buluştuk. bir barda. iki sıkı dost olmamıza
rağmen, önemli sorunlarımız vardı. anlaşamıyor sayılmazdık aslında, birlikte
harika zamanlar da geçirdik, ta ki, o evi tutana kadar. ufak bir ev. o
bulmuştu. “eve çıkalım abi ya” demişti, “olmaz mı?”
“olur” dedim ben de, “ama nasıl yapıcaz,
ailemizle yaşarken bile parasal anlamda fasolu ilerliyoruz”
“deneriz” dedi. denedik
sonra, yani birkaç ay sonrasında, bir barda
buluştuk. bana, napmak istediğimi sordu. ona, çok klasik bir şekilde, “yapmak
istediğim hiçbir şey yok” yanıtını verebilirdim ama, bu da çok salakça ve
bukowski vari olurdu ve salakça girişilen bukowski pozları eğretiydi, hem yazı
da hem de gerçek hayatta. ve dahası, benim yapmak istediğim şeyler de vardı
üstelik ve yapıyordum da.. en azından istediğim ve tek başıma yürütebileceğim
her şeyi yapıyordum.. küçük şeyler olabilir bunlar, ama beni tatmin ediyordu,
büyük beklentiler içinde olmadım hiçbir zaman, büyük işlere kalkıştığım doğru,
zaman zaman, ama onlar bir beklenti ve umuttan yoksun, ve yine de büyük bir
hırsla girişilen deneylerdi. giderek insanı yılgınlaştıran, duvarda bir delik
açma çabaları. gençken.. nefesin tıkanmıyorken ve 3 birayla kafayı
bulabiliyorken. ve geriye dönüp baktığında, pişman olduğu hiçbir şey olmaması
bir insanın, işte asıl önemli olan buydu bana göre, yoksa herkes ister, iyi ya
da daha doğrusu ‘sıkıntısız’ ve ‘yorucu’ olmayan bir hayat, ama bunun için
katlanılması gereken fedakarlıklardan ziyade, kendi ruhundan azat edeceğin
ödünleri düşününce, ‘boş ver’ demiştim yıllar önce, yıllar içerisinde, birkaç
kare, “boş ver.. böyle iyi”
en sonunda da yıllardır düşünü kurduğum bir
işe kavuşmuştum işte. her işte olabilecek türlü sıkıntı ve iç bunaltılarına
rağmen, kafa sikmeyen türde olanlarından, bir kolu çek bir tuşa bas gibi yani.
böyle bir iş. böyle bir işi düşlediğimde onyediydi yaşım, ulaştığımda 29. fena
sayılmaz.. 12 yıl. kendi adıma, isteyerek başardığımı söyleyebileceğim, ki
orada ki başarı kelimesinin yerine ‘ulaşmayı’ kullansak doğru olacaktı, her
neyse, isteyerek höpürdettiğim diyelim, bi çok şeyin gerçekleşmesi, uzun yıllar
aldı, ve en sonunda, bundan birkaç on trilyon gün önce, tamam demiştim, oldu,
oluyor, olmaya devam edicek, zaman içinde, sadece birkaç asrı daha
neşterledikten sonra, ölmeye devam etmekten başka bir hiçbir şey yapmadığının
farkına varmalı herkes, ve bundan şikayet ediyorsak, yani ben etmiyorum da, siz
ediyorsanız, başınız büyük belada demektir, sorunların ardı arkası kesilmez
çünkü ve işin içinden çıkamazsınız.. ben çıkmadım. çünkü işin içine burnumu
sokmamaya kararlıyım. neden mi bahsediyorum? hiç… koca bir hiç.. hayatın özünü
kavrarsanız, geriye hiçbir şey kalmaz.. hepsi bu.. ama siz, bunun farkına
varamayıp, hep, daha fazla, ya da daha ötesi, ya da bir adım daha, diye,
debelenir durursanız, “hayırlı işler niyazi” demekten öte diyecek bir şeyim
olmaz, su akar yolunu bulur demişler, bunu büyük tao ihtişamından araklamış da
olabilirler, ama gerçek olan şu ki, hayatta ki en büyük mürşit ölümdür.. ve
öldükten sonra anılma sevdası, yavşaklıktan öte bir şey değildir çok
affedersiniz.. affetmez misiniz? ebenizin amı o zaman.. ne diyordum? mühim
olan, dişli çark mücadelesinde bir eksen kayması oluşturmuş olmaktır, bunu
ölümünüzden sonra da gerçekleştirmiş olabilirsiniz üstelik.. yapanlar var..
bazı insanlar için bazı insanlar çok şeyi değiştirmiş ve mutluluğun anahtarını
vermektense huzurun kapısını tarif edebilmişlerdir.. ve bunu yapmanın en
kestirme yolu sanatsal bir takım aktivitelerle, düşünceyle birlikte oluşan
duygu nakli operasyonudur.. bunu ona anlatamamış mıydım, ya da o anladığı
halde, ki anladığından eminim, içine mi sindiremiyordu, bilemiyorum, bana
tekrar, her şeyi, her şeyimi, her şeyimizi, en başa döndüren o soruyu sordu:
“napmak istiyorsun?”
bir bardaydım efendim en son, sıkı bir
dostumla, unutmadınız değil mi? hani eve çıkmıştık falan da.. sordu ve ben de
ona, “varmak istediğim bir yer olup olmadığını sorsaydın daha net
konuşabilirdim” dedim, sordu. vardığımı söyledim ben de. “varıyorum da aynı
zamanda” diye ekledim. “yani ilerliyorum, geri sarıyorum, bazen duruyorum,
bazen hiçbir şey yapmak istemez canım, bazen de çok şey yaparım, ki bunları
biliyorsun”
“hayallerin vardı senin” diye ekledi
“yo hayır yoktu” diye verdim cevabı “var
olan şeylerin yok da olabildiğini kanıksadığında hayal kurmayı bırakıyorsun
biliyon mu” dedim
“biliyorum” dedi, işaret parmağı ile sol
burun deliğini kapatıp, burnunu çekerek.. bunu yapmamış da olabilir ama.. ben
hikayeye derinlik katmak için eklemişimdir belki.. gelen eleştiriler sonucunda
biraz daha fazla tasvir ve betimleme yapmaya ve boş konuşmalarımı azaltmaya
karar verdim. öyle yaparsam olurmuşum, satarmışım yani, ya da okunurmuşum,
okunabilirmişmiş, falan filan falan filan.. okunabilirlilik? ne diyordum
angelica?
burnu kalkık biri ile kendinden emin biri
arasındaki yedi farkı bulursanız, tekrar konuşalım bu konuyu
burnunu çekti ve, ardından, “güzel bir
hayatımız olabilirdi” dedi
“zaten güzel bir hayatımız var” dedim
“gecenin köründe işe gidiyorsun, üç kuruş
için götünden ter akıyor, bu mu güzel olan” dedi
“üçbinaltmışyedi kuruş için nöronlarımdan
da ter akmasını istemezdim” deyip masadan kalktım. tuvalet için
döndüğümde telefonunu kurcalıyordu, “var mı
bi gelişme” diye sordum, “yok” dedi, “aynı şeyler işte”
“tamam”
“yürümüyor”
“bazen yürümez moruk”
“bana moruk deyip durma”
“yaşlandık kızım” dedim, “mortluyoruz
işte”. bu sırada sıkı dostumun hatun olmasına şaşıran bir dostum, “oha”
diyecek, “benden bahsediyorsun sandım” geçelim.
“ya abi ne istiyorum biliyor musun?” dedi
hatun. adı buket bu arada..
“biliyorum” dedim, “daha iyi bir hayat”
“ya hayır, öyle değil, sorunlarımızla
ilgili”
“sorunlarımız evle başladı farkında mısın?”
“ya tamam, evet, aynı evde yaşamaya
başlayınca daha iyi tanıyormuşsun insanları, onu anladım”
“biz aynı evde yaşamıyoruz” dedim, “ben bi
evde yaşıyorum, sen o eve ayda üç gün geliyorsun, geri kalan günlerde de nerde
olduğunu merak etmiyorum artık. ne istiyorsun? daha iyi bir başka bir şey. daha
iyi bir buket istiyorsun sen hatta. ve daha iyi bir girdap”
“kendimi sevmiyorum, hiçbir konuda yeteri
kadar iyi değilim, hiçbir şeyi yeteri kadar iyi yapamıyorum, bugün çay taşırken
tepsi elimden düştü gene, bi ton fırça yedim”
“ben fırça yemiyorum biliyorsun değil mi?”
“sen başkasın, işin başka, bi çok şeyin
başka işte”
“değil de.. işi bıraksan artık?”
“para?”
“çalışıyorum ya işte”
yüzünü ekşitti, gene aynı hikaye der gibi.
iyi bir iş bulmamı da istiyordu aynı zamanda, kendine istedikleri yetmiyormuş
gibi, benim için de bi ton ‘ona göre’ iyi olan şey isteyip duruyordu. sevgili
gibiydik, ya da değil gibi, her ikisi de.. bazı geceler sevişir, bazı geceler
nerde uyuduğumuzu önemsemezdik.. hayatında benden başkası olmadığını
biliyordum, ama ben onun hayatında mıydım emin değilim.. ve sorun da etmiyordum
açıkçası.. ona, bulunduğum noktaya gelmesi için girmesi gereken ‘çıkış’
kapısını göstermiştim, ve o inatla, ve bir umutla, ve de korkuyla, geri
çekilmişti, deniycekti, bir şeyleri değiştirmek için, yaşanmaz olduğunu
düşündüğü hayatını yaşanılır kılmak için, hayat içinde bir şeyler yapıyor olmak
için, bir şeyler yapıyor olduğunu hissetmek için, bir şeyleri iyi yaptığından
emin olmak için hatta.. ama “hep daha iyi” çabası, kum torbasını yumruklamaktan
farksızdır dostlarım, hazır olmadığını ve kaybedeceğini bile bile o ringe
çıkmalı ve dövüşmelisin, birkaç nakavt sonrası kum torbasından vazgeçiyor
insan.. duvarla veriyor mücadelesini.. duvarlarla.. yeni birkaç duvar daha örme
uğraşıyla.. ben ördüm.. ve o aşmıştı, tüm duvarlarımı üstelik, ben izin
vermiştim aşmasına, açılmasına, açılmamıza, sonrasında, içiçe geçen benlik
savaşı, bizi birlikte olmaya çevirmek yerine, birbirimizi kendimize dönüştürmeye
yol açmıştı. ben hoşnut değildim bu durumdan, onun da hoşnut olduğu söylenemez,
ama sorun şu ki, ben buket’ten hoşnuttum. o benden olmadı. ve çekiştirilmeye
gelemiyordum. yaşadığım bir hayat vardı. dolanıp duruyordum işte. o ise
debelenip duruyordu. seviyordum bu halini.. en azından girdiği mücadelelerde,
daha en başında hükmen yenik olduğunu görsem bile ona destek oluyordum,
deniyordu hiç olmazsa, ben denemeyi bırakmıştım.. o da bırakmış olsaydı,
birlikte çok iyi bir hayatımız olabilirdi. boktan diye tabir edebileceğiniz, benim
için dört çarpı dört duvar evimizde, bir şeyler bir şeyler, kovalarken bir şeyleri,
dünya dönüp dururken hem kendi hem de güneşin etrafında, bizim de onunla
beraber yol aldığımızın ama varmak istediğimiz noktayı belirlediğimiz anda bu
keyifli döngüden çıkıp sürekli yeni bir hedef belirleme ve ilerleme telaşına
tutuşacağımızın, ve dahası bunun sadece bizi değil, bizim de birbirimizi
yememize yol açacağının, farkına varması olanaksız gibiydi buketin. birer bira
daha söyleyip havadan sudan konuştuk sonra. o bana dün işe başlayan elamandan
bahsetti, ben salak işimde personel eksikliğinden dolayı tekrar belirsiz bir
süre günde oniki saat çalışma ihtimalimin olduğundan.. gözü parlıyordu
elamandan bahsederken.. benim gözüm parlamadı hiç. gözünün kısa aralıklarla
yanıp sönmesine yol açtıklarım dışında da bir süre parlatabildiğim kimse olmamıştır..
aslı hariç. sonra mı? sonrası yok. hesabı ödeyip kalktık. ardından bir daha, o
gece ki kadar yakın olmadık hiç. son kez beraber uyuyup, sabah farklı saatlerde
uyandık. ben işe gittim. bir pazar sabahı. o bulaşıkları yıkamış, sonra bana
bir not yazıp, çıkmış.. kötü hissetmedim kendimi.. kötü hissetmek için,
öncesinde iyi olmak gerekir.. en son iyi olduğumda 31 aralık iki bin yediydi..
yedi de harbiden.. böyle iyi dedim.. hemen ardından. böyle iyi. iyiyim.
iyiydim.. sonra gelip giden, bi kaç parça ruh çalkantısı dışında, hiçbir şey
için koşmadım, koşmayı denediğim zamanlarda da düştüm zaten o çalkantılar
esnasında. mecazi anlamda değil. gerçekten düştüm.. dizim kanadı. ve ben
kanadığını üç gün sonra yara izini görünce fark ettim. bazen olur. bir şeylerin
farkına çok geç varırsın.. buket için de geçerli bu. ama tekrar kapıyı
çaldığında, evde olacağımın garantisini veremem ona.. ya da daha önce ki gibi
yelkenleri suya indirebileceğimin.. bi kaç kez denersin.. sonrasında..
denemekten vazgeçtiğinde.. bu kez olacağını ya da olduğunu bilsen bile,
yerinden kalkmak yerine sigara paketine uzanırsın sadece.. hepsi bu. şimdi
uyuyacağım. sabah işten geldim ve gece iş var. bugün pazar mıydı? eyvallah o
zaman..
* başlık “no clear mind” adlı grubun bir
şarkısının adıdır
16.şubat.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder