14 Mayıs 2017

eczaneye deneyleri..

eczane deneyleri..

nerden bulmuştuk hatırlamıyorum ama daze ile elimize, bir kimyasal listesi geçmişti. üç farklı renkle kategoriye bölünmüştü liste. altına renklerin anlamını açıklayan bir not yazmışlardı. kırmızı renkli olanlar, en tehlikeliler ve ölüm veya bağımlılık riski en yüksek olanlardı. çoğu yeşil veya normal reçeteye tabiiydi. sarı renkli olanlar orta derece risk taşıyordu. gri renkli olanlar en masumlarıydı. ikinci bir not, irc server adı ve nicki yazan bir nottu. “nasıl kullanacağınızı bilmiyorsanız, danışın.” crown’du adamın nicki. danışmana hiç başvurmadık. bulabildiğimiz kadarını denemeye ant içmiştik nerdeyse daze ile. üniversitenin ilk yılının ikinci dönemiydi. zaten, not ortalamamın en yüksek olduğu dönem, ilk dönemdi. bir nokta altı. giderek düştü, düştü ve okuldan şutlanırken, ortalamam sıfır nokta dört idi. sürekli olarak devamsızlıktan sınıfta kalıyor, bir üst sınıfa bir türlü geçemiyordum. topu topu iki yıl olan okulun, birinci sınıfında, üstün bir başarı sergileyerek dört sene üst üste kalmayı becerdim. aslında okula gidiyordum gitmesine, ama derse, sadece boş zamanlarımda, yani kampüste takılcak kimse bulamayınca giriyordum.

her neyse, okulun iki kapısı vardı. a kapısı diye nitelendireceğim kapının karşısında iki eczane, diğerinde bir eczane vardı. eczane isimlerini kafadan atacağım bu öyküde, çünkü hatırlayamıyorum çok sevgili sayın okuyucular. onyedi yıl geçti aradan, ve o zamanlar tarihin amortisi sıfırı gösteriyordu. ikibin yılı şubat ayında daze ile tanıştım. tanıştığımız günü hiç unutmuyorum. okulda bir hiphop kulübü kurmaya çabalıyordum. ve okulun duvarlarına, kafelere, oraya buraya, izinsiz bir şekilde afiş asmak yasaktı. bense okulun ikinci ayında, her yere afiş basmaya başlamıştım. fanzin afişleri. ardından, okulda tutunmama, yani gidivermeme, yardımcı olucak, bahaneyle derslere de girmeme katkı sunacak bir plan geldi aklıma. kulüp kurmak. okulda, yöneticilerinin alayı black metal dinleyen bir rock kulübü vardı. ben de hiphop kulübü kurmaya karar verdim. kıllık olsun diye değil, ve şimdi olsa eminim yüzlerce kişi bulabileceğim bu kulüp için, kurulması için gereken yedi kişiyi bile üçüncü yılımda zar zor buldum ki her neyse konumuz bu değil, kulüp meselesini başka bir öyküde uzun uzadıya anlatmıştım ve konumuz daze ve ben ve hap üçgeninde şekillenicek.

daze ile nasıl tanıştığımızdan bahsediyordum. kulüp kurmak için gerekli olan yedi kişiyi arıyordum ve ilki daze oldu. üzerinde wu tang tsortü vardı. direkt yanına gidip, “merhaba, sanırım rap dinliyorsun” diye sordum ve tanışmış olduk. tanışma faslını kısa keseceğim. ilerleyen zamanlarda daze bana akineton verdi. akıl hastanesine düştüğümde de vermişlerdi akineton ama daze’in verdikleri kadar güzel gelmemişti o günlerde. elindeki son tabletlerdi. bölüştük. ikisini eve sakladım. kesmemişti ama. 18 yaşının verdiği merak ve daha fazlasını isteme arzusu, bizi listede yazanları denemeye zorluyordu. aslında, evinin önüne sandalye koyup iş yapan bir torbacım vardı ama, elinde sadece piyasa uyuşturucuları vardı. hepsini denemiştim. lsd’den roj’a kadar. hiçbirinin bağımlısı olmadan, bir iki üç defa kullanmış, sadece bir defa gelen toz amfetamin dışında hiçbirini beğenmemiştim. o günlerde genelde küflü cigara takılıyordum. hemen hemen her gün. torbacım mahallemde oturuyordu. torbacıların çoğu mahallemde oturuyordu, çünkü ben kuruçayda oturuyordum. çingene mahallesinde. ki bu da başka bir öykünün konusu ve onu da yazmıştım bir yerlerde.. konumuza dönelim.

daze ile beraber ilk eczaneye girişimizde ne alacağımızı bilmiyorduk. önceden bir hapın adını ezberlemiştik ama alıp alamayacağımızı bilmiyorduk, reçeteli mi değil mi onu bile bilmiyorduk. sorduk. aldık. önce üçer, ardından pek bir şey olmayınca yedişer tane içtik. koca paketi, (içinde yirmi tane vardı), bir saatte bitirmiştik. pek bir şey olmamıştı. üzerine çay da içmiştik. hapın üzerine çay iyi giderdi. ya da sadece daze ve bana öyle geliyordu. ertesi gün aynı eczaneye ritalin sordu daze, satmadı piç. ben bir saat sonra gidip, antiem aldım, elimizde tek kesin çözüm, önceden bildiğimiz, fakir hapı kalmıştı. antiem ucuzdur ama kafası bok gibidir. aslında bok gibi midir bilemedim şimdi. her şey herkes size rüyadaymışsınız gibi gelir. aşırı uykunuz vardır ama uyuyamazsınız, yine de kendinizi rüya görüyormuş gibi hissedersiniz. hareketleriniz yavaşlar, eklem yerleriniz uyuşur, ve yaklaşık bir kilo işersiniz.. yirmilik tableti bir günde bitirdik ve çalmaktan başka şansımız olmadığını düşünüyorduk o sıra, bu listede yazan hapları.

iki gün sonra, önce ben girdim eczaneye. aynı eczaneye, gül eczanesi diyelim. kekemeydim ve kekemeliğim ile adamı meşgul ederken, tek kişi duruyordu öğlen saatlerinde eczanede, boşuna karşı kaldırıma çöreklenip iki gün kesmedik eczaneyi, her neyse, ben adamı meşgul ederken, daze listedeki bir hapı çaldı. adını söyleyemeyeceğim ki siz de çalmayın. kötü emellerinize alet olmak istemiyorum, ama o liste hala bende duruyor, dileyene fahiş bir fiyata satabilirim. yaklaşık bin adet ilaç ismi yazmakta. biramda tuzunuz olursa, ölümünüzde tuzum olur. her neyse, günler bu şekilde geçerken, adamı oyalamak için her gün aldığım antiem’i beş gün sonra alamadım gül eczanesinden. adam, “bu ilaç artık reçete ile satılıyor” demişti bana. ben de hemen yan eczaneye, papatya eczanesi diyelim, kaydım ve aynı oyalama taktiği ile bir paket antiem aldım. daze’in çaldığı ilaçlarla geçiniyorduk, antiem birikiyordu. böbrek ilacıydı bu kez çaldığı. içtikten kırk dakika sonra fena halde başım dönmeye başlamıştı. düşücek gibi olduğum için hemen yere oturdum. daze de yanıma oturdu. kalkamıyorduk. kampüsün ortasında yere oturmuştuk. ne kadar sürdü bu durum bilmiyorum, gelip geçen bize bakıyordu. en sonunda kalkabildik, ve doğruca tuvalete kusmaya gittik. berbat bir ilaçtı. listede çarpı işareti koyulmayı hakkediyordu.
o günlerde, daze, güzel sanatlardan üç eleman kafaladı. yurtdışından geldiğini iddia ettiğimiz, tehlikesiz ve reçetesiz bir hapı, elemanlara kalaladık. poşetin içine koyduk tek tek kutusundan çıkarıp hapları. güzel de bir para aldık karşılığında. o parayla da gidip bi güzel rakı içtik. ertesi gün elemanlar, “abi bu süpermiş ya, kafamız süper oldu” gibi laflarla geldi yanımıza, biz de biraz daha sattık. üç ya da dört kez yaptık bunu. her seferinde de, ya cigara ya da alkol aldık gelen parayla. daha sonra da, elemanlara, “gelmiyor artık, biz de bulamıyoruz” deyip savdık başımızdan. güzel para geliyordu ama işin cılgı çıkabilirdi. korktuk mu, korktuk.

her neyse, kovulduğum üç eczaneden sonra, üçüncüsünün adına da, kardelen eczanesi diyelim, kovulduktan sonra, onlardan başka en yakın eczanede epey uzak olduğundan, işimize, cigara ve şarapla devam etmiştik. ben bazen mahalledeki eczaneden antiem ve torbacımdan bazı şeyler almayı sürdürdüm. antiem’e parasız kalınca başvuruyorduk ki dediğim gibi, bok gibiydi. ama ucuzdu. bilen bilir.

sonra bir gün, hiçbir şey kullanmadığım yaz tatilinin sonunda, üniversitenin ikinci yılının sonundaki yaz tatilinin sonunda, psikoza girdim. bir hafta boyunca, onca zaman kullandığım kimyasalların hiçbirinin gösteremeyeceği derecede feci halüsinasyonlar. tanklar gördüm evin arka balkonundan görünen manzarada. mancınık gördüm kendimi ortaçağda sanıp. bilmediğim bir dilde bağıran simitçi gördüm. gecenin karanlığında duvarda parıldayan ışıktan arapça allah yazısı ile w karışığı bir yazı gördüm. yeğenimin halüsünasyonunu gördüm. gerçeklikle bağım kopmuş, bambaşka fikirlere gark olmuştum. bir daha da, sanıyorum, herhangi bir kimyasal kullanmadım. daze de memleketine gitti zaten. biz de kuruçaydan taşındık. böyle yani. bu kadar.. isteyene, gerekli talimatları verebilirdim, ama yapmayacağım. nasihat da etmiyorum. kim ne bok yerse yesin. ama etken maddesi risperidon olan her türlü maddeden uzak durun demekle yetineceğim. tabii robot olmak ve donuklaşmak istiyorsanız başka…


14 mayıs 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder