eczane deneyleri..
nerden
bulmuştuk hatırlamıyorum ama daze ile elimize, bir kimyasal listesi geçmişti.
üç farklı renkle kategoriye bölünmüştü liste. altına renklerin anlamını
açıklayan bir not yazmışlardı. kırmızı renkli olanlar, en tehlikeliler ve ölüm
veya bağımlılık riski en yüksek olanlardı. çoğu yeşil veya normal reçeteye
tabiiydi. sarı renkli olanlar orta derece risk taşıyordu. gri renkli olanlar en
masumlarıydı. ikinci bir not, irc server adı ve nicki yazan bir nottu. “nasıl
kullanacağınızı bilmiyorsanız, danışın.” crown’du adamın nicki. danışmana hiç
başvurmadık. bulabildiğimiz kadarını denemeye ant içmiştik nerdeyse daze ile.
üniversitenin ilk yılının ikinci dönemiydi. zaten, not ortalamamın en yüksek
olduğu dönem, ilk dönemdi. bir nokta altı. giderek düştü, düştü ve okuldan
şutlanırken, ortalamam sıfır nokta dört idi. sürekli olarak devamsızlıktan
sınıfta kalıyor, bir üst sınıfa bir türlü geçemiyordum. topu topu iki yıl olan
okulun, birinci sınıfında, üstün bir başarı sergileyerek dört sene üst üste
kalmayı becerdim. aslında okula gidiyordum gitmesine, ama derse, sadece boş
zamanlarımda, yani kampüste takılcak kimse bulamayınca giriyordum.
her
neyse, okulun iki kapısı vardı. a kapısı diye nitelendireceğim kapının
karşısında iki eczane, diğerinde bir eczane vardı. eczane isimlerini kafadan
atacağım bu öyküde, çünkü hatırlayamıyorum çok sevgili sayın okuyucular. onyedi
yıl geçti aradan, ve o zamanlar tarihin amortisi sıfırı gösteriyordu. ikibin
yılı şubat ayında daze ile tanıştım. tanıştığımız günü hiç unutmuyorum. okulda
bir hiphop kulübü kurmaya çabalıyordum. ve okulun duvarlarına, kafelere, oraya
buraya, izinsiz bir şekilde afiş asmak yasaktı. bense okulun ikinci ayında, her
yere afiş basmaya başlamıştım. fanzin afişleri. ardından, okulda tutunmama,
yani gidivermeme, yardımcı olucak, bahaneyle derslere de girmeme katkı sunacak
bir plan geldi aklıma. kulüp kurmak. okulda, yöneticilerinin alayı black metal
dinleyen bir rock kulübü vardı. ben de hiphop kulübü kurmaya karar verdim.
kıllık olsun diye değil, ve şimdi olsa eminim yüzlerce kişi bulabileceğim bu kulüp
için, kurulması için gereken yedi kişiyi bile üçüncü yılımda zar zor buldum ki
her neyse konumuz bu değil, kulüp meselesini başka bir öyküde uzun uzadıya
anlatmıştım ve konumuz daze ve ben ve hap üçgeninde şekillenicek.
daze
ile nasıl tanıştığımızdan bahsediyordum. kulüp kurmak için gerekli olan yedi
kişiyi arıyordum ve ilki daze oldu. üzerinde wu tang tsortü vardı. direkt
yanına gidip, “merhaba, sanırım rap dinliyorsun” diye sordum ve tanışmış olduk.
tanışma faslını kısa keseceğim. ilerleyen zamanlarda daze bana akineton verdi.
akıl hastanesine düştüğümde de vermişlerdi akineton ama daze’in verdikleri
kadar güzel gelmemişti o günlerde. elindeki son tabletlerdi. bölüştük. ikisini
eve sakladım. kesmemişti ama. 18 yaşının verdiği merak ve daha fazlasını isteme
arzusu, bizi listede yazanları denemeye zorluyordu. aslında, evinin önüne
sandalye koyup iş yapan bir torbacım vardı ama, elinde sadece piyasa
uyuşturucuları vardı. hepsini denemiştim. lsd’den roj’a kadar. hiçbirinin
bağımlısı olmadan, bir iki üç defa kullanmış, sadece bir defa gelen toz
amfetamin dışında hiçbirini beğenmemiştim. o günlerde genelde küflü cigara
takılıyordum. hemen hemen her gün. torbacım mahallemde oturuyordu. torbacıların
çoğu mahallemde oturuyordu, çünkü ben kuruçayda oturuyordum. çingene
mahallesinde. ki bu da başka bir öykünün konusu ve onu da yazmıştım bir
yerlerde.. konumuza dönelim.
daze
ile beraber ilk eczaneye girişimizde ne alacağımızı bilmiyorduk. önceden bir
hapın adını ezberlemiştik ama alıp alamayacağımızı bilmiyorduk, reçeteli mi
değil mi onu bile bilmiyorduk. sorduk. aldık. önce üçer, ardından pek bir şey
olmayınca yedişer tane içtik. koca paketi, (içinde yirmi tane vardı), bir
saatte bitirmiştik. pek bir şey olmamıştı. üzerine çay da içmiştik. hapın
üzerine çay iyi giderdi. ya da sadece daze ve bana öyle geliyordu. ertesi gün
aynı eczaneye ritalin sordu daze, satmadı piç. ben bir saat sonra gidip, antiem
aldım, elimizde tek kesin çözüm, önceden bildiğimiz, fakir hapı kalmıştı.
antiem ucuzdur ama kafası bok gibidir. aslında bok gibi midir bilemedim şimdi. her
şey herkes size rüyadaymışsınız gibi gelir. aşırı uykunuz vardır ama
uyuyamazsınız, yine de kendinizi rüya görüyormuş gibi hissedersiniz.
hareketleriniz yavaşlar, eklem yerleriniz uyuşur, ve yaklaşık bir kilo işersiniz..
yirmilik tableti bir günde bitirdik ve çalmaktan başka şansımız olmadığını
düşünüyorduk o sıra, bu listede yazan hapları.
iki
gün sonra, önce ben girdim eczaneye. aynı eczaneye, gül eczanesi diyelim.
kekemeydim ve kekemeliğim ile adamı meşgul ederken, tek kişi duruyordu öğlen
saatlerinde eczanede, boşuna karşı kaldırıma çöreklenip iki gün kesmedik
eczaneyi, her neyse, ben adamı meşgul ederken, daze listedeki bir hapı çaldı.
adını söyleyemeyeceğim ki siz de çalmayın. kötü emellerinize alet olmak istemiyorum,
ama o liste hala bende duruyor, dileyene fahiş bir fiyata satabilirim. yaklaşık
bin adet ilaç ismi yazmakta. biramda tuzunuz olursa, ölümünüzde tuzum olur. her
neyse, günler bu şekilde geçerken, adamı oyalamak için her gün aldığım antiem’i
beş gün sonra alamadım gül eczanesinden. adam, “bu ilaç artık reçete ile
satılıyor” demişti bana. ben de hemen yan eczaneye, papatya eczanesi diyelim,
kaydım ve aynı oyalama taktiği ile bir paket antiem aldım. daze’in çaldığı
ilaçlarla geçiniyorduk, antiem birikiyordu. böbrek ilacıydı bu kez çaldığı.
içtikten kırk dakika sonra fena halde başım dönmeye başlamıştı. düşücek gibi
olduğum için hemen yere oturdum. daze de yanıma oturdu. kalkamıyorduk. kampüsün
ortasında yere oturmuştuk. ne kadar sürdü bu durum bilmiyorum, gelip geçen bize
bakıyordu. en sonunda kalkabildik, ve doğruca tuvalete kusmaya gittik. berbat
bir ilaçtı. listede çarpı işareti koyulmayı hakkediyordu.
o
günlerde, daze, güzel sanatlardan üç eleman kafaladı. yurtdışından geldiğini
iddia ettiğimiz, tehlikesiz ve reçetesiz bir hapı, elemanlara kalaladık.
poşetin içine koyduk tek tek kutusundan çıkarıp hapları. güzel de bir para
aldık karşılığında. o parayla da gidip bi güzel rakı içtik. ertesi gün
elemanlar, “abi bu süpermiş ya, kafamız süper oldu” gibi laflarla geldi
yanımıza, biz de biraz daha sattık. üç ya da dört kez yaptık bunu. her
seferinde de, ya cigara ya da alkol aldık gelen parayla. daha sonra da,
elemanlara, “gelmiyor artık, biz de bulamıyoruz” deyip savdık başımızdan. güzel
para geliyordu ama işin cılgı çıkabilirdi. korktuk mu, korktuk.
her
neyse, kovulduğum üç eczaneden sonra, üçüncüsünün adına da, kardelen eczanesi
diyelim, kovulduktan sonra, onlardan başka en yakın eczanede epey uzak
olduğundan, işimize, cigara ve şarapla devam etmiştik. ben bazen mahalledeki
eczaneden antiem ve torbacımdan bazı şeyler almayı sürdürdüm. antiem’e parasız
kalınca başvuruyorduk ki dediğim gibi, bok gibiydi. ama ucuzdu. bilen bilir.
sonra
bir gün, hiçbir şey kullanmadığım yaz tatilinin sonunda, üniversitenin ikinci
yılının sonundaki yaz tatilinin sonunda, psikoza girdim. bir hafta boyunca,
onca zaman kullandığım kimyasalların hiçbirinin gösteremeyeceği derecede feci
halüsinasyonlar. tanklar gördüm evin arka balkonundan görünen manzarada.
mancınık gördüm kendimi ortaçağda sanıp. bilmediğim bir dilde bağıran simitçi
gördüm. gecenin karanlığında duvarda parıldayan ışıktan arapça allah yazısı ile
w karışığı bir yazı gördüm. yeğenimin halüsünasyonunu gördüm. gerçeklikle bağım
kopmuş, bambaşka fikirlere gark olmuştum. bir daha da, sanıyorum, herhangi bir kimyasal
kullanmadım. daze de memleketine gitti zaten. biz de kuruçaydan taşındık. böyle
yani. bu kadar.. isteyene, gerekli talimatları verebilirdim, ama yapmayacağım.
nasihat da etmiyorum. kim ne bok yerse yesin. ama etken maddesi risperidon olan
her türlü maddeden uzak durun demekle yetineceğim. tabii robot olmak ve
donuklaşmak istiyorsanız başka…
14
mayıs 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder