9 Mayıs 2017

upon zack - 2. bölüm

hastaneden taburcu olduğu günün akşamına buluştuk onunla, tiryaki kedi’de. alkol komasına girmişti. çıkar çıkmaz da en yakın tekel bayiinden bir bira almış, yolda içe içe yanıma gelmişti. akşamüstü saat beşti zaman. bu isimde bir fanzin de var, çok severim. akşamüstü saat beş. ikibinon sonrası çıkan çoğu fanzin sikkodur oysa. fanzini alternatif bir yayın organı olarak görmek de dangalaklığın hadsafhası bana kalırsa. alternatif kelimesine kılım çünkü. özellikle fanzinleri, dergilerin “alternatifi” olarak görmek, böyle yola çıkmak, saçmalık. fanzin, yıkıcı bir unsur olarak, karşı olduğu bir şeyin nasıl oluyor da alternatifi olabiliyor, anlam verememekle birlikte, tiryaki kedi’ye geri dönmek istiyorum. 

geldi. bi bira söyledim ona. cebindeki son kalan bozukluklarla bi bira alıp yolda bitirmişti.

“ölseydim keşke” dedi.
“saçmalama” dedim, “daha yaşayacak güzel zamanlarımız var.”
“biliyorum” dedi, “özellikle şu süper gücünü hesaba katarsak.”
“onu hesaba katmasak da güzel zamanlarımız var.”


“sokağa çıkalım.” dedi. çıktık. kilise sokağı. günlerden haftaiçiydi. tek tük işporta tezgahı vardı. hatfasonları doluyordu sokak. bense bugün tezgah açmamıştım. pazartesileri tatil yapıyordum. şarap aldık. şişeden yudumluyorduk.

karşımıza üç adam oturdu. dolu şarap şişesini üzerlerine fırlattı adamların. “gidin lan bu sokaktan” diye bağırarak. birinin kafasını sıyırıp kilisenin duvarında patladı şişe. adamlar “tamam abla, gidiyoruz, özür dileriz.” diyerek, apar topar kalkıp uzaklaştılar. neye uyuz olmuştu bilmiyorum. sormadım da. sorun çıkacak olmasını da dert etmedim. gidip bi şişe daha aldım hasan abimin dükkanından. hasan abi ölmüştü altı ay önce. kanserden. çocukları bakıyordu dükkana. oğlu ve kızı. iyi insanlardı. tuvalet de vardı mekanda. hoş pek kullanmıyordum. trafoya işemek daha keyifliydi. ve alkol alınca tuvalete sık gidenlerdendim. mesanem küçüktü sanırım. böyle durumlarda, “amma çok gittin işemeye bilader” derse biri, “mesanem slikonlu değil” derdim, pek anlaşılmazdı bu esprim. her neyse, “bıçak vardı birinin belinde” dedi, rüya. “belki, kritik bir bölgeme sokar da, öldürür” diye düşündüm. “aptalım biliyorum. aptalca bir plan. uyuz oldum işte napayım.” cevap vermek yerine şişeden sağlam bir yudum aldım. rüya bende kalmaya başlamıştı. ben adamı öldürdükten sonra yani. bunu daha sonra anlatacağım. karışık zaman algım var. bunu yazdıklarıma yansıtmak hoşuma gidiyor.

rüya hiç konuşmuyordu başlarda. ağzından tek harf çıkmıyordu. zamanla açıldı. özellikle başında belayı toprağa uğurlayınca, üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. polis olayı kapsamlıca incelmiş, ama izimi bulamamıştı. mustafa ile beraber girişmiştik cinayete ki dediğim gibi, bunu daha sonra anlatıcam. pardon, “anlatacağım” diye yazmalıydım. sevgili eleştirmenlerim öyle istiyordu. öldüler herhalde, ya da sıkıldılar, uzun zamandır yoklar ortada. ben de ortada değilim ama. sağ da ya da solda da değilim. tamamen yokum oyunda.

sokağın başından zabıtaları görüp bi ıslık çalmasını istedim rüyadan. meto’ları uyarmak için. ben ıslık çalamıyorduk. beceremediğim bi çok şey var hayatta. yazmayı becerebiliyor muyum, onu da bilmiyorum. domuz gibi biliyorsun diyor şimdi birileri. duyuyorum. meto tezgahı topladı iki dakkada. geçip gittiler sokaktan. bi yarım saat sonra tekrar açtı.

başlayalım mı dedi rüya. olur dedim. kast ettiği şey, zamanı durdurabilme yeteneğimdi. bakın bunun nasıl olduğunu bilmiyorum ama böyle özel bir yeteneğim var benim. zamanı durdurabiliyorum. yani o an, insanlar, elektronik otomatik bilgisayarlı sistemler. mesela mobeseler. kayıt cihazları. dünyanın dönüşü. her şey ama her şey duruyor. cinayeti de bu sayede kolayca kotarmıştık zaten. bir anda başladı bu şey. zamanı durdurabiliyor oluşum, işi bıraktıktan iki ay sonra, bir gün, bir anda, dondu her şey, sonra, bunu dilediğim zaman yapabildiğimi fark ettim, parmağını şıklatmak kadar kolayca. ve bunu çok az kişi biliyor. ben de bu durumda, süper kahraman oluyorum. anti süper kahraman. büyük planlarımız rüya ile. bankaları soyup, tüm paraları yakmak gibi. ve bunu kayda alıcaz. yüzümüz görünmücek elbette. sonracıma, polislerle ilgili de komik fikirlerimiz var. henüz planı tam olarak geliştirmedik. ve dahası, dokunduğum kişi, eğer istersem, yani her dokunduğum kişi için değil, istediğim kişiye, dokunursam, o da kendine geliyor. donmaktan kurtuluyor. ama şöyle bir sorun var ki, zamanı tekrar başlattığım sırada, dondurmadan önceki yer ve pozisyonumda olmam gerekiyor ki, benim bi işler çevirdiğim fark edilmesin. ve bugün yapacağımız eylem, turgut ile ilgili. sevmiyordum herifi hani, hatırladınız mı?

zamanı durduruyor, ve rüyayı uyandırıyorum. turgut’un yanına gidiyoruz. işporta tezgahını topluyor, çantasına koyuyor, sonra tekrar yerimize dönüyor, unutmamak için ayrıntıları ile hafızamıza kazıdığımız pozisyonu alıyoruz, ve zamanı yeniden başlatıyorum. turgut şaşıyor bu duruma. halini görmelisiniz. kahkahalar atmak istiyoruz, atamıyoruz. mustafa uyarmıştı, ben gelmeden başlamayın diye ama sabremedik. telefonum çalıyor, “at yarağı nerdesin” diye giriyor söze direkt olarak mustafa. “sokak” diyorum. kapatıyor telefonu. beş dakika sonra yanımızda bitiyor. turgut meto’ya dert yanıyor. ne dediğini duyamıyoruz ama olayı anlatıyor olmalı. biraz yakındı tezgahları. açıyor tezgahını tekrar. tam işi bitip de yerine geçicekken, numaramızı tekrarlıyor, yerimize oturuyoruz. binbir türlü küfürle birlikte ki etti mi yüksek seslerle eder küfürlerini turgut. ki biraz da bu yüzden yapıyoruz bu numarayı ona ama asıl nedenimiz bu değil. onu bu sokakta istemiyoruz. onun yüzünden zabıta daha çok sıkıştırmaya başladı bizi. o sokağa geldi geleli rahat yüzü görmedik. ondan önce, karışmazlardı pek. civar sakinleri sürekli olarak, onun yüzünden şikayet ediyor bizi. sürekli kavga çıkarıyor. ya yanına gelen arkadaşları ile, ya da müşterilerle. adam her şeye karşı. kendi varlığı dışında her şeye. hatta bir keresinde şöyle bir sözü bile işittik kendisinden “ben nüfüs cüzdanı bile taşımıyorum lan, en büyük anarşist benim.” aynen bunu dedi adam ki anarşistlerin çoğunu sevmem. komünistlerin de çoğunu sevmem gerçi. aslında, insanlığın çok büyük bir bölümünden haz etmiyorum. sevgi kelebekleri, ve herkesle iyi geçinen, ortayolcular ile ise ciddi sorunlarım var. etrafi’nin de vardı aynı sorunları. piç, yirmiyedisinde kendi canına kıymasaydı keşke. engel olmaya çalışmadım ona. son konuştuğu bendim. kendindeydi. depresyonda falan değildi. gayet mutluydu. kafa karışıklığı yoktu. net bir tavırla yaptı bunu. intiharı, suni teneffüse ihtiyaç duyulan bir ruh halinde gelmedi yani. yalnızlık bunalımları ile de alakası yoktu. kimse beklemiyordu. bir anda yaptı. pat diye. ve yarın, ölümünün birinci yıl dönemi. o zamanlar zamanı durduramıyordum. beş altı ay önce kavuştum bu süper yeteneğe. o zamanlar, böyle bir yeteneğim olsaydı, kullanır mıydım bilmiyorum. yani, o ölmeden önce yetişip engel olur muydum, zamanı durdurup… sanmıyorum. ölmek isteyen kimseye, eğer verdiği karar, bir depresyon sonucu gelmiyorsa, yani bunu görebiliyorsam, engellemem. depresyon intiharları sonucu direkten dönmeler pişmanlıkla sonuçlanır daima.

her neyse, zannediyorum onuncu denememizde, turgut tezgahını da alıp defolup gitti. sokaktaki diğer iki işportacı olayın şaşkınlığı içerisindeydi. bunu her turgut tezgah açtığında gerçekleştirecektik. turgut evine dönerken, bu kadar eziyetten sonra, bi kıyak yapalım diye, çantasına, zamanı durdurup, bi şişe şarap koydum. şarabı da sikko bakkaldan çaldım. zamanı dondurarak tabii ki. bunu rüya ve mustafa bilmiyor. onları uyandırmadan yaptım işimi.. diğer tüm dondurmalarda, yani turgut’un tezgahı ile uğraşırken, uyanıklardı. bakın, kimsenin ekmeği ile oynamak istemeyiz, ama ekmeğimizle oynayan bir adamın köküne kibrit suyu sıkmak farz olmalı. şu altkültürel mecralarda ya da politik ortamlarda dönüp duran dayanışma faslına pek kafam basmıyor. dayanışalım dayanışmasına ki dayanışıyoruz da zaman zaman birileri ile. ama herkesle dayanışmak, ayırt etmeksizin, örneğin fanzincilik de, her fanzinle dayanışmak, bu bana doğru gelmemekte. yaptığım işin altına dinamit koyan fanzincincilerle neden dayanışabilecekmişiz ki. her neyse.

sanıyorum o gün kaydadeğer başka bir şey de olmadı. diğer zamanları, öncesi ve sonrası ile, zamanı dondurmadan, daha sonra anlatırım. belki de şu an dondurmuşumdur, ve tekrar başlattığımda, siz aradaki kesintiyi fark etmeden, yaşamınıza devam ediyorsunuzdur, kimbilir.


9 mayıs 2017. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder