the circle did close indeed
saat gecenin ikisi. bir pazar
gecesi. pazarı, pazartesiye bağlayan bir gecenin ikisi. bir sendrom yaşamıyorum
ama. bir pazartesi sendromu mesela. ya da onun gibi bir şey. yaşamıyorum. kimileri
için haftanın başıyken pazartesi, benim haftam ne zaman başlıyor, bilmiyorum.
iyi bir şey haftaları bilmemek. günleri saymamak iyi bir şey. haftasal anlamda
aperiyoduk ama sekizde birlik bir periyodla akan vardiyaya ayak uydurmak iyi
bir şey.
iyi olan çok az şey kaldı hayatımda.
tuncay’ın takı tezgahı öldü ve retro öldü ve logos öldü. ve aslında şu an bunu
dizeler halinde yazabilirim ama yapmayacağım galiba. çünkü, öyle şiir
olmuyormuş. bu kez de, “böyle yazı olmuyor” diyecekler ama. ama önemi yok bunun.
bunun ve daha başka bir çok şeyin. sen'in önemin yok mesela. hafta
başlangıçlarını es geçmek güzel ama. sekiz günde sadece iki kez altıda kalkmak
zorunda olmak güzel. diğer günler sabahlamak güzel. işte veya evde. ama
sabahlamak güzel. herkes uyurken uyumamak ve herkes yaşarken uyumak güzel.
ve güzel olan her şey ölür
zamanla. çirkin olan her şey de ölür ama, çirkinler daha hızlı üremekte bu dünyada.
her şey gittikçe kötüleşmekte ve ben de gittikçe kötüleşiyorum aslında. bir
çözüm önermiyor kimse ama. ben de çözüm olmayan önerileri önemsiyorum galiba.
çözümü de önemsemiyorum. kafiyeyi de önemsemiyorum. gelişigüzel akıyor yazı.
gelişigüzel akıyor her şey.
ama şimdi gelip biri, diyecek ki
bana, “amma çok kasmışsın kafiyeli cümleler için” diyecek, “seni kafiyeli bir
şekilde düzebilirim” diyeceğim ona, ama demeyeceğim, yapmayacağım yani, muhatap
olmayacağım, bir çok şeyle muhatap olmadığım gibi, tartışmadığım gibi
insanlarla, benle aksi düşünen herkesi “sen haklısın bilader” deyip başımdan
savdığım gibi..
bir hakka inanmadan geçen günler.
hak edilmişliğe inanmadan tükenen günler. tükenen aşklar ve daha az insana
inanarak geçen her zaman diliminde, bir dilim daha tükendiğini düşünmek. günler
tükenmeden peşi sıra diziliyken önünde. “bir daha asla” demesi gibi jori’nin,
“bir daha asla” ile başlayan cümleler kurmak. hiç bir şey görme hiç bir şey duyma. yaptığınla övünme. yapılanlara
değer biçme. öylece yaşa gitsin işte. yaşıyorum de. ölüyorum de. ölü taklidi
yapsan bile değerin değişmez kimsenin gözünde. ne düşersin ne çıkarsın. sabitlenmiş
bir hayat akışı. sabitlenmeyen derinlik. gittikçe daha az alınan nefes ve daha
çok içilen sigara.
hey! biri bana “sigarayı
bırakmalısın” dedi bugün. dün de demişti aynı şeyi. kendisi fosur fosur sigara
içerken dedi bana bunu. “kaç senedir içiyorsun” dedi, “on bir” dedim. “kaç
yaşındasın” dedi. “yirmiyedi” dedim. “bırakmalısın” dedi. “bırakmak istemiyor
canım” dedim. “ben bırakmadığım sürece beni terk etmeyecek tek o kaldı elimde”
dedim. anlamadı ama. aptal aptal yüzüme bakıp valizleri dizmeye devam etti. ben
salladım o dizdi. ams yazıyordu bagajlarda. “bu uçak da amsterdam’a çakılır mı?”
diye düşündüm. “ambarı üzerime kapattırsam ölür müyüm?” diye düşündüm. ölmezdim
muhtemelen. üzerime gök taşı bile düşse ölmezdim. o yüzden önemsemiyordum
nikotinin içimdeki etkisini. alkolün zararları mı? çalışmak daha zararlı bana
kalırsa. ki hiç bir şey kalmaz bana. ki çok basit bir tarzda yazıyorum aslında.
neden insanların hoşuna gidiyor bilmiyorum bu. bu ve yazdığım her şey.
kustuğum geceleri tercih ediyorum
ben yazmaktansa. yeşil bir halıya kustuğum o boktan lanet geceyi mesela.. ve
şimdi yeni biri daha bana aşık olmuşken bana, ben kafamı uzağa yöneltiyorum
karşısında. olacağını ümit ederken o. hiçbir şey ümit etmek istemiyorum. hiç
bir şey hissetmiyorum da. sasha grey’i hissediyorum sadece, o burnuna kokain
çeker gibi spermleri çekerken mesela. bir filmde gördüm bunu ben. aynen böyle
yapıyordu sasha. ve ona bir şiir yazdım sonra. ve sonra bana kimsenin bir şiir
yazmadığını fark ettim. ve hayatım boyunca kendi üzerime yazıyorum dedim. kendi
üzerime yazılıyorum dedim. ruh dövmecisi sayılabilirim dedim. ruhumun
dövmelerini kazıyorum kağıt üzerine dedim.
ve yine de hiçbir şey değişmiyor
moruk. her şey hala yerli yerinde olanca hızıyla dönüyor. herkes uykusundan
feragat etsin istiyorum bugün. koca bir davul çalıp herkesi uyandırmak
istiyorum. sonra adımı israfil koyucam. ve kıyamet koptu deyip olan biteni
izlicem. kıyak olurdu aslında bu. bir tür illüzyon. koca bir elektronik ses
sistemi. dünyanın her yerine dağılmış görünmez megafonlar. tek bir kanala
bağlanmış hoparlörler. ve tüm dünyayı içine alabilecek bir deklanşör istiyorum.
tek bir kare almam yeter tüm gerçeği görmeme. o yüzden ilk görüşte aşka inanıyorum
zaten. ilk görüşte nefrete de inancım tam hala. ama ilk görüşte seks bana göre
değil bence. para karşılığı seks bana göre değil. çocuk karşılığı seks bana
göre değil. seks yok hayatımda.
ve bir kez daha, “nevermore”
derken jori, bir kez daha tekrar edeceğini biliyorum her şeyin. sonra bir kez
daha sar başa. sonra bir kez daha.. gecenin bir yarısı yapılan sarhoş telefon
görüşmeleri. gecenin bir yarısı yakılan sigaralar ve gecenin bir yarısı bir
kafede tek başına. üzerinde bir mont. altında sandalyelerden bozma divan. az
ilerde birkaç bira şişesi. iki tek sigara. birini sabah içerim diyerek
yakıyorum diğerini. ve işe gitmek zorundasın diyorum kendime. siktiğiminin
işine sikik bir halde de olsan gitmek zorundasın. kartı basınca ruhunu
değiştir. sonra çıkışa bas kartı ve geri al ruhunu. evet aynen böyle küçük dostum.
her ruh ölümü tadar. her ruh
boktan mesai saatlerini tatmaz ama. ben de
tadıyor sayılmam aslında. yani artık tat almıyorum. durmadan konuşan bir
ufaklığa, “tamam sen alsancak çocuğusun” diyorum, o öyle olduğunu iddia ettiği
için diyorum bunu ona. çünkü tartışmak istemiyorum.
ama bana “taş içtin mi sen hiç”
diyor, “peki ya şeker?”
“ha ha, öhöhö” deyip bir sigara
uzatıyorum
“dolma mı” diyor, “hayır”
diyorum, “tütün bitti, bakkala yazdırdım”
“içerim o zaman” diyor ve başka
birine salça oluyor bu kez. tamam kurtuldum derken şair geliyor yanıma: “şöyle
yapıcaz kanka, böyle yapıcaz kanka”
hiç bi bok yapmıcaz oysa. en
azından ben yapmıcam. ben burda oturup eblekvari bir şekilde düşlere dalıcam.
sedasyon halinde görülebilecek en güzel rüyayım diyicem kendi kendime. oysa en
güzel rüya bile yaşamdan daha bok geliyor bana. biten her güzellik sonsuz kötülükten
daha bok geliyor. kesintilerden sıkıldım diyorum. kesik kesik akan yaşamdan.
gıdım gıdım yükselen ve genzimi yakan ısıdan sıkıldım. telaşa mahal yok. bu bir
albüm adı. benim albümüm, değişik suratların aynı pozları ile dolu nedense.
sürekli sırıtan pezevenklerin sağanak etkisi: “hey moruk, sence bu karı bana
verir mi?”
tıkandığımı hissediyorum artık
sık sık. ve zihnimi açmak için bir sigara içiyorum nefesim tıkanırken. sonra
öksürük geliyor ve sonra da adamın biri “sigarayı bırak” diyor. sonra sonra
sonra. ev telefonum kesik ve cep telefonum işlemez, o yüzden gecenin bu
saatinde saçmaladıklarım ile kafanızı ütüledi isem, bu cümleden sonrasını es
geçin bence.. bilinç akışı bu mu bilmiyorum. ama tarzımı önemsemiyorum.
yazıyorum sadece. ve uzun süredir yazmıyorum.
sedirin üzerinde uzanmıştım en
son. sızdım ve sabah oldu ve uyandım. logosun kapısını bir daha açmamak üzere
kapatıp kilise sokağına baktım. bomboş. keşke hep boş olsaydı diye geçirdim
içimden. orada gördüğüm hayaletlere dokunabilseydim dedim. geçmiş zamana
götüren bir makineye tutuldu zihnim bir anda. sabahın yedisindeydik ve orada
yarım saat oturup ağladım. birileri geçti yoldan. birileri baktı bana ama ben
ayaklarını gördüm sadece. sonra yoldan birileri daha geçti ama benim içimden
geçenler geri dönmedi asla. geri dönüşüm kutusu diye bir şey yok. dönüşüm diye
bir şey yok zaten. dönüş yok. geri yok. geri zekâlı olduğum su götürmez bir
gerçek sadece. hepsi bu. hepsi bu ve “ayağa kalkıp işe gitmen gerek” dedim
kendime. kalktım. yürüdüm. hepsi bu.
sonra iş başı. sonra şu “alsancak
çocuğuyum” diyen tipin, uyuşturucusal artislikte patanaj yapması. sonra şair
tipin yakarışları. sonra başka başka şeyler. sonra akşam. sonra sabah. sonra
tekrar akşam. sonra tekrar sabah.
ve hala “nevermore” derken jori. “haklısın”
demek istiyorum ona. “no more…” sonuna ne eklerseniz ekleyin bunun.
ölü taklidi yapmak istiyorum, ya
da suni bir sura üflemek. gerçekleri duymak kapı arkasına saklanınca mümkün
oldu artık. dünya böyle bir hal aldı. ya da başından beri böyleydi ve belli bir
yaştan sonra bunu idrak edip kapılarını kitlemeye başlıyorsun kendi üzerine..
kaç kat içerde olduğumu bilmiyorum. ama bana ulaşman için elimi tutman ve
gözlerime bakman kurtarmaz.. bana ulaşman için bacaklarını açman kurtarmaz. ne
kurtarır bunu da bilmiyorum. ben kurtulmak isteyebileceğim bir duruma düştüğümü
de düşünmüyorum. hayır! böyle iyi işte. ne var bunda. boktan saltanat
mücadeleniz için bir oy sandığı gibi hissediyorum kendimi ve bundan yeterince
sıkıldım kızlar.. kötü görünüyorum. yani gerçekten kötü görünüyorum. anlıyor
musunuz? yakışıklı değilim, yapılı değilim, konuşmayı bilmem, sevişmeyi bilmem,
sarılmayı bilmem. hatta bir insan gecenin kaçından sonra aranmamalı bunu bile
bilmiyorum. sadece, ozan telefonu uzatıyor ve ben ona “yarın günlerden ne”
diyorum. “cumartesi” diyor bana. “tatil o zaman moruk arayabilirim” diyorum. ve
saat onikiyi beş geçe içeri dönüp telefonu ozana veriyor ve “uyuyor” diyorum.
sonra önümdeki birayı bitiriyor
ve bir hatunu gideceği yere bırakıp dönüyorum. sonra birkaç kişi gideceği yere
gidip geri dönüyor. vapuru kaçırmışlar. otobüsü de kaçırmamak için biraz erken
kaçıp durağa gidiyorlar. erdinç abim karşımda. ben onun karşısında. gözlerime
bakıyor. gözlerine bakıyorum. ve tık yok. olması da gerekmiyor. “abi sokayım
böyle hayata” diyicem. diyemiyorum. çünkü sokamıyorum. anlıyor musunuz?
yapamayacağım hiçbir şeyi de diyemiyorum. ve yapabileceğim hiçbir şeyi de
yapmıyorum. öylece bekliyorum, “boşuna deneme” diyişi çınlarken kulaklarımda
birinin. sürekli burnunu çeken birinin. “boşuna deneme”
bir doların altında yaşamlar bin
doların üzerinde emek harcar her gün. ve hayatı boyunca bir gün bile işçi
olmayanlar “işçi hakkı” der durur gazetelerde. ve, pezevengin biri de “durmak
yok” der, “durmak yok yola devam”. durmak yok evet, yoldan çıkmaya ve çıkarmaya
devam.
herkes sigara içsin. herkes
alkolik olsun. uyuşturucu kullansın herkes. evlilik dışı çocuk yapsın.
çalışamayacak duruma getirsin kendini herkes. sakat kalsın. intihar etsin.
bırakalım bu boktan hayatı, arzu edenler hak ettiği gibi yaşasın. bizi hak
ettiğimiz gibi yaşadığımıza inandırdılar nasıl olsa. isyan bile etmiyoruz
artık. hatta alkışlıyoruz artık. birileri bıçağı boğazımıza dayamış, bir şarkı
söylerken “faiz de faiz” diye, biz gelen paranın nereye gittiğini bile bilmeden
Allah’ın belası faizleri için vergi veriyoruz..
o yüzden işte, sadece o yüzden
bana, zamanın birinde, “boşuna deneme” demişti biri, “yaklaş ve burnuna çek.”
ben de öyle yaptım. sonra yaklaştık ve yaladım. hayır lan, amcık değil, acidden
söz ediyorum. sonra birkaç hap attım işte. sonra da delirdim ve deli olarak
kalmama bile izin vermediler. boktan psikolojik zırvalılıklar.
şimdilerde ilkokul çocuklarına
tek tip olmayı öğretiyorlar. ve çok iyi başarıyor bunu milli embesil bakanlığı.
çok iyi başarıyor alsancağı o gençlerle donatmayı. bize düşman olmalarını çok iyi
sağlıyor. her şeyi bilmeden öğrenmelerini çok iyi sağlıyor. önce türklüğünle
övün. sonra da çalış ve güven. oy ver ve güven.
biri gelip diğerinin açıklarını
açıklar. sonra bir diğeri bir diğerinin. sen de bu arada “sabah cumartesi”
dersin. sabah cumartesi. değil belki de. belki de yanılıyorsun. belki de
fedakarlık edilen şeylerle edilmesi gereken şeyler mutlak değerlere bağlıdır.
belki de her “sana aşığım” diyen hatunu yatağa atıp, ertesi gün unutman
gerekiyordur. belki de yazmaman gerekiyordur artık. belki de erdinç abi gibi
olmak iyi bir şey değildir. emin abi gibi olmak, cem abi gibi olmak, esat abi
gibi olmak, tolga abi gibi olmak. iyi bir şey değildir belki. belki iç huzur o
kadar da önemli değildir. huzursuz olsan da, iç huzurunu korumak için yapmak
zorunda olduğun şeyleri elinin tersiyle itip burnunun dikine gitmek iyi bir şey
değildir. ölünce unutulur her şey nasıl olsa. daha ölümünü beklemeden unutanlar
da oldu nasıl olsa. ne dersin girdo? bu boş akış, iyi bir şey değildir belki.
belki okulu bırakmamalıydın. belki iki sene içinde mezun olup, ameriKKKaya
burslu giden o üçlü içinde yer almalıydın.. geri dönmezdin sonra belki. sonra
belki birkaç milyon dolara bir ev alır ve dayanım hesaplarına kafa patlatıp makine
parçaları çizmeliydin.
burnun kalkık girdo. hayır o
anlamda değil. fiziki anlamda kalkık. ve sen burnunun tersine gidiyorsun
aslında. aşağı doğru yani. ve bunun farkına varsan da, “bu şekilde kendimi
huzurlu” hissediyorum deyip boktan bir ölümsüzlüğe inanıyorsun her üç ciğerinde
kan kusarken. hayır hayır, bir açıklama yapmaya ihtiyacın yok senin. özür
dilemeye inanmıyorsun. her şeyi çarçabuk unutup yeni tuzaklara takılıyorsun..
hafızan balıklardan beter. “tuzaklara dikkat et” dediler sana.. “oyunu,
kuralına göre oyna” dediler. sen, “kazanmak istemiyorum” deyip üstüne
kaybetmediğini iddia edip durdun. “bu oyunda yokum” dedim. ama bu oyun var. ve
sen oynasan da, oynamasan da, sahadan çıkamıyorsun. birileri sürekli topu atıp
duruyor sana, fırsatları elinin tersiyle itip, “siktirip gidin” diyorsun
herkese. “ben sizden değilim” diyorsun ama kendinde de değilsin.. “imlama
dokunamazsın, kelimeme dokunamazsın.” çok da umrunda sanki onların, senin ne
bok yediğin. insanlar artık yazar olmak için üste para veriyor.. sen, yazar
olmamak için direniyorsun adeta. basit bir oyun bu moruk. jori daha seksen yıl
“see nothing” diyebilir sana. ama bazen, gözlerini açman ve sert bir bakış fırlatman
gerekebilir. her şeye “tamam” dememelisin. herkese “sen haklısın” deyip geri
çekilmemelisin.. çekilebileceğin bir alan kalmadı artık zaten.. duvara dayandı
sırtın. ve biraz daha zorlasan duvar çatlayacak. arkası boşluk. ve birinin
gelip de elini uzatacağını da sanma sakın. kimseye el uzatmadılar bugüne dek.
herkes iflas edip köşesine çekildi. sıra sana geliyor. belki bir on yıl daha
dayanırsın. bu gidişle onu da başaramayacaksın. ve sonra kendi ufak malikende,
aptal fanzinleri hamamböceklerine yedirirken, elektrik faturasını ödeyemediğin
için müziğin de kesilicek. aynen şimdi telefonunun kesildiği gibi olucak bu. ve
zor zamanlarda, kimseye ulaşamadığın gibi, müziğe de ulaşamayacaksın. bunu
yaşayanları gördün. insandan uzak bir alanda pil alıp müzik dinlediniz emin
abiyle. ve onun da yanında biri olmadı hiçbir zaman. hiç kimsenin yanında biri olmadı.
senin de yanında olmayacak.. tercih senin moruk, ama beni korkutuyor bu
gelgitlerin. yirmiyedi beni korkutuyor.. ve bu çift kişilikli yazdığın şey, bi
boka yaramaz.. bilinçli olarak yapmadın bunu çünkü. hiçbir şeyi bilinçli olarak
yapmıyorsun.. mantığı sikip atmışsın bir kenara. duygularına güveniyorsun.
kimse duygularına güvenmiyor oysa. o halde. o halde ne? o halde hiç.. hiç bir şey görme, hiç bir şey duyma..
yirmibirindeyken sen, bir halüsinasyonunun,
kilise sokağında sana söylediklerini unutma sadece. “bir gün seni de avlayacaklar
adamım” demişti sana, “bir gün herkesi avlayacaklar” demişti, “ama biz
evcilleştirelemeyen bir türüz” dedi, “o yüzden bizi kafese kapatmak yerine deli
damgasını vuruyorlar alnımıza. sonra kimseyi inandıramıyoruz. kimseyi
güvendiremiyoruz. öyle eblek bir şekilde, bizim gibi üç beş deli daha bulup,
yağ satarım bal satarım oynuyoruz sadece.”
bunları dedi. dedi ve öldü. bir
psikolog gelip halüsinasyonlarını kısmen öldürdü. bir çok insan da öldü. bir
çok insan öldü ve bir çok insan da öldürüldü. bir çok insan intihar etti. ve
hala kendini özel hissediyorsan, oyunun dışında kalmayı sürdür. koşmak hiç bir
şey kazandırmayacak sana. hangi yöne koşarsan koş, hiç bir şey
kazandırmayacak.. yürüme bile. sadece, olduğun yerde kal ve ayakta dur. yapman
gereken tek şey bu. hiç bir şey görme hiç
bir şey duyma. hiç bir şey kazanmayacaksın. ama kaybetmeyeceksin de. ve
kimse gelmeyecek de, boşuna bekleme. öyle ya da böyle..
sigaraya inan sen. alkole inan.
uykuya inan. yazıya inan. kendine inan. ve kapat gözlerini. hiç bir şey görme hiçbir şey duyma.
bırak insanlık tarihi ne hali varsa görsün.. bulaşma onlara. “hıhı” deyip
geçiştirir. “evet haklısın” de. “bravo sana” de. tartışma bile. aksini iddia
etme. uyarma. kurtarma da. seni de kimse uyarmadı bugüne kadar. “bak arkanda
bir karanlık var ve senden daha hızlı hareket ediyor” demedi. “güneş yok. güneş
hiç olmadı” demedi.. sen biliyordun ama bunu. ve inat ettin. azimli değildin
ama inat ettin yine de.. boktan bir hayatı sürdürmeyi göze aldın. ve senle bu
boktanlığı paylaşmadı kimse. bunu göze almadı. o halde şimdi, gelecek bi kaç ay
içinde, ufak bir evde kendi kendine yaşama hazırlan. zack olmaya hazırlan
moruk. başka şansın kalmadı.
onlar ayak direyecek mutlaka. “bırak
bu işleri” diyecekler. “gel dergimizde yaz” diyecekler. “gel kitabını basalım”
diyecekler. “oo senaryo mu, ben yönetmenim” diyecekler. sik at hepsini.. bir
fotokopi makinesi yeter hepsine meydan okuman için. kendi kendini dağıtır
kopya. uğraşmana bile değmez. “bir kopya yeter” demişlerdi. 1976. bir kopya
yeter. adını hatırlayamıyorum tam olarak. ama isimlerin bir önemi yok. sayfa
numaralarının bir önemi yok. her şey yüzeysel diğerleri için. sen dünyayı
köpekler gibi gör. siyah ve beyaz. yin ve yang. da ve da.. bu kadarı yeterli.
çaba sarf etmen gerekmiyor. bir
kadına aşık olman gerekmiyor. sana aşık olan yeterince kadın var zaten. ve
hiçbir önemi yok kadınların. erkeklerin hiçbir önemi yok.. herkes yalnızdır ne de
olsa. insanlar doğarak çoğalır ve yalnızlaşarak ölür.
kitap okumuyorum ve film izlemiyorum,
tamam mı? müzik dinliyorum sadece. ve hep aynı şeyleri dinliyorum. her şey
öldü. yeni olan her şey eskinin bir tekrarı. her şey hala aynı. yeni diye bir
şey yok. tarih sona erdi. adem’in kendini lilith’den üstün gördüğü gün tarih
sona erdi. o gün başladı iktidar savaşı. ondan önce başladı. şeytan ve tanrı
arasında. belki daha da önce. ama hiç sona ermedi. ve ermeyecek. tekrar etmeye
devam edicek. her şey tekrar etmeye devam edicek. ve sen olduğun yerde kaldığın
sürece, tekrar etmiyor olucaksın.
ve neden bahsettiğimi
anlayamıyorsanız, sizden daha derin yazıyorum demektir. şimdi gidip bir üç bin
kitap daha okuyun. ben yaşamaya devam edicem.. yirmiyedi geçicek.. yirmisekiz
geçicek. sonra otuz. sonra kırk.. bundan sonra, geriye kalan her ne varsa, her gün
ters döndürülen bir kum saatinden farksız olucak.. ama siz, farklı bir şey
aramayı sürdürün. işe git eve gel.. başka bir şey yok… olması da gerekmiyor
artık.. olmak isteseydi, olurdu zaten.. ben istemesem de olurdu.. o yüzden
şimdi koltuğa uzan ve ayaklarını uzat.. tavan. hep aynı tavan. boyamak
gerekiyor. ama saçını bile tarayamıyorsun sen.. çember kapandı. the circle did
close indeed. çember kapandı. karanlık karanlık karanlık.. başka hiç bir şey
yok görebileceğin. o yüzden kapat gözlerini, ve bodoslama dal hayatın tüm
virajlarına. bırak ölen ölsün. sen çoktan öldün nasıl olsa. şimdi sakın bir
şeyler için umut edip de, ölü taklidi yapmaktan vazgeçeyim deme.. * başlık this empty flow’un
bir şarkısının adıdır - 2 mart 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder