berbat bi gece geçirdiğimi söyledim ona
“nasıl berbat bir gece geçirirsin” dedi
“berbat bi geceyi, nasıl geçirirsin?”
dedim. o, sözümü kestiğimin farkında olmayarak konuşmaya devam ederken, şıkları
saymaya başladım:
a) üst üste sigara içerek
b) bu arada, duvarları izleyerek
c) bu ikisi ile birlikte, bir şişe viskiye
sek olarak tek başına girişerek
d) bu üçünü de…
“ne diyon sen ya” dedi
“sen ne diyon ya” dedim
“beni dinlemiyormuşsun” dedi
“her ikimiz de birbirimizi dinlemiyorduk
ama, kadınlar her zaman haklıdır” dedim. bu sırada sigaramı yakıyordum. çakmak
sesi efekti
“üf ya” dedi
“noldu” dedim
“sigara mı içiyorsun sen?”
“evet”
“hani bırakacaktın”
“izin vermiyorlar”
“kim izin vermiyor ya?”
“sen”
bu arada, evet, belirtmeyi, unutmuşum,
telefonda konuşuyorduk, ve telefonu yüzüme kapattı. geçmişte defalarca olduğu
gibi. ama bu kez, kendimden emindim, iyi bilirdi, haksız olsa bile
karşısındakini suçluluk psikolojisine sokmayı. hazırlıklıydım, hazırlıklıydım
çünkü… kötü bir gece geçirdiğimi söylemiş miydim bu arada? unutmuş olabilirim.
bi hatun, bazen, insana her şeyi unutturabilir, sonrasında onu unutmak için,
geriye kalan ne varsa hatırlamakta zorlanırsın. çok mu arabesk oldu? severim
bekledim. saatler geçti ve gece işe gitmem
gerekiyordu. noldu dersiniz? demezsiniz ama. şu sikik öyküyü, sonrasını merak
ederek okuyabilecek ve tamamlayacak insan sayısı, bir elin parmaklarını
geçmeyeceği için, onlara da zaten sonrasını, daha önce, geçmişte, bir arkadaş
sohbetinde anlatmış olabileceğim için. için, için, için efendim. bendeki şarap
birkaç saat sonra bir mesaj geldi:
“napıyosun?”
“hiç” dedim, “sigara içmeye devam ediyorum,
ya sen?”
“okuldan çıktım, eve yürüyorum, konuşalım
mı?”
öyküyü burada sonlandırıp, size,
karşılığında çam sakızı çoban armağanı verilen bir soru sorabilirim, “onu
aradım mı, aramadım mı?” gibi. ama. düşününce. son radyo yayınımızda, jazztral
ile beraber, o kadar çok hediyeyi, oturup kendimiz tüketmek zorunda kaldık ki,
bir daha, insanlara, yaptığımız herhangi bir işle ilgili, herhangi bir yerde,
herhangi bir soru, sormama kararı aldırmaya kadar gitti, bu mesele. dinliyor
musunuz? o halde devam edelim
aradım. tam iki saat sonra. bu kez de ben
sordum, aynı lanet soruyu:
“napıyorsun?”
“hiç. ödev. sen?” güzel sanatlarda bilmemne
bölümü okuyordu. okuyabilir. ben işe çalışıyordum ve işten atılmama ramak
kalmıştı ve bu onun nerdeyse umurunda bile değil sanıyordum
“sigara içmeye devam ediyorum” dedim
“özür dilerim” dedi
bu, genellikle, ya benim de özür dilememi
gerektiren konularda, ya da benim de özür dilememi istediği zamanlarda
kullandığı bir cümleydi. özür dilerim. a ben de özür dilerim. üzgünüm. ben de
üzgünüm. barışalım mı?
bazense, yani ilk zamanlarda, saatlerce
zorlardı beni, lanet telefonu açmak, ya da bir cevap yazmak için. öğrenmiştim
ama. zamanla tüm burçların kadınsal algoritmasını çözücem, sırayla gidiyorum ve
evet başak, üzgünüm ama sıranın sana gelmesi için daha çok burç var sırada, ve
başak dediğim bir burç değil, isim, hatunun ismi başak, burcu koçak.. ne
diyordum?
“ne için?” dedim, üzerine gitmektense
“kötü bir gece geçirmişsin, anlayamamıştım”
“ve gece işe gidicem”
“gitmek zorunda mısın?” dedi, tahminen bu
arada dudaklarını büzüyordu
“hı hı” dedim
“gitmesen olmaz mı?”
“işten atarlar”
“daha iyi bir iş bulsana”
bu teklifi, hayatı boyunca hiç çalışmamış
veya bi süre işsiz kalsa da durumu kotarabilecek durumda olan insanlar,
rahatlıkla kullanılabilir
“beynimi düzecek bir işten bahsediyorsun
yani?” dedim, ve araya girmesine fırsat vermeden ekledim “o tip işlerin ağzına
sokayım”
“kaba konuşma benimle” dedi
“kaba?” dedim
“cinsiyetçi” dedi
“pardon ama hangi kısmı cinsiyetçi bunun?
bir işin ağzına vericek oluşum mu? bir beynim olduğunu kabul edişim ve onun
düzelecek olması mı?”
“madonna seni anlıyor olmalı” dedi. madonna
diyordu, aramda hiçbir şekilde çekimsel bazda minimal düzeyde bile ivme
kazanmamış ve kazanmayacak olan bir hatuna. madonna diyerek hakaret ettiğini
düşünüyordu, ama madonna da fena değilmiş hani bi zamanlar
zamanın birinde onu delirtmiş olmam, arkadaşım
olan hatunun tekine bu lakabı takmasına neden olmuştu. ve lakabını madonna koyduğu hatun da aslında
fena sayılmazdı. en azından türkçe bilmediği ve benim çat pat ingilizcemle anlaştığımız
madonna, kafamı düzemiyordu
“madonna seni anlıyor olmalı” dedi
“anlamıyor” dedim, “türkçe bilmiyor o”
“sen ingilizce biliyorsun ama”
“hayır bilmiyorum”
“evet biliyorsun, bir keresinde bana
bildiğini söylemiştin”
“bi çok keresinde de bilmediğimi”
“üf ya” dedi. bunu o kadar çok sık söylerdi
ki, alışmıştım artık ve bu arada, sayın seyirciler, sayın dinleyenler, sayın
okuyucular, sayın sayınlar, o kadar çok kez o kadar çok aynı muhabbete şahit
olduğum için, sıkılmıştım gerçekten. bu kez, noldu diye sormayı tercih
etmektense, “evet” dedim, “sigara içiyorum”
çakmak sesi efektini almıştı çünkü ahizeden
“hani bırakacaktın” dedi
“madonna izin vermiyor” dedim bu kez. ve
gene telefonu yüzümü kapattı. ve ben de, telefonu komple kapatıp, duvara
fırlatarak, uykuya dalmıştım. bunu söylediğimden eminim, daha önce, size, ama
tekrar edeyim: gece işe gidecektim
uyandım. telefonu yanıma almadan işe gittim
ve ertesi sabah eve geldiğimde, baktım, telefona, duvara çarpma sonucu dağılmış
halini toparlayarak
bir dolu. bir şeyler bir şeyler. sabah. eve
gelirken bi şişe şarap almıştım. divino. black. bir buçukluk. ve bi öyküyü
yazmaya başladım, telefonu, evin ücra bir köşesine iterek, sonra öykü bitti,
ona gönderdim, telefona baktım, gelenleri hatmettim. konuştuk, sonra uyudum, ve
sonra işe gittim
madonna sordu, “hayırdır, geçen gece iyi
değil miydin?”
çat pat ingilizcemle, anladığım kadarıyla
konuştuk onunla. ve bana, tahminen, neden işten atılmak üzere olduğumu sordu,
ve ben de ona, tahminen, durumu anlatabildim. çünkü, sonrasında, bana, o aynı,
aptal cümleyi, kurmamıştı: “başka bir iş bulursun”
seviyordum hatunu, avusturyalıydı, ve orada
yaşıyordu. erasmus muhabbetine izmire geldiği vakit tanışmıştık onunla. ve her
ortamda, herkes hakkında herkesin her şeyini şapdadanak ortaya dökebilecek olan
bir arkadaşım, şu bizim güzel sanatlar güzelinin yanında, madonna’yı sormuştu
bana. “o napıyo?” diye. orda kopmuştu kıyamet. ardından benim telefonumdan
madonna ile olan konuşmalarımızı okumuş, ve her telefon konuşmasında, adını
anmaya başlamıştı. göndermelerle birlikte. gerçekten sıkıldığım bir noktada,
onunla, son derece tatlı bir akşam sonrası, işe gitmiş, ve sabahında, kötü bir
gece geçirdiğimi söylemiştim ona.. olabilirdi.. bir işyerinde her an her şey
olabilirdi, hele ki alt kademeden bir işçiyseniz, ki ben, sınıf kavramından
bile münezzeh bir insan olarak, diyebilirim ki, herhangi bir yer de, her an,
herkesin, başı, sıkışabilir. bizim güzel sanatlar güzelinin bile.. ama o, bunu,
anlayamamıştı
gece, ilk ihtar tutanağını imzalamıştım, ve
üçüncüsün de, tazminatsız işten atılabilirdim. ve sormadı. ve söylemedim. ve
sonra. bi gün. bitti. bazen biter. bazen bitmesini istediğin için olur bu. bu
sefer öyle bir şeydi.. ve, ona, iki şey dışında sözünü verdiğim her şeyi yerine
getirmiştim. ufak bir ev. pekala. daha çok yazmak. pekala. falan filan falan
filan. pekala
eve geldim. şarap aldım. bi kaç saat önce
ikinci ihtarımı da aldım, ve bunu, madonna’ya söylediğimde, bana dedi ki: “amına koyyim onların”
güzel sanatlar güzelinin güzelliğine veda
ettikten sonra ise, yerine getirdiğim bi söz daha vardı, ona bir dövme makinesi
almak.. çalışıyorum ben.. aldım.. ayrıldığımız halde bir hediye gönderdim ona
ha bu arada, d şıkkı ise, “bu üçünü de
yapamazsınız çünkü iştesinizdir” idi
20 şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder