15 Eylül 2004

hayalet baba

8 yıl önce bugün, içinde bulunduğumuz hayata veda edip başka bir diyara giden babam için, 2004 yılında yazdığım bir öykü:

hayalet baba


yazdı.. okuldan yeni atılmıştım.. kaydımın tamamen silinmesini ve lise diplomamın bana geri iade edilmesini bekliyordum.. ölüm gibi geliyordu, bu iş için yürütülecek olan işlemler.. askerliği tecil ettirememek gibi bir risk vardı.. sıkıntıdan patlıyordum..


sakallarımı kesmiyordum uzun bir süredir.. tırnaklarımı da.. günde bir öğün ya yiyor ya yemiyordum. annem, zayıfladın deyip duruyordu. umursamıyordum.


hiçbir iş yaptığım yoktu, yapılacak hiç bir iş de yoktu.. boşalmıyordum bile.. aşık değildim kimseye.. aranıyordum.. rüya görmez olmuştum.. sakallarım tuhaf bir biçimde çıkıyordu, tarikatçı kaçıklara benziyordum sakallarım uzayınca.. babamla tartışırdım sürekli bu yüzden.. ben sakal sevmem, derdi.. o zaman sen de bırakma, derdim.. üç dört günde bir tıraş olurdu o ve yaşı 66 olmuştu sanıyorum..


sanıyorum.”


ilgisizdim her şeye karşı.. ona kötü davranmıştım ve kötü davranmaya da devam ediyordum.. herkese kötü davranıyordum aslında.. zamanla değişmeyen sabit bir tavrım yoktu ama iki yüzlü değildim.. neysem oydum.. sadeydim.. ama sabit değildim.. bugün "olur" derdim, yarın "olmaz."


gene halüsinasyonlar baş göstermişti.. oysa yoktular bir üç ay kadar.. basit görüntülerdi bunlar, ne ses ne hareket vardı, sadece gölge ve ışık.. görünüp kaybolan türlerinden.. ve de nefes alıp veren bir şeyler.. ne olduğunu bilmiyorum.. ama hissedebiliyordum.. ensemde.. ağzımı bantlayacaklarmış gibi..


günde 25 bardak çay içiyor ve 2 saat uyuyordum.. çok fazla boş zaman ama yapılacak hiç bir şey yok.. bekliyordum.. neyi? bunu bilmiyordum..


yazdı.. ve sıkıntıdan patlıyordum.. 2 aydır evden çıkmamıştım.. yo yo, arada sırada bakkala gidiyordum.. ve delirmek üzereydim artık.. yazmıyordum.. okuyabileceğim hiç bir şey yoktu.. film izlemekten sıkılmıştım.. mullholland en nihayetinde çözülmüştü, en azından bana göre.. müzik dinlemek istemiyordum.. ama fonda sürekli çalardı bişeyler, en çok da beth gibbons, cebrailim..


telefonun çalmasını bekliyordum sadece.. çalıcak ve gidicem.. çalmıyordu.. izmir çekilmezdi yazları, herkes gider ve geride bi tek sen kalırdın.. sıcaktır ve yapılabilicek hiçbir şey yoktur, eylüle kadar bekler ve bu arada delirirdin..


neyse, akşam 9 sıralarıydı.. annem ablam ve yeğenim dizi izliyor, babam diğer odada film izliyor ve abim ise evin karşısındaki kahvede maç izliyordu.. koltukta yatmış, hiçbir şey yapmıyordum.. düşünmüyordum bile.. bilgisayara geçince de hiçbir şey yapmıyordum.. bir dosya açıyor ve “bara girdim, güzel bir hatun vardı” diye yazıp sonra kaydediyordum dosyayı.. sonra da siliyordum.. sonra bir dosya daha açar ve bu kez de, “bara girip en dibe göçtüm.. bir içki istedim” diye yazardım.. kaydeder ve silerdim.. yolunda gitmeyen bir şeyler vardı ama ne olduğunu çözemiyordum.. her zaman yolunda gitmeyen bir şeyler vardı zaten.. ama bu kez yolunda giden bir şey yoktu belki de..


annem mutfağa gitti ve 10 dakika sonra beni çağırdı, kavun kesmişti ve kabuklarını çöpe atmam gerekiyordu, evdeki ufak çöp kutusu dolmuştu, çöp evin biraz ilerisindeydi, çöp torbasını aldım ve dışarı çıktım.. alt kapının menteşesi bozuktu, çok zor açılıyordu kapı, tüm enerjimi kapıda kaybettim, nedeni buydu belki de, yoksa haklardım o pezevengi.. neyse, daha oraya gelmedik, spoiler vermeyeyim.. çöpe gittim, kapağı kaldırdım ve torbayı attım.


kahveden bir adam çağırdı yanına, bu daha önce de olmuştu, bu mahalleye 6 ay önce ilk taşındığımız zaman, çağırmış ve “neden çöpü oraya atıyorsun, nerde oturuyorsun sen” demişti. o zaman hıncımı alamamış ve o günden sonra da evdeki çöpleri atmak için can atar olmuştum..


adamın evi, çöp tenekesinin dibindeydi ve “sizin kokunuzu mu çekicez lan biz” diyordu, evimiz tenekeye biraz uzak diye.. ama yapılabilicek bir şey yoktu, büyük ihtimal işsizdi adam, ve canı sıkılıyordu kesinlikle, biriken enerjisi bir yere boşaltılmalıydı getirisi olmasa bile, belki bir yumruk belki bi kaç tekme.. atsa da bunları yese de..


mahallede olup bitenle pek ilgim olmamasına rağmen onu gece gündüz görürdüm.. 6 ay geçmişti ve hâlâ o anı bekliyordum, dayak yiyecektim belki de, ama bir yumruk inecekti ona.. 35 yaş civarındaydı adam.. kesinlikle çocuğu olan biriydi..


ne var” dedim

çöpü neden oraya atıyorsun” dedi,

evinize yakın diye” dedim, “karnın acıkınca çok yol yürümezsin”

seni siktiğimin pezevengi” dedi.. ve olan oldu.. hâlâ hayattaydım.. iyi geçirmişti kafayı bana, ama sonrasında gözü morarmıştı.. ben vurmadım ama.. birader kahvede maç izliyordu o an ve “siktiğimin pezevengi” sözünü duymuştu, aile bağlarına benden daha çok önem verirdi, ve tabii kardeşi olarak bana da.. koşarak geldi.. gerçekten koşarak.. ve iyi geçirdi.. çok iyi.. sayı!


hepsi buydu.. futbol maçı unutuldu ve boks maçını erteletmek için sahaya indi herkes.. eve girdim.. girdik.. aynı koltuğa yattım.. birader tekrardan kahveye gitti.. aynı can sıkıntısı ile baş başa kaldım.. kafayı yemiş ama can sıkıntısını yenememiştim..


internet cafeye gidicem” ben dedim valideye.. “hayır!” dedi, endişeliydi.. daha öncesinde, bir kavga sonrası, konsere diye gitmiş, kafam ve dirseğim yarılmış şekilde hastanede bulmuştum kendimi, sadece başım dönmüş ve düşmüştüm durakta.. umrumda da değildi o adam.. uzun zamandır kimseyi kâle almıyordum.. sinirim adama değil kendimeydi.. kafa yemek istemiştim.. işe yarar sanıyordum.. duvara vurmaya da cesaretim yoktu.. biri kafa atsa düzeleceğimi sanıyordum, hiç bi bok olmadı..

neyse, evden çıkmış kafeye doğru yol alıyordum, iyice yaklaşmıştım, kapısı görünüyordu, kurtulmak üzereydim.. içerden bi tip çıktı, yüzünü görüyordum, sırıtıyordu, iyice yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.. kimyasal yasin miydi bu? evet oydu, ona öyle derdim ortaokulda, ben koymuştum ona bu adı, mantıklı bir açıklaması yoktu, ama adı buydu ve o yaşlarda kimse mantığa önem vermiyordu.. çok zayıftı yasin, fen bilgisi derslerinde iskelet olarak kullanılabilirdi..


"naber?" dedi, "tanıdın mı beni"

"eyvallah" dedim gülerek, sahte bir gülüş değildi bu, severdim onu, "tanıdım, senden naber?"

"eh işte, sınav sonuçlarına baktım"

"ne sınavı bu böyle?"

"memur olmak için. daha önce de ösys'ye girdim ama fos."


ben meslek lisesine gitmiştim o ise düz liseye.. en son 1 yıl önce karşılaşmıştık, yolda, işsizdi o zamanlar, ben ise öğrenciydim, hayatım boyunca öğrenciydim, -ilk altı yılı saymazsak- evlerimiz yakındı yasin ile, iki üç mahalle, lanet olası geçim derdi engelliyordu insanlarla tesadüfen de olsa görüşmeni..


çalışıyor musun bir yerde”

yo hayır.. ya sen?”

ben okuyordum işte..”

bitmiştir artık okulun…”

bitti.. ama diploma vermicekler”

nasıl?”

atıldım.”


durdu.. gözlerindeki nefreti görebiliyordum.. bir anda oldu bu. nefret kolay bir duygudur, basittir, aniden gelir ve kalıcıdır! aşk da en başlarda aniden gelir, yenilen kazıklar biriktikçe bu duyguyu hissetmemeye çalışırsın.. aslında aşk bir şartlanmadır en başlarda, birini gözüne kestirir ve şartlanırsın, sonra nefret başlar.. aniden gelir.. aşk gidince yerine nefret gelir, eğer eski sevgilinizden nefret etmiyorsanız, aşıkta olmamışsınızdır, ya da hâlâ aşıksınızdır. ilk görüşte aşk diye bir şey yoktur, ilk görüşte şartlanma vardır, şartlanmalardan yenilen kazıklar sonrası kolaydır, bir aşk baş gösterir.. aniden en derininizde dolaşır ve dinamiti koyar biri, sonrası zordur, şartlanmamaya çalışırsınız.. ve nefret ise kimyasal yasin’in gözlerindedir..


o bir okula girmeye çalışıyordu, ne olursa.. ve tek söz etmeden yoluna devam etti.. sadece kendime değildi zararım. fazlalık olduğumun farkındaydım. intikam alıyor gibiydim ama yanlış kişileri seçtiğimi de biliyordum. dünya ağzıma sıçmıştı, istediğim gibi yaşayamıyordum.. yaşamamı istedikleri gibi de yaşamıyordum.. öylece durmuş bekliyordum işte ve bu arada başkalarının, istendiği gibi -en azından kendileri bunu istemese de- yaşamalarını engelliyordum.. yatağa yattım, şartlanmalar ve dinamit sonrası, gerçek bir şeyler için beklemeye başladım.. bir aşk hayatta tutardı beni.. ama yoktu işte.. nerdeydin be sen?


kafayı yedikten 4 saat sonrasıydı sanırım, saat bir civarıydı, ev uyuyordu, herkes işe gidicekti yarın.. bilgisayarı açtım ve bekledim öylece.. disketim takılı kalmıştı.. bir düğmeye basmam gerekiyordu.. sistem disketi değil o diyordu.. disketi çıkar ve bi boka bas.. bense bekliyordum..


babam öksürmeye başladı diğer odada.. uzun süredir tıkanmıyordu.. ona okuldan atıldığımı söyleyememiştim.. annem söylemişti.. evin yatak odasında, ki orada uzun süredir yatmıyordu kimse, oturmuş mülksüzleri okuyorken ben, babam işten geldi, saat ondu, gece, sabah 8’de evden çıkıyordu ve akşam onda evde oluyordu, bir kahvede 12 saat çalışıyor ve günlük 15 milyon alıyordu, bir kısmı ganyana giderdi paranın, emekliydi aynı zamanda, iki otobüs değiştiriyordu işe giderken ve gelirken.. ve ölmek üzereydi.. hatta 6 ay önce ölmüştü de, benim moralim bozulmasın diye yaşıyormuş gibi yapıyordu, gülmeyin, şaka yapmıyorum, hastaneye kaldırmıştık onu 6 ay önce, nefes alamıyordu, 2 hafta yattı orada.. şubat tatilimi harcadım, şikayetname olarak söylemiyorum harcadım derken, feda olsun..


refakatçıydım, ilk haftaydı, geceydi. “kalk” dedi, “kalk ben ölüyorum” sandalyede yatıyordum, 11’de haplarını vericektim ona, saat üç olmuştu, uyuyakalmıştım, “noldu” dedim.. bana, 11’de haplarını içmek istediğini, ancak yanlış hapları içtiğini ve üstelik yanlış miktarda içtiğini söyledi, bunu söylemesi çok uzun sürdü, bir yandan hava üfleyen bir makineyi takmaya çalışıyor bir yandan onu dinliyordum, makineyi taktım ve hortumu ona verdim..


neden beni kaldırmadın ki” dedim.

uyuyordun” dedi.. iyice kötüleşiyordu ve odadaki diğer 3 hasta sadece uyuyordu.. nöbetçi hemşireyi çağırdım, durumu anlattım, bana “onun bişiyi yok, o haplar zehirlemez, psikolojik olarak tıkanıyor bişi olmaz” dedi, ve gitti yattı kaltak.. 1 saat içinde 4 kez çağırdım onu, dördücüsünde tekrar geldi, ve aynı tiyatro oyununu canlandırdık hemşire ile bu kez desibeli yüksek bir şekilde. nöbetçi doktoru çağırdım sonra.. böyle bir şey işte.. ölmeyeceğini söylüyor herkese o gün bugün, “ben o gün ölmedim ya, bi daha da ölmem artık.”


ama her gece öksürüp duruyordu ve kimseden hiç bi şey istemiyordu..


neyse, iyice karıştırdım, mülksüzleri okuyordum, bir zamanlar imal edildiğim yatağın üzerinde –şimdi de ihmal ediliyordum belki de?


bizim oğlan yok mu” dediğini işittim babamın. valide,

yatak odasında kitap okuyor” dedi. salona girmeye çıkmaya korkuyordum.

nolmuş okul” dedi babam.

gene sınıfta kalmış” dedi valide.

e nolcak şimdi, 1 sene daha mı uzadı?”

af çıkması gerekiyormuş, kaydını sildircek.”

olsun” dedi, “askere gider, işe girer, yapar bir şeyler, darlama çocuğu”


başka hiç bir şey demedi.. kimse hiçbir şey demedi.. kitaba devam ettim..


işte bu gecede öksürüp duruyordu.. su verdim önce, istemedi, koydum bardağa, içti, “sen git yat” dedi, “bişey yok.”


bişey vardı.. ve gidip yatmadım bu kez.. ama uyku onbin yıldır namağlup götürüyordu bu ligi, ve uyandığımda saat üçtü.. bakkala gidip ekmek almam gerekiyordu, gittim, gazeteye takıldı gözüm, ama gazete okumuyordum ben, dönen dolapları benim gözümden haber eden bir gazete çıkana kadar da bu böyle gidicekti.. kesiyordum onları sadece. basını ameliyat ediyordum neşterle. kolaj için.


ve çöp tenekesi kapımızın önüne gelmişti, 15 metre itilmişti.. canım hâlâ sıkılıyordu ve 15 dakikalık bir iş bulmuştum kendime.. ekmekleri eve bırakıp, çöp tenekesini dün geceki yerine iteklemek için evden çıktım.. ittim.. kavga çıkmadı.. adam görünürde yoktu.. ve canım hâlâ sıkılıyordu.. göztepe-karşıyaka maçına gidip kavgaya karışmak iyi fikirdi aslında.. ama ligler tatildeydi.. yazdı.. ve sıkıntıdan patlıyordum..


tek kelime etse babam, bağırıp çağırsa, evire çevire bi güzel pataklasa, rahatlayacaktım.. yapmıyordu..


15.09.2004 – 03:22



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder