hastaneden taburcu olduğu günün akşamına buluştuk onunla,
tiryaki kedi’de. alkol komasına girmişti. çıkar çıkmaz da en yakın tekel
bayiinden bir bira almış, yolda içe içe yanıma gelmişti. akşamüstü saat beşti
zaman. bu isimde bir fanzin de var, çok severim. akşamüstü saat beş. ikibinon
sonrası çıkan çoğu fanzin sikkodur oysa. fanzini alternatif bir yayın organı
olarak görmek de dangalaklığın hadsafhası bana kalırsa. alternatif kelimesine
kılım çünkü. özellikle fanzinleri, dergilerin “alternatifi” olarak görmek,
böyle yola çıkmak, saçmalık. fanzin, yıkıcı bir unsur olarak, karşı olduğu bir
şeyin nasıl oluyor da alternatifi olabiliyor, anlam verememekle birlikte,
tiryaki kedi’ye geri dönmek istiyorum.
geldi. bi bira söyledim ona. cebindeki son kalan bozukluklarla
bi bira alıp yolda bitirmişti.
“ölseydim keşke” dedi.
“saçmalama” dedim, “daha yaşayacak güzel zamanlarımız var.”
“biliyorum” dedi, “özellikle şu süper gücünü hesaba
katarsak.”
“onu hesaba katmasak da güzel zamanlarımız var.”
“sokağa çıkalım.” dedi. çıktık. kilise sokağı. günlerden
haftaiçiydi. tek tük işporta tezgahı vardı. hatfasonları doluyordu sokak. bense
bugün tezgah açmamıştım. pazartesileri tatil yapıyordum. şarap aldık. şişeden
yudumluyorduk.
karşımıza üç adam oturdu. dolu şarap şişesini üzerlerine
fırlattı adamların. “gidin lan bu sokaktan” diye bağırarak. birinin kafasını
sıyırıp kilisenin duvarında patladı şişe. adamlar “tamam abla, gidiyoruz, özür
dileriz.” diyerek, apar topar kalkıp uzaklaştılar. neye uyuz olmuştu
bilmiyorum. sormadım da. sorun çıkacak olmasını da dert etmedim. gidip bi şişe
daha aldım hasan abimin dükkanından. hasan abi ölmüştü altı ay önce. kanserden.
çocukları bakıyordu dükkana. oğlu ve kızı. iyi insanlardı. tuvalet de vardı
mekanda. hoş pek kullanmıyordum. trafoya işemek daha keyifliydi. ve alkol
alınca tuvalete sık gidenlerdendim. mesanem küçüktü sanırım. böyle durumlarda,
“amma çok gittin işemeye bilader” derse biri, “mesanem slikonlu değil” derdim,
pek anlaşılmazdı bu esprim. her neyse, “bıçak vardı birinin belinde” dedi,
rüya. “belki, kritik bir bölgeme sokar da, öldürür” diye düşündüm. “aptalım
biliyorum. aptalca bir plan. uyuz oldum işte napayım.” cevap vermek yerine
şişeden sağlam bir yudum aldım. rüya bende kalmaya başlamıştı. ben adamı
öldürdükten sonra yani. bunu daha sonra anlatacağım. karışık zaman algım var.
bunu yazdıklarıma yansıtmak hoşuma gidiyor.
rüya hiç konuşmuyordu başlarda. ağzından tek harf
çıkmıyordu. zamanla açıldı. özellikle başında belayı toprağa uğurlayınca,
üzerinden büyük bir yük kalkmıştı. polis olayı kapsamlıca incelmiş, ama izimi
bulamamıştı. mustafa ile beraber girişmiştik cinayete ki dediğim gibi, bunu
daha sonra anlatıcam. pardon, “anlatacağım” diye yazmalıydım. sevgili
eleştirmenlerim öyle istiyordu. öldüler herhalde, ya da sıkıldılar, uzun
zamandır yoklar ortada. ben de ortada değilim ama. sağ da ya da solda da
değilim. tamamen yokum oyunda.
sokağın başından zabıtaları görüp bi ıslık çalmasını istedim
rüyadan. meto’ları uyarmak için. ben ıslık çalamıyorduk. beceremediğim bi çok
şey var hayatta. yazmayı becerebiliyor muyum, onu da bilmiyorum. domuz gibi
biliyorsun diyor şimdi birileri. duyuyorum. meto tezgahı topladı iki dakkada.
geçip gittiler sokaktan. bi yarım saat sonra tekrar açtı.
başlayalım mı dedi rüya. olur dedim. kast ettiği şey, zamanı
durdurabilme yeteneğimdi. bakın bunun nasıl olduğunu bilmiyorum ama böyle özel
bir yeteneğim var benim. zamanı durdurabiliyorum. yani o an, insanlar,
elektronik otomatik bilgisayarlı sistemler. mesela mobeseler. kayıt cihazları.
dünyanın dönüşü. her şey ama her şey duruyor. cinayeti de bu sayede kolayca
kotarmıştık zaten. bir anda başladı bu şey. zamanı durdurabiliyor oluşum, işi
bıraktıktan iki ay sonra, bir gün, bir anda, dondu her şey, sonra, bunu
dilediğim zaman yapabildiğimi fark ettim, parmağını şıklatmak kadar kolayca. ve
bunu çok az kişi biliyor. ben de bu durumda, süper kahraman oluyorum. anti
süper kahraman. büyük planlarımız rüya ile. bankaları soyup, tüm paraları
yakmak gibi. ve bunu kayda alıcaz. yüzümüz görünmücek elbette. sonracıma,
polislerle ilgili de komik fikirlerimiz var. henüz planı tam olarak
geliştirmedik. ve dahası, dokunduğum kişi, eğer istersem, yani her dokunduğum
kişi için değil, istediğim kişiye, dokunursam, o da kendine geliyor. donmaktan
kurtuluyor. ama şöyle bir sorun var ki, zamanı tekrar başlattığım sırada,
dondurmadan önceki yer ve pozisyonumda olmam gerekiyor ki, benim bi işler
çevirdiğim fark edilmesin. ve bugün yapacağımız eylem, turgut ile ilgili.
sevmiyordum herifi hani, hatırladınız mı?
zamanı durduruyor, ve rüyayı uyandırıyorum. turgut’un yanına
gidiyoruz. işporta tezgahını topluyor, çantasına koyuyor, sonra tekrar yerimize
dönüyor, unutmamak için ayrıntıları ile hafızamıza kazıdığımız pozisyonu
alıyoruz, ve zamanı yeniden başlatıyorum. turgut şaşıyor bu duruma. halini
görmelisiniz. kahkahalar atmak istiyoruz, atamıyoruz. mustafa uyarmıştı, ben
gelmeden başlamayın diye ama sabremedik. telefonum çalıyor, “at yarağı
nerdesin” diye giriyor söze direkt olarak mustafa. “sokak” diyorum. kapatıyor
telefonu. beş dakika sonra yanımızda bitiyor. turgut meto’ya dert yanıyor. ne
dediğini duyamıyoruz ama olayı anlatıyor olmalı. biraz yakındı tezgahları.
açıyor tezgahını tekrar. tam işi bitip de yerine geçicekken, numaramızı
tekrarlıyor, yerimize oturuyoruz. binbir türlü küfürle birlikte ki etti mi
yüksek seslerle eder küfürlerini turgut. ki biraz da bu yüzden yapıyoruz bu
numarayı ona ama asıl nedenimiz bu değil. onu bu sokakta istemiyoruz. onun
yüzünden zabıta daha çok sıkıştırmaya başladı bizi. o sokağa geldi geleli rahat
yüzü görmedik. ondan önce, karışmazlardı pek. civar sakinleri sürekli olarak,
onun yüzünden şikayet ediyor bizi. sürekli kavga çıkarıyor. ya yanına gelen
arkadaşları ile, ya da müşterilerle. adam her şeye karşı. kendi varlığı dışında
her şeye. hatta bir keresinde şöyle bir sözü bile işittik kendisinden “ben
nüfüs cüzdanı bile taşımıyorum lan, en büyük anarşist benim.” aynen bunu dedi
adam ki anarşistlerin çoğunu sevmem. komünistlerin de çoğunu sevmem gerçi.
aslında, insanlığın çok büyük bir bölümünden haz etmiyorum. sevgi kelebekleri,
ve herkesle iyi geçinen, ortayolcular ile ise ciddi sorunlarım var. etrafi’nin
de vardı aynı sorunları. piç, yirmiyedisinde kendi canına kıymasaydı keşke.
engel olmaya çalışmadım ona. son konuştuğu bendim. kendindeydi. depresyonda
falan değildi. gayet mutluydu. kafa karışıklığı yoktu. net bir tavırla yaptı
bunu. intiharı, suni teneffüse ihtiyaç duyulan bir ruh halinde gelmedi yani.
yalnızlık bunalımları ile de alakası yoktu. kimse beklemiyordu. bir anda yaptı.
pat diye. ve yarın, ölümünün birinci yıl dönemi. o zamanlar zamanı
durduramıyordum. beş altı ay önce kavuştum bu süper yeteneğe. o zamanlar, böyle
bir yeteneğim olsaydı, kullanır mıydım bilmiyorum. yani, o ölmeden önce yetişip
engel olur muydum, zamanı durdurup… sanmıyorum. ölmek isteyen kimseye, eğer
verdiği karar, bir depresyon sonucu gelmiyorsa, yani bunu görebiliyorsam,
engellemem. depresyon intiharları sonucu direkten dönmeler pişmanlıkla
sonuçlanır daima.
her neyse, zannediyorum onuncu denememizde, turgut tezgahını
da alıp defolup gitti. sokaktaki diğer iki işportacı olayın şaşkınlığı
içerisindeydi. bunu her turgut tezgah açtığında gerçekleştirecektik. turgut
evine dönerken, bu kadar eziyetten sonra, bi kıyak yapalım diye, çantasına,
zamanı durdurup, bi şişe şarap koydum. şarabı da sikko bakkaldan çaldım. zamanı
dondurarak tabii ki. bunu rüya ve mustafa bilmiyor. onları uyandırmadan yaptım
işimi.. diğer tüm dondurmalarda, yani turgut’un tezgahı ile uğraşırken,
uyanıklardı. bakın, kimsenin ekmeği ile oynamak istemeyiz, ama ekmeğimizle
oynayan bir adamın köküne kibrit suyu sıkmak farz olmalı. şu altkültürel
mecralarda ya da politik ortamlarda dönüp duran dayanışma faslına pek kafam
basmıyor. dayanışalım dayanışmasına ki dayanışıyoruz da zaman zaman birileri
ile. ama herkesle dayanışmak, ayırt etmeksizin, örneğin fanzincilik de, her
fanzinle dayanışmak, bu bana doğru gelmemekte. yaptığım işin altına dinamit
koyan fanzincincilerle neden dayanışabilecekmişiz ki. her neyse.
sanıyorum o gün kaydadeğer başka bir şey de olmadı. diğer
zamanları, öncesi ve sonrası ile, zamanı dondurmadan, daha sonra anlatırım.
belki de şu an dondurmuşumdur, ve tekrar başlattığımda, siz aradaki kesintiyi
fark etmeden, yaşamınıza devam ediyorsunuzdur, kimbilir.
9 mayıs 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder