“arada nokta kullansan nasıl olur” diye girdi söze. 3 kitabı
olan bir yazardı kendisi. ilk iki kitabı tükenmiş, üçüncüsü yeni çıkmıştı.
adını söylemeyeceğim çünkü unuttum. bilsem söylerdim. bilen bilir, gerçek
karakterlerden ve gerçek isimlerden hiç kaçınmadım. ama hayaletlerimi daha çok
seviyorum. ne diyordum. “arada nokta kullansan nasıl olur” diye girdi söze.
eski sevgilim göndermişti yazdıklarımı ona. adamı tanımıyordum. hiç kitabını
okumamıştım. eski sevgilimin arkadaşıydı. o kadar da söyledim gönderme diye.
belki yayınlanmana yardımcı olur demişti. istemiyordum yayınlanmak falan. o
dönemden bu yana bu bakış açım pek değişmedi. aslında isteyebilirdim ama ben
seçmeliydim onu da. yani neresi olduğunu. hangi yayınevi. bu önemli olmalıydı
bir yazar için. bazen fanzine yazılar gelirdi. e-postaya. adam tüm dergi ve
fanzinlere aynı anda göndermişti. adres satırında bir dolu dergi fanzin ismi
ile beraber gelmişti yazı. iyi olsa bile basmazdım bu tip şeyleri. sevmiyordum
yayınlanma derdine fena kafayı takmış insanları. seçici olmak gerekiyordu. ben
de denemiştim bunu. ilk olarak parantez’i istemiştim. siklenmedim. sonra,
kaan’ı sevmesem de, şenol’un hatrına altı kırkbeşi denedim. siklenmedim.
denemek istemiyorum artık. birileri teklif etsin istiyorum. ki o zaman bile
seçici olacağım. farz-ı misal doğan yayınları gelse, sekiz kitabıma,
ödeyemeyecekleri bir mebla isterim. kabul ederlerse, gelen parayla bir
dokuzuncu kitabımı bandrolsüz basarım. yöntem bu. yerse. yemiyor ama. ki ben de
bu durumu siklemiyorum. kendim basıyorum zaten. ne gerek var. ne diyordum?
“arada nokta kullansan nasıl olur” diye başladı söze.
buluştuk bir barda. eski sevgilim buluşturdu bizi. kendisi işteydi. buluştuk.
yazdıklarımı öncesinde e-postayla göndermişti sevgilim. her neyse, o yıllarda
güvenmiyordum yazdıklarıma, ne diyeceğimi bilememiştim, pek eleştiri almamıştım
o güne dek, şimdiyse eleştirinin biri bin para. daha çok bok atmalar şeklinde
gerçi onlar da. her neyse her neyse. bi türlü anlatamadım tanrısını satayım.
tekrarlıyorum.
“arada nokta kullansan nasıl olur” diye girdi söze, bilen
bilir, hiç noktasız yazardım eskiden, pek az nokta bol virgülle bölerdim
heceleyerek betimlediğim karabasanlarımı. 12 yıl önceydi söz konusu hikaye ve
ben “bilmiyorum” dedim, “yazıyorum işte.”
“zihin halim adlı şey iyi bir öykü bak” dedi, “ama diğerleri
bir şey anlatmıyor sanki. yayınlamazlar.”
“yayınlanmak gibi bir amacım yok” dedim, “ben kendim
basıyorum zaten.”
“e ne diye gönderdin bana yazdıklarını?”
“yasemin’in fikri. o attı.”
“anlamadım” dedi, sert bir şekilde.
“abi ben seni tanımıyorum, hiç okumamışım, yanlış anlama,
bir önyargım da yok, buluşmak istemişsin, buluştuk, ama olay bundan ibaret.”
“okudun ve biliyorsun, o yüzden gönderdin sanıyordum.”
“dediğim gibi ben göndermedim.”
o sırada biralar geldi.
imdadıma yetişti garson kardeş resmen. sıkı bir yudum alıp rahatladım.
“nesi kötü geldi sana yazdıklarımın” dedim
“kişisel meselelerden bahsediyorsun” dedi, “başına
gelenlerden.” haklıydı. fazlasıyla kişiseldi tarzım. ama olması gerekenin bu
olduğuna inanıyordum. hiç tanımadığım aysu’dan ve onun hayatından neden
bahsedeyim ki size? ki kendimden bahsetmiyorum. hayaletlerimden bahsediyorum
çoğu zaman. öyle değil mi şöbi?
“olabilir” dedim, “benim de tarzım bu.”
“tarzın oturmamış henüz.” dedi. bak bu konuda haksızdı işte.
ama üstelemedim. şimdi olsa, muhabbeti uzatmam bile, cevap bile vermem yani,
anlıyor musunuz? evet evet küstağım. söz konusu yazarlıksa benden küstahını
bulamazsınız. bi bukowski bi ben. bakın gene küstahlaştım kendimi buk ile eş
değer görerek. böyle diyorum, çünkü bugün anti-girdap timinden böyle bir
eleştiri alıcam. onlardan önce davranıp onları susturayım bare kendi kendime
batırarak oku.
“olabilir abi” dedim, “deniyorum işte.”
“virginia woolf’tan çok etkilenmişsin belli.”
“hiç okumadım.”
“inanmıyorum. bariz etkilenmişsin.”
“okumadım ama.”
“tuhaf”
tuhaf geleceğini biliyorum ama, hala okumadım. az okurum.
çok yazarım. genellikle fanzin ve teorik şeyler okuduklarım. ve şiir sevmem.
edebiyata pek bulaşmam. yüzde doksanı boktur çünkü. kesin ve net. çok azın
içinde de tanrım ambjörnsendir. ben müzikle ilgiliyim daha çok. müzikteki ritmi
yazıya aksettirmek gibi bir derdim var. akıcı olmak yönünde. akış. buz üstünde
kayıyormuşçasına hızlı akmalı cümleler. ki yazarken bunu yapıyorum. tek
oturuşta yazarım. üzerinde hiç düşünmeden ve duraksamadan. fondip. okunurken de
böyle olsun isterim. bunu becerebiliyor muyum bilmiyorum gerçi, okuyanlara
sormak lazım. ne dersin izmarit?
yanında denyomatriks arkadaşımız son kitabını getirmişti,
yeni çıktığı için henüz almamış olduğumu düşünüyordu sanırsam. imzaladı bir de
üstüne, kendi kendine. ben benden imza istenmediği sürece hiçbir şeyi
imzalamam. imza günü de biraz para kazanalım kafaları çekelim hesabı. açığım bu
konuda. okuyucuları da siklemiyorum. ne düşünecekleri üzerine düşünerek eğip
bükmüyorum harfleri. hiç kimse okumasa da olur. yıllarca kimse okumadı zaten.
ben yine de devam ettim, büyük bir ısrarla yazmaya. çünkü kendime yazıyorum.
kendime yazılıyorum. yazarken keyif alıyorum çünkü. çünkü bu durum, kendi
psikolojim için en iyi terapi. sonrası hiç. ama yayınlamayı ve bu sayede bir
iletişim kanalı oluşturup kafa dengi insanlarla tanışmayı seviyorum. fanzin
çıkarmaktaki tek amacım kendi tarzımda bir merhaba diyebilmek insanlara. gerisi
onlara kalıyor. selamı alıp almamak yani. alıp karşılık verip vermemek. verilirse
de, kendimce bazen devam ediyorum sohbete, bazen kısa kesiyorum. bu sayede
edindim dostlarımı. fanzin fanzinin dostu değildir. fanzin sayesinde kazanılan
dostluklar vardır. nokta.
ilk biralar bitmişti. kitabını imzaladı. hala okumadım. bi
ara deneyip sıkıldım. hiç kişisel değildi. ikinci biralar geldi. ve bana büyük
edebiyatından dem vurmaya başladı. aha sikildik şimdi dedim. konuştukça
konuştu. nasıl yazdığını kimleri okuduğunu falan söyledi. anlattıkça
anlatıyordu. susmak bilmiyordu adam. ben hiç konuşmadan dinliyordum. sevgilimin
hatrı olmasa diyeceğim ama hatır gönül işlerine inanmam. o zamanlar daha
yumuşaktım insanlara karşı. anlamaya çalışıyordum. anlamak istemiyorum artık.
alacağımı aldım bu dünyadan yana. verme tarafındayım. dünya barışına bir katkım
olsun diye yazıyorum ben diyecek oldum sustum. geyik yaptığımı anlamazdı
muhtemelen, ciddiye alırdı ve muhabbet uzadıkça uzardı. o konuştukça ben biraya
yumuldum. dördüncü biradan sonra sarhoş oldu kahramanımız. o dönemlerde ben de
çabuk sarhoş oluyordum. hala çabuk sarhoş olurum. sadece, sarhoş olduktan sonra
da içtiğim bira sıra sayısı arttı hepsi bu. ikimizde sarhoş olmuştuk ve ben
fazlasıyla sıkılmıştım. kalkamıyordum. dostoyevski ve kafka’dan bahsetmeye
başladı bana. birer kitabını okumuştum her ikisinde de sadece. hala öyle.
sevmediğimden değil canım. o kadar da küstahlaşmam. ki bu komik olur. iki koca
tanrı’dan söz ediyoruz burada. tek kitapları yetmişti tanrı olduklarını
anlamama. edebiyat’ın tanrıları olduğuna inanırım. bazıları sahte gerçi. kendilerini
öyle sanıyorlar. her neyse. ne diyordum. ben de ona crispin sartwell’den bahsetmek istiyordum ama
yapamazdım. muhabbet uzardı.
her neyse dostlar, yakın arkadaşlarım ve saygı değer
anti-girdap timi, muhabbetin sona bağlanacağı yoktu. “abi benim kalkmam lazım”
dedim,
“daha erken ama” dedi. erken buluşmuştuk.
“çok sarhoş oldum, gidip yatacağım” diye bi yalan söyledim.
“hay hay” dedi, “tekrar görüşelim. kitabımı okuyunca bi geri
dönüş yaparsın.”
“olur” dedim. okumadım. yapmadım. bi daha görüşmedim. o ara
sevgilimden ayrıldık zaten. ve isabet oldu bu. sonrasında bu tip adamlar
sürekli karşıma çıkmaya başladı. sürekli ama. büyük yazarlıklarından dem vuran
ama tek kitapları olan, onu da arkadaş ilişkisi sonucu basabilmiş olan,
edebiyata tapan, övülmekten zevk duyan, kitap fuarlarından çıkamayan, ve
yazmayı çok ciddiye alan. ben uzağım hepsinden. o yüzden yerimde sayıyorum. “o
yüzden onlar orada / ve bizde burdayız.”
kapatalım artık bu bahsi. başka konulara geçmek isterdim ama
işim var. fanzin tarayacağım. tararım fanzininizi. de hade eyvallah.
26 mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder