25 Mayıs 2017

vedat

vedat.

vedat’tı adı. o gelmeden önce uyarılmıştık hepimiz. sabah iştimasında, yoklama alındıktan sonra, bölük komutanı, herkes esas duruştayken, anlattı hikayeyi. karakolumuza yeni bir asker gelicek yarın dedi, kendisi sivil hayatta gasptan hapis yatmış bir insan, önceki görev yerinden sürgün yedi. eşyalarınıza sahip çıkın, sonra ağlamayın bana gelip dedi. mesaj alınmıştı. emredersiniz komutanım dedik hep bir ağızdan. ben demedim gerçi. hatta bu yüzden yerde süründürülmüşlüğüm de vardı acemi birliğinde. usta birliğindeydim artık. az zamanım kalmıştı. azaldıkça çoğalıyordu meret. şafak saymıyordum gerçi ama sayanlardan haberimiz oluyordu. dört ay kalmıştı. bir ay sonra teskereci olucaktım. ve iyice sıkılmıştım bu emir komuta zincirinden. ilk günlerimde, sürekli olarak total red ile yattım geceleri, koğuş kalk ile uyandım, güç bela çıktım yataktan. sorunum neydi bilmiyorum ama bitirecektim askerliği, ve bana iyi gelicekti, askerlik iyi değildi, birileri askerden kaçarken, ben askere kaçmıştım bir şeylerden. uzaklaşmam lazımdı ve param ve kalıcak kimsem yoktu izmir dışında. makul bir fikir gibi görünmüştü gözüme askerlik ve 11 ay geçmişti. son dört ayım. vedat gelicekti yarın. yeni biriyle daha tanışacaktım.

ve vedat geldi. selamını almadılar vedat’ın, hiç kimse almadı, benim dışımda. ilk birkaç gün, yalnız başına yemekhanede ve bahçede oturdu. benim de içmekten ve nöbetten –günde sekiz saatti- ve devriyeden iflağım sikiliyordu o sıralarda. vedat’ın silahı olmadığı için gündüz kapıda gece koğuşta nöbet tutuyordu. hem adama hırsız damgası vurmuşlar hem de koğuş nöbeti yazmışlardı. baştan sonra tutarsızlıklarla doluydu militarizm ve bu çok klişe bir cümle oldu biliyorum. geçelim.

bir süre sonra sadece, koğuşa çıkan merdivenlerin altında, merdiven altında oturmaya başladı vedat. bi gün yanına gidip, “selam” dedim, “sigara içer misin?” parası yoktu, sigara alamıyordu, biliyordum bunu. sigara içtiğinden adım gibi emindim. “valla süper olur babol” dedi, doğuluydu ama istanbulda yaşıyordu. her neyse. bu selamla konuşmaya başladık. onu aradığımda nerede olacağını biliyor, sigara içek babol diye giriyordum söze. onun ağzından konuşmak hoşuma gidiyordu. sevmiştim adamı. zamanla güvendi bana. fena güvendi. çay ısmarladım ona bir gün. sanırım karakola geldiğinden beri hiç çay içmemişti, sabah kahvaltısında ki ücretsiz olanlar dışında. ki ücretli olanı daha lezzetliydi. farklı kişiler demliyordu, ücretli olanı ve kahvaltı için olanı.

her neyse, hiç soru sormadım ona. hem de hiç. bi gün, kendiliğinden, sivil hayatta işlediği suçları anlatmaya başlattı. “gece iniyorduk ıssız bi caddeye babol, saklanıyorduk üç kişi, bi kişi arabanın önüne atıyordu kendini, araba çarptı çarpacak, durunca araba, ve açılınca kapısı, çıkıyorduk ortaya. ellerimizde bıçaklar, allah ne verdiyse alıyorduk. bazen arabayı da aldığımız oluyordu. ama sor bi bana, neden diye. sen sormucan gerçi. anladım ben seni. ama sor bi hele çekinme sor, herkes merak eder bunu. hakim bile sordu hani.”
“neden” diyebildim güç bela, benim merakım bu konuda değildi.
“zevkliydi be babol, parasında değildik işin anlıyon mu, risk alıyorduk, büyük risk, ama zevkliydi, çalıntı arabayla benzin bitene kadar gezmek gibisi yok. benzinin bittiği yerde bırak arabayı. o zamana kadar para da bitmiş olurdu çoğu zaman. sonra tabanvay. ya da yeni bir iş.”

bir keresinde bir adamın boğazını kesmesine ramak kaldığından dem vurdu bana. az kalsın yapıyormuş. satırla üstelik. kavga esnasında falan da değildi. yine bir gasp sırasında anasına küfretmiş şöför. dayamış satırı boğazına arabaya dayayıp, adamın ödü bokuna karışmış, gözlerinden o korkuyu anlamış vedat, kendi de korkmuş, ama yapıcakmış, kanatmış azcık herifin boğazını, sonra derin nefesler verip vazgeçmiş bundan.

“şimdi burda bana kimse selam vermiyor ya” dedi vedat, “ben kızmıyom kimseye, haklılar, ben kendime bile selam vermiyorum yıllardır, aynaya baktığımı gördün mü sen benim hiç, söyle bi hele gördün mü?”
“tuvalette traş olmuyorsun”
“aynasız oluyorum traş. ya. sor bile hele neden. sor bi.”
“boşver vedat” dedim, “kimse selam vermesin. içek mi bu akşam”
“nasıl yapıcaz babol, senin içki ortakları beni istemez.”
“senle içicem” dedim, “ekicem onları.”
“he tamam babol, ama ben de para yok biliyon mu?”
“para soran mı var ulan hergele, hele bi sor bana hiç para lafını yaptım mı ben?”

utandı ben böyle diyince. “buradan çıkayım” dedi, “sana bir dolu sahte para göndericem. gerçeğinden ayırt edemezsin haa. tıpatıp gerçeği gibi.” sorun şu ki, vedat çıkamıyordu oradan. üç yıldır askerdi. sürekli kavga ediyordu, tepesinin tasını arttıyordu ya komutanlar ya erler, sürekli kavga edip duruyor, ardından askeri cezaevine giriyordu. orasını da anlattı uzun uzun. ama ben kısa kesiyorum. fena içtik onunla askerde. içtikçe açıldı. onun mekanında. merdiven altında içiyorduk gece yarısı buluşup. ben çıkıyordum içkileri almaya.

bi gün bi başçavuş ayağa kalkmadığı için şınav pozisyonu almasını istedi bundan. almadı vedat şınav pozisyonu falan. al, almıcam, al almıcam, derken bir tekme atmaya kalkınca başçavuş, çekti ayağını başçavuşun bu, başçavuş çat yere. üstüne çıkıp yumrukladı. zor ayırdılar. dört ay daha sabredebilse, beraber teskere alıcaktık. o gittikten sonra daha sıkıcı geldi askerlik bana. konuşulcak doğru dürüst bir adam bulmuştuk, onu da elimden almışlardı. ben de daha çok içmeye, daha çok nöbette sızmaya başladım. nasıl oldu bilmiyorum ama kurtulmuştum eski halimden. askere kaçmıştım, kendimden kaçmıştım, ve kendime yüzümü döndüm orada, yüzleştim bitmeyen nöbet saatlerinde. en çok da vedat kendime getirdi beni. ikimizde kaçamamıştık bu işkenceden. o belki hala bitirememiştir askerliği. bi daha ulaşamadım ona. ne telefon numarası kaldı, ne adresi. bi gün karşılaşırız belki, şöyle zincirsiz iki tek atarız. kim bilir.. belki gasp’a bile çıkarız birlikte.


25.05.2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder