyorum”, dediklerinde,

ve “yazımı okudun mu?” dediklerinde
okuyamamıştım henüz
ve belki de hiç okuyamayacaktım ama
“okuyacağım” dedim yine de,
çünkü okumak istiyordum
ama okuyamıyordum,

ve “tavsiyelerine ihtiyacım var” dedi biri,
“tavsiyelere hep ihtiyacım olmuştur” dedim ben de ona,

“seni tanımak istiyorum” dedi,
“kendimi tanımak istiyorum” dedim,
“kim olduğumu bile bilmiyorum moruk”.

böyle alakasız, ucube, yetersiz, kaba,
kimine göre kendini beğenmiş,
ama bence ironik ve tutarlı
cevaplar da verdim yani,

ve sonra bana,
“seninle tanışmak istiyorum” dediklerinde,
susup kaldım çünkü,
çünkü bir anlamı yok bunun,
tanışmanın,
arkadaş olmanın,
hayatında yeni insanların var olmasının,
falan filan falan filan,

“seni tanıdığıma sevindim” dedi,
“nerde görüştük hatırlayamadım” dedim,
“hayır yani yazılarından”
“duvarlarımı aşamazsın” dedim ona,

“görüşebilir miyiz?”,
“hava sisli görünüyor”

“dergimizde yazmak ister misin?”,
“nerde satılıyor, alayım bi’ ara, boş taraflarını karalarım kurşun kalemle”,

“yazım hakkında ne düşünüyorsun?”,
“yazlar sıcak ve kurak geçer burada”,

“seni seviyorum”
“eyvallah”.

## yayınlanmayan kısım şu ##


2.
sonra zaman geçti, hep vermek istediğim cevapları içimde tutarak geçti zaman, incelikli davranmak gerekmiyordu belki de, ama ben de incelikli davranmaya çalışmıyordum zaten, incelikleri olan bir heriftim ben, öyle demişlerdi, yalan söylüyorlardı, yalan söylüyorlardı çünkü her zaman için son söylenen kelime kayda değerdi, hayatınızı kimsesiz çocuklara adamış olabilirdiniz, ve ölmeden birkaç gün önce 8 yaşındaki bir kıza tecavüz edip, imajınızı yerle bir edebilirdiniz, kesintisiz bir düzeyde mükemmel kalmak imkansızdı, tutarsızlıkları vardı insanların, kararsızdılar, her konuda kararsızdılar ve kendilerini düşünmek dışında da bir şey yapmıyorlardı, daima kendileri, aynen benim gibi, kendi üzerine yazmak gibi, yaşamı kendi üzerine kurmak gibi, kendi hayatın üzerinden yola çıkarak düşüncelerini anlatmak gibi, devam ettim ben de, ettim ve gelen okları yanıtlamaya çalıştım, kibarca, sabit kalıp sussam ıskalamış olacaklardı, yapmadım ama, yıllarca bunu yapmadım ve kaybettim, daha fazla insan geldi, daha fazla insan, daha fazla baskı, çünkü insanların ortak zaafı, karşılarında susup dinleyen birini bulunca kesintisiz konuşmak, konuş dur amına koyayım, kim tutar seni, “dün başıma şu geldi Aysu”, “geçen yıl Tunç diye bi herifle beraberdim”, falan filan falan filan, kendi duvarlarınız aşınmaya başladıkça da zihninizin önünde başka bir duvar inşa edilmeye başlanıyordu, “çok saygısız bir kişilik girdo”, “çok küstahsın girdo”, “girdo burnun çok havada”, evet evet evet, hayır hayır hayır, bir saniye, n’oluyoruz, karar vermekte zorlanıyor muyum? karar verme anımda etki altında mı kalıyorum? kimseyi kırmamak? incitmeyeceğim seni güzelim, kapım hep açık sana, herkese kapım açık anasını satayım, kapım bile yok hatta, sonra, daha sonra, odada tek başına, odada tek başına… yok gelen giden, kendi kendini becer girdo..

sonra, sonra zamanla kendine değer vermeye başlar insan. insan sosyal bir varlıktır derler, ben kısmen asosyal bir herifim, kısmen aseksüel oluşum gibi yani, ve kısmen anormal.. her şey kısmen var olmakta. olabilmekte ya da. dengede demek daha doğru aslında, kısmen yerine dengede. denge hali. iyi ve kötünün arasında. tao. yin yang. akış. zihinsel akışa kapılıp giden yaşamsal akış. sonra?

sonra insanlar gelmeye devam etti. ve ben bir karar aldım. hayatımı sıfırlamaya bakacağım. kendim olmaya. kendin olmak, olabilmek, hiçbir toplumsal ve duygusal baskı altında kalmadan doğruyu, sadece doğruyu söyleyeceğinize dair yemin eder misiniz? kim edebilir? ben etmek istiyorum tanrısını satayım? n’apıcaz şimdi? bilmem… bilemem yani. hiç bir şeyi bilemem.. öğrenmek istemediğim şeyler de var bunun yanı sıra. mesela araba. araba nasıl çalışır? ne bileyim nasıl çalışır oğlum. otobüs şoförü bilsin onu. sonra? mesela post-modernite ne demek? ne bileyim ne demek? ama öğrenmek isterdim lan bunu. öğretilmek değil, öğrenmek.. kitap? evet, evet kitap.. ideal bir öğrenme şeklidir, insanın öğrenmek istediklerini kendi kendine öğrenebilmesi. geçelim efendim.. ne diyorduk? şunu;

incelikli davranmaya çalışmak, hayatınızı cehenneme çeviren bir fiyasko ile sonuçlanabilir, daha sonra bir boy aynasına baktığınızda arkanızda büyük bir topluluk görürsünüz, pençelerini size geçirmiş insan kalabalığı, ve hışımla arkanızı dönüp bir bakarsınız ki, hiç kimse yok, bu kez aynada sırtınız görünüyordur aynaya sırt çevirdiğiniz için, ama siz görmezsiniz onu, bir adım geri atar, aynaya yaslanırsınız, kendi sırtınıza yaslanırsınız bir anlamda, ve dersiniz ki; “hepimiz aslında berbat yazan tipleriz, bırakalım bu mesele üzerinde atıp tutmayı”.

ordan biri çıkıp der ki; “harikulade yazıyorsun moruk”,

“eyvallah” dersin ona, hoşuna gider çünkü bu, insanın hoşuna gider beğenilmek, kimsenin bu konuda bir itirazı olmasın, sol tarafımda yarı otomatiğe alınmış, şarjör ağzı bozuk bir mp5 var, onu kullanmayı zorla öğrettiler bana ve çok iyi kullanabilirim gerekirse, ne diyordum?

şiddet kullanmak zorunda kalabilir insanlar. pasifist değilim ben. anarşist de değilim, ama olsaydım eğer aktivistlerin tarafında yer alırdım. çok saçma bir şey iyilik meleği isa’nın “sol yanağını çevir” demesi. çevirebilirsin de aslında zaman zaman, ama bu kime-niçin-neden çevirdiğine göre değişebilir, yiğenim ağzıma sıçsa, “al tuvalet kağıdı” der uzatırım ona mesela, ama bunu sen yapamazsın bana mesela. anlatabiliyor muyum? ne diyordum?

bir hatun der ki; “yazılarına bayıldım adamım”,
“eyvallah” dersin ona, çünkü hoşuna giden bir şeydir bu. herkesin hoşuna gider. ve aradan geçen birkaç gün sonrasında, sorular beğenilen yazılardan sana yazılmaya kayar. duralım burada bir beş dakika.. ben bir sigara yakayım. siz kafanızı toparlayın..

evet, ne diyorduk? sıkıldım ben bu yazıdan..

“sokak edebiyatı nasıl bir isim lan?”

“maskeli bar taburesi” gibi bir isim işte, ne önemi var…

kendi ile dalga geçebilen insanları sinirlendirmek zormuş gibime gelmekte bu arada..

“susam sokağı.. sokak edebiyatı... sokam edebiyatı.. sokam edebiyata.. susam edebiyatı.. sokam susamı.. sokam susama.. sokam sus ama!” 7 eylül 2002 – girdolap.

eleştirilecek adamı iyi tanımak, eleştiriyi kabul edilir bir forma sokabilir. ve ayrıca açık verdiği noktaların farkında olan biri de, kendisiyle dalga geçip, bazı şeyleri ekarte edebilir.. bilmem anlatabildim mi? aynen devam, ama son bir hatırlatma, kafam atarsa, çok sert bir oku kınımdan çekebilirim, ve o zaman hakkımda yazdıklarınızın hayatta kalma şansı sıfırın altına düşer.. herkes kendi dalgasına baksa iyi olur kısaca… ha bu arada, aranızda ode to joy’u gören var mı?
22 mart 2009


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder