“vazgeçmek kolaydır” dedi seçil, “ama doğru olan bu değil.” doğru
kelimeleri asla seçemediğimi söyledim ona. “doğru zamanı da” diye ekledi.
“genel olarak doğru’yu” diye kestirip attım, yüzümü onun
olmadığı yöne dönerek, bir sigara sarıp beklemeyi sürdürdüm, ayın gelmesini.
görüş açıma girmesini ya da.
“bugün biraz bulutlu” dedi, “bana kızman gerekmez”
“ya kendime?”
“kendine haksızlık ediyorsun bence”
“başkalarına da” dedim, balkonumdaki tekli koltuktan kalkıp
hemen yanındaki üçlü koltuğun en ucuna geçerken, gökyüzüne doğrulan bakış açımı
değiştiriyordum sadece, karşıdaki apartmanlar ve balkonumun tavanı görüş açımı
kısıtlıyordu, ve hiç yıldız görünmüyordu bu gece de
“ayağa kalkılması gerekebiliyor” dedi, “bazen, yıldızları
görebilmek için”
“yere düşmedim ki seçil” dedim, “sen neden bahsediyorsun?”
“düşürülmedin de ama” dedi, “insanları suçlamaktan vazgeç”
“insanları suçladığımı da nerden çıkardın ki?”
“kaçıyorsun onlardan”
“evet kaçıyorum, hepsinden, her birinden, çoğundan, son iki
buçuk yıldır içine düştüğüm kör karanlıktan kaçıyorum, kuyudan çıkma çabası bu
hem, kaçmak değil”
“kendi yüzüne dön” dedi, geldiğinden beri gözlerinin içine
bakmamıştım, gökyüzünden gözümü ayırmadan görüyordum işimi hatta, sigaramı
bakmadan sarıyor, çakmağı el yordamı ile buluyordum önümdeki masanın üzerinde.
“bugün görünecek” dedi “inan bana”
“hayır” dedim, “kaybettim onu”
“dün sabah ki nasıldı”
“sevmedim onu, fazla parlak, adını biliyorum onun hem, bu
yeni keşfettiğim yıldız da gözüm, belki de kışın görünüyordur bilmiyorum, bir
aydır ortalıkta yok velet”
“kışı seviyorsun” dedi
“en sevdiğim mevsim marttır” dedim, “tüm yılın
bütünselliğini içinde barındırır, özellikle izmir’de, ondan sonrası kolaydır,
nisan mayıs, fena şenlenir balkonum ki biliyorsun bunu, o göt ağaçlarımdan
birini kesmeyecekti”
balkonumda dört adet ağaç vardı, birini en üst katta oturan
ev sahibinin kardeşi kestirtmişti, seviyordum mart nisan ve mayısı çünkü
balkondaki ağaçlar yaprak açar ve beni yoldan geçen insanlardan gizlerdi, ben
görürdüm ama onları, birinci kattaydım, ya da zemin diyelim, ve görürdüm onları,
işporta kaldırımında da görürdüm, aşağıdan baktım hep, hemen hemen her şeye,
buna rağmen egomun yüksek olduğuna dair eleştirileri anlayamadım, olduğum gibi
göründüm hep, zihnimden ne geçiyorsa onu naklettim insanlara, burnu havada
olmak ile her şeye eyvallah deyip sessiz kalmayı karıştırıyor insanlar, bu
ifadem sorunlu oldu, tariflemek istediğim o alanımı kanıtlayamamam size, ama
bunu anlamanız için çaba sarfetmeyeceğim, hatta hiçbir şey için çaba sarf etmeyeceğim
artık, sıkıldım ve yoruldum, yoruldum ve sıkıldım, tanrıya dönücem yüzümü,
Allah’a, Yehova’ya, Tao’ya, adı her ne ise, benim için de bir adı var
kendisinin, onunla bütünleşik olan yaşamımda son iki buçuk yıldır araya giren
frekans karışıklığını temizlemem lazım sadece
“yörüngeni benden uzaklaştırıp başka bir kadına çevirmiş
olman gerçeği hakkında da konuşmak ister misin bebeğim?” diyerek araya girdi
özlem, içimde bir ses olarak,
“frekanslar karıştı sadece” dedim ona “anlamanı
beklemiyorum”
“ben seni bekliyorum ama” dedi, “biliyorsun, bekledim, beni
görmeni, yıllardır, görmen yeterliydi, göz göze gelmesek de olurdu hem”
“tıpkı o aradığım yıldızlar gibi” dedim, “benim onlara
baktığımın farkındalar mı sence?”
“en parlakları içinde en parlamayanına odaklanıyorsun daima,
en silik olanına”
“kendine pay çıkarma” dedim, “senin ışığın yeterince fazla,
gözümü alıyor”
“ışığım tükeniyor adamım” dedi
“gerçek yıldızların ışığı öldükten sonra da parlamaya devam
eder” dedim, “belki de şu an gördüğüm, -o sırada bir yıldız görmüştüm- asırlar
önce ölmüştür”
“benim gibi” dedi
“senin gibi” dedim, “kendini öldürdüğün halde seni görmeye
devam ediyorum, ve ölmeden önce son konuştuğun kişi olarak söyleyecek olursam
eğer…”
“söyleme bir şey” dedi, “kendini suçlu hissetmeni
istemediğim için aradım seni o gece, ben gidiyorum, beni bulman lazım”
ve araya bulutlar girdi, ses kesildi, beni duyabilirdi ama
ben onu duyamazdım artık. bi sigara uzattı seçil, sanatçılık kokuyordu sarış
tarzı, “yüzüme neden bakmıyorsun” dedi
“siyah” dedim, “siyah artık kazanmalı”
“beyazın hakimiyetinde asırlar geçti” dedi,
“yedi bin yıl” dedim, ve burada sözünü ettiğim şey bir ırk
değildi
“ama yin yang ayrışıyor adamım” dedi
“nihayet” dedim, “dengeye oturuyor ihtişamı tao’nun”
“işte o yüzden vazgeçemezsin, savaşmaktan”
“vazgeçttiğimi de nerden çıkardın” dedim, sigaramı yakarken
bir göz kırparak, gece boyunca ilk kez göz göze geliyorduk, aynada kendi
gözlerinin içine bakmak gibiydi seçil ile göz göze gelmek. “ben kaçar artık”
dedi, balkonun demirlerinden atlayıp yola süzüldü.
o sırada buldum onu, tekrar, yıldızımı, silik bir ışığı
vardı, hiç bulut kalmamıştı çevresinde, ışığı güçlenmiş gibi geldi bana,
sigaramdan bir nefes daha alıp, uzaklaşmakta olan seçil’e seslendim, “yalan
söylüyordum kızım, doğruyu seçemediğimi söylerken” dedim, “bazen kendi hakkında
da yanılır insan”
sol elini yarı kaldırıp zafer
işareti yaptı, “peace” diye bağırarak, ardından havaya kaldırıp bir yumruk
yaptı ve gözden kayboldu.
20.04.2018
başlık
şurdandır: Wu-Tang Clan - Back In The Game (Phoniks Remix)