2 Mart 2009

the circle did close indeed

the circle did close indeed

saat gecenin ikisi. bir pazar gecesi. pazarı, pazartesiye bağlayan bir gecenin ikisi. bir sendrom yaşamıyorum ama. bir pazartesi sendromu mesela. ya da onun gibi bir şey. yaşamıyorum. kimileri için haftanın başıyken pazartesi, benim haftam ne zaman başlıyor, bilmiyorum. iyi bir şey haftaları bilmemek. günleri saymamak iyi bir şey. haftasal anlamda aperiyoduk ama sekizde birlik bir periyodla akan vardiyaya ayak uydurmak iyi bir şey.

iyi olan çok az şey kaldı hayatımda. tuncay’ın takı tezgahı öldü ve retro öldü ve logos öldü. ve aslında şu an bunu dizeler halinde yazabilirim ama yapmayacağım galiba. çünkü, öyle şiir olmuyormuş. bu kez de, “böyle yazı olmuyor” diyecekler ama. ama önemi yok bunun. bunun ve daha başka bir çok şeyin. sen'in önemin yok mesela. hafta başlangıçlarını es geçmek güzel ama. sekiz günde sadece iki kez altıda kalkmak zorunda olmak güzel. diğer günler sabahlamak güzel. işte veya evde. ama sabahlamak güzel. herkes uyurken uyumamak ve herkes yaşarken uyumak güzel.

ve güzel olan her şey ölür zamanla. çirkin olan her şey de ölür ama, çirkinler daha hızlı üremekte bu dünyada. her şey gittikçe kötüleşmekte ve ben de gittikçe kötüleşiyorum aslında. bir çözüm önermiyor kimse ama. ben de çözüm olmayan önerileri önemsiyorum galiba. çözümü de önemsemiyorum. kafiyeyi de önemsemiyorum. gelişigüzel akıyor yazı. gelişigüzel akıyor her şey.

ama şimdi gelip biri, diyecek ki bana, “amma çok kasmışsın kafiyeli cümleler için” diyecek, “seni kafiyeli bir şekilde düzebilirim” diyeceğim ona, ama demeyeceğim, yapmayacağım yani, muhatap olmayacağım, bir çok şeyle muhatap olmadığım gibi, tartışmadığım gibi insanlarla, benle aksi düşünen herkesi “sen haklısın bilader” deyip başımdan savdığım gibi..

bir hakka inanmadan geçen günler. hak edilmişliğe inanmadan tükenen günler. tükenen aşklar ve daha az insana inanarak geçen her zaman diliminde, bir dilim daha tükendiğini düşünmek. günler tükenmeden peşi sıra diziliyken önünde. “bir daha asla” demesi gibi jori’nin, “bir daha asla” ile başlayan cümleler kurmak. hiç bir şey görme hiç bir şey duyma. yaptığınla övünme. yapılanlara değer biçme. öylece yaşa gitsin işte. yaşıyorum de. ölüyorum de. ölü taklidi yapsan bile değerin değişmez kimsenin gözünde. ne düşersin ne çıkarsın. sabitlenmiş bir hayat akışı. sabitlenmeyen derinlik. gittikçe daha az alınan nefes ve daha çok içilen sigara.

hey! biri bana “sigarayı bırakmalısın” dedi bugün. dün de demişti aynı şeyi. kendisi fosur fosur sigara içerken dedi bana bunu. “kaç senedir içiyorsun” dedi, “on bir” dedim. “kaç yaşındasın” dedi. “yirmiyedi” dedim. “bırakmalısın” dedi. “bırakmak istemiyor canım” dedim. “ben bırakmadığım sürece beni terk etmeyecek tek o kaldı elimde” dedim. anlamadı ama. aptal aptal yüzüme bakıp valizleri dizmeye devam etti. ben salladım o dizdi. ams yazıyordu bagajlarda. “bu uçak da amsterdam’a çakılır mı?” diye düşündüm. “ambarı üzerime kapattırsam ölür müyüm?” diye düşündüm. ölmezdim muhtemelen. üzerime gök taşı bile düşse ölmezdim. o yüzden önemsemiyordum nikotinin içimdeki etkisini. alkolün zararları mı? çalışmak daha zararlı bana kalırsa. ki hiç bir şey kalmaz bana. ki çok basit bir tarzda yazıyorum aslında. neden insanların hoşuna gidiyor bilmiyorum bu. bu ve yazdığım her şey.

kustuğum geceleri tercih ediyorum ben yazmaktansa. yeşil bir halıya kustuğum o boktan lanet geceyi mesela.. ve şimdi yeni biri daha bana aşık olmuşken bana, ben kafamı uzağa yöneltiyorum karşısında. olacağını ümit ederken o. hiçbir şey ümit etmek istemiyorum. hiç bir şey hissetmiyorum da. sasha grey’i hissediyorum sadece, o burnuna kokain çeker gibi spermleri çekerken mesela. bir filmde gördüm bunu ben. aynen böyle yapıyordu sasha. ve ona bir şiir yazdım sonra. ve sonra bana kimsenin bir şiir yazmadığını fark ettim. ve hayatım boyunca kendi üzerime yazıyorum dedim. kendi üzerime yazılıyorum dedim. ruh dövmecisi sayılabilirim dedim. ruhumun dövmelerini kazıyorum kağıt üzerine dedim.

ve yine de hiçbir şey değişmiyor moruk. her şey hala yerli yerinde olanca hızıyla dönüyor. herkes uykusundan feragat etsin istiyorum bugün. koca bir davul çalıp herkesi uyandırmak istiyorum. sonra adımı israfil koyucam. ve kıyamet koptu deyip olan biteni izlicem. kıyak olurdu aslında bu. bir tür illüzyon. koca bir elektronik ses sistemi. dünyanın her yerine dağılmış görünmez megafonlar. tek bir kanala bağlanmış hoparlörler. ve tüm dünyayı içine alabilecek bir deklanşör istiyorum. tek bir kare almam yeter tüm gerçeği görmeme. o yüzden ilk görüşte aşka inanıyorum zaten. ilk görüşte nefrete de inancım tam hala. ama ilk görüşte seks bana göre değil bence. para karşılığı seks bana göre değil. çocuk karşılığı seks bana göre değil. seks yok hayatımda.

ve bir kez daha, “nevermore” derken jori, bir kez daha tekrar edeceğini biliyorum her şeyin. sonra bir kez daha sar başa. sonra bir kez daha.. gecenin bir yarısı yapılan sarhoş telefon görüşmeleri. gecenin bir yarısı yakılan sigaralar ve gecenin bir yarısı bir kafede tek başına. üzerinde bir mont. altında sandalyelerden bozma divan. az ilerde birkaç bira şişesi. iki tek sigara. birini sabah içerim diyerek yakıyorum diğerini. ve işe gitmek zorundasın diyorum kendime. siktiğiminin işine sikik bir halde de olsan gitmek zorundasın. kartı basınca ruhunu değiştir. sonra çıkışa bas kartı ve geri al ruhunu. evet aynen böyle küçük dostum.

her ruh ölümü tadar. her ruh boktan mesai saatlerini tatmaz ama.  ben de tadıyor sayılmam aslında. yani artık tat almıyorum. durmadan konuşan bir ufaklığa, “tamam sen alsancak çocuğusun” diyorum, o öyle olduğunu iddia ettiği için diyorum bunu ona. çünkü tartışmak istemiyorum.

ama bana “taş içtin mi sen hiç” diyor, “peki ya şeker?”
“ha ha, öhöhö” deyip bir sigara uzatıyorum
“dolma mı” diyor, “hayır” diyorum, “tütün bitti, bakkala yazdırdım”
“içerim o zaman” diyor ve başka birine salça oluyor bu kez. tamam kurtuldum derken şair geliyor yanıma: “şöyle yapıcaz kanka, böyle yapıcaz kanka”

hiç bi bok yapmıcaz oysa. en azından ben yapmıcam. ben burda oturup eblekvari bir şekilde düşlere dalıcam. sedasyon halinde görülebilecek en güzel rüyayım diyicem kendi kendime. oysa en güzel rüya bile yaşamdan daha bok geliyor bana. biten her güzellik sonsuz kötülükten daha bok geliyor. kesintilerden sıkıldım diyorum. kesik kesik akan yaşamdan. gıdım gıdım yükselen ve genzimi yakan ısıdan sıkıldım. telaşa mahal yok. bu bir albüm adı. benim albümüm, değişik suratların aynı pozları ile dolu nedense. sürekli sırıtan pezevenklerin sağanak etkisi: “hey moruk, sence bu karı bana verir mi?”

tıkandığımı hissediyorum artık sık sık. ve zihnimi açmak için bir sigara içiyorum nefesim tıkanırken. sonra öksürük geliyor ve sonra da adamın biri “sigarayı bırak” diyor. sonra sonra sonra. ev telefonum kesik ve cep telefonum işlemez, o yüzden gecenin bu saatinde saçmaladıklarım ile kafanızı ütüledi isem, bu cümleden sonrasını es geçin bence.. bilinç akışı bu mu bilmiyorum. ama tarzımı önemsemiyorum. yazıyorum sadece. ve uzun süredir yazmıyorum.

sedirin üzerinde uzanmıştım en son. sızdım ve sabah oldu ve uyandım. logosun kapısını bir daha açmamak üzere kapatıp kilise sokağına baktım. bomboş. keşke hep boş olsaydı diye geçirdim içimden. orada gördüğüm hayaletlere dokunabilseydim dedim. geçmiş zamana götüren bir makineye tutuldu zihnim bir anda. sabahın yedisindeydik ve orada yarım saat oturup ağladım. birileri geçti yoldan. birileri baktı bana ama ben ayaklarını gördüm sadece. sonra yoldan birileri daha geçti ama benim içimden geçenler geri dönmedi asla. geri dönüşüm kutusu diye bir şey yok. dönüşüm diye bir şey yok zaten. dönüş yok. geri yok. geri zekâlı olduğum su götürmez bir gerçek sadece. hepsi bu. hepsi bu ve “ayağa kalkıp işe gitmen gerek” dedim kendime. kalktım. yürüdüm. hepsi bu.

sonra iş başı. sonra şu “alsancak çocuğuyum” diyen tipin, uyuşturucusal artislikte patanaj yapması. sonra şair tipin yakarışları. sonra başka başka şeyler. sonra akşam. sonra sabah. sonra tekrar akşam. sonra tekrar sabah.

ve hala “nevermore” derken jori. “haklısın” demek istiyorum ona. “no more…” sonuna ne eklerseniz ekleyin bunun.

ölü taklidi yapmak istiyorum, ya da suni bir sura üflemek. gerçekleri duymak kapı arkasına saklanınca mümkün oldu artık. dünya böyle bir hal aldı. ya da başından beri böyleydi ve belli bir yaştan sonra bunu idrak edip kapılarını kitlemeye başlıyorsun kendi üzerine.. kaç kat içerde olduğumu bilmiyorum. ama bana ulaşman için elimi tutman ve gözlerime bakman kurtarmaz.. bana ulaşman için bacaklarını açman kurtarmaz. ne kurtarır bunu da bilmiyorum. ben kurtulmak isteyebileceğim bir duruma düştüğümü de düşünmüyorum. hayır! böyle iyi işte. ne var bunda. boktan saltanat mücadeleniz için bir oy sandığı gibi hissediyorum kendimi ve bundan yeterince sıkıldım kızlar.. kötü görünüyorum. yani gerçekten kötü görünüyorum. anlıyor musunuz? yakışıklı değilim, yapılı değilim, konuşmayı bilmem, sevişmeyi bilmem, sarılmayı bilmem. hatta bir insan gecenin kaçından sonra aranmamalı bunu bile bilmiyorum. sadece, ozan telefonu uzatıyor ve ben ona “yarın günlerden ne” diyorum. “cumartesi” diyor bana. “tatil o zaman moruk arayabilirim” diyorum. ve saat onikiyi beş geçe içeri dönüp telefonu ozana veriyor ve “uyuyor” diyorum.

sonra önümdeki birayı bitiriyor ve bir hatunu gideceği yere bırakıp dönüyorum. sonra birkaç kişi gideceği yere gidip geri dönüyor. vapuru kaçırmışlar. otobüsü de kaçırmamak için biraz erken kaçıp durağa gidiyorlar. erdinç abim karşımda. ben onun karşısında. gözlerime bakıyor. gözlerine bakıyorum. ve tık yok. olması da gerekmiyor. “abi sokayım böyle hayata” diyicem. diyemiyorum. çünkü sokamıyorum. anlıyor musunuz? yapamayacağım hiçbir şeyi de diyemiyorum. ve yapabileceğim hiçbir şeyi de yapmıyorum. öylece bekliyorum, “boşuna deneme” diyişi çınlarken kulaklarımda birinin. sürekli burnunu çeken birinin. “boşuna deneme”

bir doların altında yaşamlar bin doların üzerinde emek harcar her gün. ve hayatı boyunca bir gün bile işçi olmayanlar “işçi hakkı” der durur gazetelerde. ve, pezevengin biri de “durmak yok” der, “durmak yok yola devam”. durmak yok evet, yoldan çıkmaya ve çıkarmaya devam.

herkes sigara içsin. herkes alkolik olsun. uyuşturucu kullansın herkes. evlilik dışı çocuk yapsın. çalışamayacak duruma getirsin kendini herkes. sakat kalsın. intihar etsin. bırakalım bu boktan hayatı, arzu edenler hak ettiği gibi yaşasın. bizi hak ettiğimiz gibi yaşadığımıza inandırdılar nasıl olsa. isyan bile etmiyoruz artık. hatta alkışlıyoruz artık. birileri bıçağı boğazımıza dayamış, bir şarkı söylerken “faiz de faiz” diye, biz gelen paranın nereye gittiğini bile bilmeden Allah’ın belası faizleri için vergi veriyoruz..

o yüzden işte, sadece o yüzden bana, zamanın birinde, “boşuna deneme” demişti biri, “yaklaş ve burnuna çek.” ben de öyle yaptım. sonra yaklaştık ve yaladım. hayır lan, amcık değil, acidden söz ediyorum. sonra birkaç hap attım işte. sonra da delirdim ve deli olarak kalmama bile izin vermediler. boktan psikolojik zırvalılıklar.

şimdilerde ilkokul çocuklarına tek tip olmayı öğretiyorlar. ve çok iyi başarıyor bunu milli embesil bakanlığı. çok iyi başarıyor alsancağı o gençlerle donatmayı. bize düşman olmalarını çok iyi sağlıyor. her şeyi bilmeden öğrenmelerini çok iyi sağlıyor. önce türklüğünle övün. sonra da çalış ve güven. oy ver ve güven.

biri gelip diğerinin açıklarını açıklar. sonra bir diğeri bir diğerinin. sen de bu arada “sabah cumartesi” dersin. sabah cumartesi. değil belki de. belki de yanılıyorsun. belki de fedakarlık edilen şeylerle edilmesi gereken şeyler mutlak değerlere bağlıdır. belki de her “sana aşığım” diyen hatunu yatağa atıp, ertesi gün unutman gerekiyordur. belki de yazmaman gerekiyordur artık. belki de erdinç abi gibi olmak iyi bir şey değildir. emin abi gibi olmak, cem abi gibi olmak, esat abi gibi olmak, tolga abi gibi olmak. iyi bir şey değildir belki. belki iç huzur o kadar da önemli değildir. huzursuz olsan da, iç huzurunu korumak için yapmak zorunda olduğun şeyleri elinin tersiyle itip burnunun dikine gitmek iyi bir şey değildir. ölünce unutulur her şey nasıl olsa. daha ölümünü beklemeden unutanlar da oldu nasıl olsa. ne dersin girdo? bu boş akış, iyi bir şey değildir belki. belki okulu bırakmamalıydın. belki iki sene içinde mezun olup, ameriKKKaya burslu giden o üçlü içinde yer almalıydın.. geri dönmezdin sonra belki. sonra belki birkaç milyon dolara bir ev alır ve dayanım hesaplarına kafa patlatıp makine parçaları çizmeliydin.

burnun kalkık girdo. hayır o anlamda değil. fiziki anlamda kalkık. ve sen burnunun tersine gidiyorsun aslında. aşağı doğru yani. ve bunun farkına varsan da, “bu şekilde kendimi huzurlu” hissediyorum deyip boktan bir ölümsüzlüğe inanıyorsun her üç ciğerinde kan kusarken. hayır hayır, bir açıklama yapmaya ihtiyacın yok senin. özür dilemeye inanmıyorsun. her şeyi çarçabuk unutup yeni tuzaklara takılıyorsun.. hafızan balıklardan beter. “tuzaklara dikkat et” dediler sana.. “oyunu, kuralına göre oyna” dediler. sen, “kazanmak istemiyorum” deyip üstüne kaybetmediğini iddia edip durdun. “bu oyunda yokum” dedim. ama bu oyun var. ve sen oynasan da, oynamasan da, sahadan çıkamıyorsun. birileri sürekli topu atıp duruyor sana, fırsatları elinin tersiyle itip, “siktirip gidin” diyorsun herkese. “ben sizden değilim” diyorsun ama kendinde de değilsin.. “imlama dokunamazsın, kelimeme dokunamazsın.” çok da umrunda sanki onların, senin ne bok yediğin. insanlar artık yazar olmak için üste para veriyor.. sen, yazar olmamak için direniyorsun adeta. basit bir oyun bu moruk. jori daha seksen yıl “see nothing” diyebilir sana. ama bazen, gözlerini açman ve sert bir bakış fırlatman gerekebilir. her şeye “tamam” dememelisin. herkese “sen haklısın” deyip geri çekilmemelisin.. çekilebileceğin bir alan kalmadı artık zaten.. duvara dayandı sırtın. ve biraz daha zorlasan duvar çatlayacak. arkası boşluk. ve birinin gelip de elini uzatacağını da sanma sakın. kimseye el uzatmadılar bugüne dek. herkes iflas edip köşesine çekildi. sıra sana geliyor. belki bir on yıl daha dayanırsın. bu gidişle onu da başaramayacaksın. ve sonra kendi ufak malikende, aptal fanzinleri hamamböceklerine yedirirken, elektrik faturasını ödeyemediğin için müziğin de kesilicek. aynen şimdi telefonunun kesildiği gibi olucak bu. ve zor zamanlarda, kimseye ulaşamadığın gibi, müziğe de ulaşamayacaksın. bunu yaşayanları gördün. insandan uzak bir alanda pil alıp müzik dinlediniz emin abiyle. ve onun da yanında biri olmadı hiçbir zaman. hiç kimsenin yanında biri olmadı. senin de yanında olmayacak.. tercih senin moruk, ama beni korkutuyor bu gelgitlerin. yirmiyedi beni korkutuyor.. ve bu çift kişilikli yazdığın şey, bi boka yaramaz.. bilinçli olarak yapmadın bunu çünkü. hiçbir şeyi bilinçli olarak yapmıyorsun.. mantığı sikip atmışsın bir kenara. duygularına güveniyorsun. kimse duygularına güvenmiyor oysa. o halde. o halde ne? o halde hiç.. hiç bir şey görme, hiç bir şey duyma..

yirmibirindeyken sen, bir halüsinasyonunun, kilise sokağında sana söylediklerini unutma sadece. “bir gün seni de avlayacaklar adamım” demişti sana, “bir gün herkesi avlayacaklar” demişti, “ama biz evcilleştirelemeyen bir türüz” dedi, “o yüzden bizi kafese kapatmak yerine deli damgasını vuruyorlar alnımıza. sonra kimseyi inandıramıyoruz. kimseyi güvendiremiyoruz. öyle eblek bir şekilde, bizim gibi üç beş deli daha bulup, yağ satarım bal satarım oynuyoruz sadece.”

bunları dedi. dedi ve öldü. bir psikolog gelip halüsinasyonlarını kısmen öldürdü. bir çok insan da öldü. bir çok insan öldü ve bir çok insan da öldürüldü. bir çok insan intihar etti. ve hala kendini özel hissediyorsan, oyunun dışında kalmayı sürdür. koşmak hiç bir şey kazandırmayacak sana. hangi yöne koşarsan koş, hiç bir şey kazandırmayacak.. yürüme bile. sadece, olduğun yerde kal ve ayakta dur. yapman gereken tek şey bu. hiç bir şey görme hiç bir şey duyma. hiç bir şey kazanmayacaksın. ama kaybetmeyeceksin de. ve kimse gelmeyecek de, boşuna bekleme. öyle ya da böyle..

sigaraya inan sen. alkole inan. uykuya inan. yazıya inan. kendine inan. ve kapat gözlerini. hiç bir şey görme hiçbir şey duyma. bırak insanlık tarihi ne hali varsa görsün.. bulaşma onlara. “hıhı” deyip geçiştirir. “evet haklısın” de. “bravo sana” de. tartışma bile. aksini iddia etme. uyarma. kurtarma da. seni de kimse uyarmadı bugüne kadar. “bak arkanda bir karanlık var ve senden daha hızlı hareket ediyor” demedi. “güneş yok. güneş hiç olmadı” demedi.. sen biliyordun ama bunu. ve inat ettin. azimli değildin ama inat ettin yine de.. boktan bir hayatı sürdürmeyi göze aldın. ve senle bu boktanlığı paylaşmadı kimse. bunu göze almadı. o halde şimdi, gelecek bi kaç ay içinde, ufak bir evde kendi kendine yaşama hazırlan. zack olmaya hazırlan moruk. başka şansın kalmadı.

onlar ayak direyecek mutlaka. “bırak bu işleri” diyecekler. “gel dergimizde yaz” diyecekler. “gel kitabını basalım” diyecekler. “oo senaryo mu, ben yönetmenim” diyecekler. sik at hepsini.. bir fotokopi makinesi yeter hepsine meydan okuman için. kendi kendini dağıtır kopya. uğraşmana bile değmez. “bir kopya yeter” demişlerdi. 1976. bir kopya yeter. adını hatırlayamıyorum tam olarak. ama isimlerin bir önemi yok. sayfa numaralarının bir önemi yok. her şey yüzeysel diğerleri için. sen dünyayı köpekler gibi gör. siyah ve beyaz. yin ve yang. da ve da.. bu kadarı yeterli.

çaba sarf etmen gerekmiyor. bir kadına aşık olman gerekmiyor. sana aşık olan yeterince kadın var zaten. ve hiçbir önemi yok kadınların. erkeklerin hiçbir önemi yok.. herkes yalnızdır ne de olsa. insanlar doğarak çoğalır ve yalnızlaşarak ölür.

kitap okumuyorum ve film izlemiyorum, tamam mı? müzik dinliyorum sadece. ve hep aynı şeyleri dinliyorum. her şey öldü. yeni olan her şey eskinin bir tekrarı. her şey hala aynı. yeni diye bir şey yok. tarih sona erdi. adem’in kendini lilith’den üstün gördüğü gün tarih sona erdi. o gün başladı iktidar savaşı. ondan önce başladı. şeytan ve tanrı arasında. belki daha da önce. ama hiç sona ermedi. ve ermeyecek. tekrar etmeye devam edicek. her şey tekrar etmeye devam edicek. ve sen olduğun yerde kaldığın sürece, tekrar etmiyor olucaksın.


ve neden bahsettiğimi anlayamıyorsanız, sizden daha derin yazıyorum demektir. şimdi gidip bir üç bin kitap daha okuyun. ben yaşamaya devam edicem.. yirmiyedi geçicek.. yirmisekiz geçicek. sonra otuz. sonra kırk.. bundan sonra, geriye kalan her ne varsa, her gün ters döndürülen bir kum saatinden farksız olucak.. ama siz, farklı bir şey aramayı sürdürün. işe git eve gel.. başka bir şey yok… olması da gerekmiyor artık.. olmak isteseydi, olurdu zaten.. ben istemesem de olurdu.. o yüzden şimdi koltuğa uzan ve ayaklarını uzat.. tavan. hep aynı tavan. boyamak gerekiyor. ama saçını bile tarayamıyorsun sen.. çember kapandı. the circle did close indeed. çember kapandı. karanlık karanlık karanlık.. başka hiç bir şey yok görebileceğin. o yüzden kapat gözlerini, ve bodoslama dal hayatın tüm virajlarına. bırak ölen ölsün. sen çoktan öldün nasıl olsa. şimdi sakın bir şeyler için umut edip de, ölü taklidi yapmaktan vazgeçeyim deme..                  * başlık this empty flow’un bir şarkısının adıdır  - 2 mart 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder