26 Mayıs 2017

yayıncılık ve yazarlık üzerine

“arada nokta kullansan nasıl olur” diye girdi söze. 3 kitabı olan bir yazardı kendisi. ilk iki kitabı tükenmiş, üçüncüsü yeni çıkmıştı. adını söylemeyeceğim çünkü unuttum. bilsem söylerdim. bilen bilir, gerçek karakterlerden ve gerçek isimlerden hiç kaçınmadım. ama hayaletlerimi daha çok seviyorum. ne diyordum. “arada nokta kullansan nasıl olur” diye girdi söze. eski sevgilim göndermişti yazdıklarımı ona. adamı tanımıyordum. hiç kitabını okumamıştım. eski sevgilimin arkadaşıydı. o kadar da söyledim gönderme diye. belki yayınlanmana yardımcı olur demişti. istemiyordum yayınlanmak falan. o dönemden bu yana bu bakış açım pek değişmedi. aslında isteyebilirdim ama ben seçmeliydim onu da. yani neresi olduğunu. hangi yayınevi. bu önemli olmalıydı bir yazar için. bazen fanzine yazılar gelirdi. e-postaya. adam tüm dergi ve fanzinlere aynı anda göndermişti. adres satırında bir dolu dergi fanzin ismi ile beraber gelmişti yazı. iyi olsa bile basmazdım bu tip şeyleri. sevmiyordum yayınlanma derdine fena kafayı takmış insanları. seçici olmak gerekiyordu. ben de denemiştim bunu. ilk olarak parantez’i istemiştim. siklenmedim. sonra, kaan’ı sevmesem de, şenol’un hatrına altı kırkbeşi denedim. siklenmedim. denemek istemiyorum artık. birileri teklif etsin istiyorum. ki o zaman bile seçici olacağım. farz-ı misal doğan yayınları gelse, sekiz kitabıma, ödeyemeyecekleri bir mebla isterim. kabul ederlerse, gelen parayla bir dokuzuncu kitabımı bandrolsüz basarım. yöntem bu. yerse. yemiyor ama. ki ben de bu durumu siklemiyorum. kendim basıyorum zaten. ne gerek var. ne diyordum?

“arada nokta kullansan nasıl olur” diye başladı söze. buluştuk bir barda. eski sevgilim buluşturdu bizi. kendisi işteydi. buluştuk. yazdıklarımı öncesinde e-postayla göndermişti sevgilim. her neyse, o yıllarda güvenmiyordum yazdıklarıma, ne diyeceğimi bilememiştim, pek eleştiri almamıştım o güne dek, şimdiyse eleştirinin biri bin para. daha çok bok atmalar şeklinde gerçi onlar da. her neyse her neyse. bi türlü anlatamadım tanrısını satayım. tekrarlıyorum.

“arada nokta kullansan nasıl olur” diye girdi söze, bilen bilir, hiç noktasız yazardım eskiden, pek az nokta bol virgülle bölerdim heceleyerek betimlediğim karabasanlarımı. 12 yıl önceydi söz konusu hikaye ve ben “bilmiyorum” dedim, “yazıyorum işte.”
“zihin halim adlı şey iyi bir öykü bak” dedi, “ama diğerleri bir şey anlatmıyor sanki. yayınlamazlar.”
“yayınlanmak gibi bir amacım yok” dedim, “ben kendim basıyorum zaten.”
“e ne diye gönderdin bana yazdıklarını?”
“yasemin’in fikri. o attı.”
“anlamadım” dedi, sert bir şekilde.
“abi ben seni tanımıyorum, hiç okumamışım, yanlış anlama, bir önyargım da yok, buluşmak istemişsin, buluştuk, ama olay bundan ibaret.”
“okudun ve biliyorsun, o yüzden gönderdin sanıyordum.”
“dediğim gibi ben göndermedim.”

 o sırada biralar geldi. imdadıma yetişti garson kardeş resmen. sıkı bir yudum alıp rahatladım.

“nesi kötü geldi sana yazdıklarımın” dedim
“kişisel meselelerden bahsediyorsun” dedi, “başına gelenlerden.” haklıydı. fazlasıyla kişiseldi tarzım. ama olması gerekenin bu olduğuna inanıyordum. hiç tanımadığım aysu’dan ve onun hayatından neden bahsedeyim ki size? ki kendimden bahsetmiyorum. hayaletlerimden bahsediyorum çoğu zaman. öyle değil mi şöbi?

“olabilir” dedim, “benim de tarzım bu.”
“tarzın oturmamış henüz.” dedi. bak bu konuda haksızdı işte. ama üstelemedim. şimdi olsa, muhabbeti uzatmam bile, cevap bile vermem yani, anlıyor musunuz? evet evet küstağım. söz konusu yazarlıksa benden küstahını bulamazsınız. bi bukowski bi ben. bakın gene küstahlaştım kendimi buk ile eş değer görerek. böyle diyorum, çünkü bugün anti-girdap timinden böyle bir eleştiri alıcam. onlardan önce davranıp onları susturayım bare kendi kendime batırarak oku.

“olabilir abi” dedim, “deniyorum işte.”
“virginia woolf’tan çok etkilenmişsin belli.”
“hiç okumadım.”
“inanmıyorum. bariz etkilenmişsin.”
“okumadım ama.”
“tuhaf”

tuhaf geleceğini biliyorum ama, hala okumadım. az okurum. çok yazarım. genellikle fanzin ve teorik şeyler okuduklarım. ve şiir sevmem. edebiyata pek bulaşmam. yüzde doksanı boktur çünkü. kesin ve net. çok azın içinde de tanrım ambjörnsendir. ben müzikle ilgiliyim daha çok. müzikteki ritmi yazıya aksettirmek gibi bir derdim var. akıcı olmak yönünde. akış. buz üstünde kayıyormuşçasına hızlı akmalı cümleler. ki yazarken bunu yapıyorum. tek oturuşta yazarım. üzerinde hiç düşünmeden ve duraksamadan. fondip. okunurken de böyle olsun isterim. bunu becerebiliyor muyum bilmiyorum gerçi, okuyanlara sormak lazım. ne dersin izmarit?

yanında denyomatriks arkadaşımız son kitabını getirmişti, yeni çıktığı için henüz almamış olduğumu düşünüyordu sanırsam. imzaladı bir de üstüne, kendi kendine. ben benden imza istenmediği sürece hiçbir şeyi imzalamam. imza günü de biraz para kazanalım kafaları çekelim hesabı. açığım bu konuda. okuyucuları da siklemiyorum. ne düşünecekleri üzerine düşünerek eğip bükmüyorum harfleri. hiç kimse okumasa da olur. yıllarca kimse okumadı zaten. ben yine de devam ettim, büyük bir ısrarla yazmaya. çünkü kendime yazıyorum. kendime yazılıyorum. yazarken keyif alıyorum çünkü. çünkü bu durum, kendi psikolojim için en iyi terapi. sonrası hiç. ama yayınlamayı ve bu sayede bir iletişim kanalı oluşturup kafa dengi insanlarla tanışmayı seviyorum. fanzin çıkarmaktaki tek amacım kendi tarzımda bir merhaba diyebilmek insanlara. gerisi onlara kalıyor. selamı alıp almamak yani. alıp karşılık verip vermemek. verilirse de, kendimce bazen devam ediyorum sohbete, bazen kısa kesiyorum. bu sayede edindim dostlarımı. fanzin fanzinin dostu değildir. fanzin sayesinde kazanılan dostluklar vardır. nokta.

ilk biralar bitmişti. kitabını imzaladı. hala okumadım. bi ara deneyip sıkıldım. hiç kişisel değildi. ikinci biralar geldi. ve bana büyük edebiyatından dem vurmaya başladı. aha sikildik şimdi dedim. konuştukça konuştu. nasıl yazdığını kimleri okuduğunu falan söyledi. anlattıkça anlatıyordu. susmak bilmiyordu adam. ben hiç konuşmadan dinliyordum. sevgilimin hatrı olmasa diyeceğim ama hatır gönül işlerine inanmam. o zamanlar daha yumuşaktım insanlara karşı. anlamaya çalışıyordum. anlamak istemiyorum artık. alacağımı aldım bu dünyadan yana. verme tarafındayım. dünya barışına bir katkım olsun diye yazıyorum ben diyecek oldum sustum. geyik yaptığımı anlamazdı muhtemelen, ciddiye alırdı ve muhabbet uzadıkça uzardı. o konuştukça ben biraya yumuldum. dördüncü biradan sonra sarhoş oldu kahramanımız. o dönemlerde ben de çabuk sarhoş oluyordum. hala çabuk sarhoş olurum. sadece, sarhoş olduktan sonra da içtiğim bira sıra sayısı arttı hepsi bu. ikimizde sarhoş olmuştuk ve ben fazlasıyla sıkılmıştım. kalkamıyordum. dostoyevski ve kafka’dan bahsetmeye başladı bana. birer kitabını okumuştum her ikisinde de sadece. hala öyle. sevmediğimden değil canım. o kadar da küstahlaşmam. ki bu komik olur. iki koca tanrı’dan söz ediyoruz burada. tek kitapları yetmişti tanrı olduklarını anlamama. edebiyat’ın tanrıları olduğuna inanırım. bazıları sahte gerçi. kendilerini öyle sanıyorlar. her neyse. ne diyordum. ben de ona  crispin sartwell’den bahsetmek istiyordum ama yapamazdım. muhabbet uzardı.

her neyse dostlar, yakın arkadaşlarım ve saygı değer anti-girdap timi, muhabbetin sona bağlanacağı yoktu. “abi benim kalkmam lazım” dedim,
“daha erken ama” dedi. erken buluşmuştuk.
“çok sarhoş oldum, gidip yatacağım” diye bi yalan söyledim.
“hay hay” dedi, “tekrar görüşelim. kitabımı okuyunca bi geri dönüş yaparsın.”
“olur” dedim. okumadım. yapmadım. bi daha görüşmedim. o ara sevgilimden ayrıldık zaten. ve isabet oldu bu. sonrasında bu tip adamlar sürekli karşıma çıkmaya başladı. sürekli ama. büyük yazarlıklarından dem vuran ama tek kitapları olan, onu da arkadaş ilişkisi sonucu basabilmiş olan, edebiyata tapan, övülmekten zevk duyan, kitap fuarlarından çıkamayan, ve yazmayı çok ciddiye alan. ben uzağım hepsinden. o yüzden yerimde sayıyorum. “o yüzden onlar orada / ve bizde burdayız.”

kapatalım artık bu bahsi. başka konulara geçmek isterdim ama işim var. fanzin tarayacağım. tararım fanzininizi. de hade eyvallah.


26 mayıs 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder