16 Şubat 2014

static

buluştuk. bir barda. iki sıkı dost olmamıza rağmen, önemli sorunlarımız vardı. anlaşamıyor sayılmazdık aslında, birlikte harika zamanlar da geçirdik, ta ki, o evi tutana kadar. ufak bir ev. o bulmuştu. “eve çıkalım abi ya” demişti, “olmaz mı?”
“olur” dedim ben de, “ama nasıl yapıcaz, ailemizle yaşarken bile parasal anlamda fasolu ilerliyoruz”
“deneriz” dedi. denedik

sonra, yani birkaç ay sonrasında, bir barda buluştuk. bana, napmak istediğimi sordu. ona, çok klasik bir şekilde, “yapmak istediğim hiçbir şey yok” yanıtını verebilirdim ama, bu da çok salakça ve bukowski vari olurdu ve salakça girişilen bukowski pozları eğretiydi, hem yazı da hem de gerçek hayatta. ve dahası, benim yapmak istediğim şeyler de vardı üstelik ve yapıyordum da.. en azından istediğim ve tek başıma yürütebileceğim her şeyi yapıyordum.. küçük şeyler olabilir bunlar, ama beni tatmin ediyordu, büyük beklentiler içinde olmadım hiçbir zaman, büyük işlere kalkıştığım doğru, zaman zaman, ama onlar bir beklenti ve umuttan yoksun, ve yine de büyük bir hırsla girişilen deneylerdi. giderek insanı yılgınlaştıran, duvarda bir delik açma çabaları. gençken.. nefesin tıkanmıyorken ve 3 birayla kafayı bulabiliyorken. ve geriye dönüp baktığında, pişman olduğu hiçbir şey olmaması bir insanın, işte asıl önemli olan buydu bana göre, yoksa herkes ister, iyi ya da daha doğrusu ‘sıkıntısız’ ve ‘yorucu’ olmayan bir hayat, ama bunun için katlanılması gereken fedakarlıklardan ziyade, kendi ruhundan azat edeceğin ödünleri düşününce, ‘boş ver’ demiştim yıllar önce, yıllar içerisinde, birkaç kare, “boş ver.. böyle iyi”

en sonunda da yıllardır düşünü kurduğum bir işe kavuşmuştum işte. her işte olabilecek türlü sıkıntı ve iç bunaltılarına rağmen, kafa sikmeyen türde olanlarından, bir kolu çek bir tuşa bas gibi yani. böyle bir iş. böyle bir işi düşlediğimde onyediydi yaşım, ulaştığımda 29. fena sayılmaz.. 12 yıl. kendi adıma, isteyerek başardığımı söyleyebileceğim, ki orada ki başarı kelimesinin yerine ‘ulaşmayı’ kullansak doğru olacaktı, her neyse, isteyerek höpürdettiğim diyelim, bi çok şeyin gerçekleşmesi, uzun yıllar aldı, ve en sonunda, bundan birkaç on trilyon gün önce, tamam demiştim, oldu, oluyor, olmaya devam edicek, zaman içinde, sadece birkaç asrı daha neşterledikten sonra, ölmeye devam etmekten başka bir hiçbir şey yapmadığının farkına varmalı herkes, ve bundan şikayet ediyorsak, yani ben etmiyorum da, siz ediyorsanız, başınız büyük belada demektir, sorunların ardı arkası kesilmez çünkü ve işin içinden çıkamazsınız.. ben çıkmadım. çünkü işin içine burnumu sokmamaya kararlıyım. neden mi bahsediyorum? hiç… koca bir hiç.. hayatın özünü kavrarsanız, geriye hiçbir şey kalmaz.. hepsi bu.. ama siz, bunun farkına varamayıp, hep, daha fazla, ya da daha ötesi, ya da bir adım daha, diye, debelenir durursanız, “hayırlı işler niyazi” demekten öte diyecek bir şeyim olmaz, su akar yolunu bulur demişler, bunu büyük tao ihtişamından araklamış da olabilirler, ama gerçek olan şu ki, hayatta ki en büyük mürşit ölümdür.. ve öldükten sonra anılma sevdası, yavşaklıktan öte bir şey değildir çok affedersiniz.. affetmez misiniz? ebenizin amı o zaman.. ne diyordum? mühim olan, dişli çark mücadelesinde bir eksen kayması oluşturmuş olmaktır, bunu ölümünüzden sonra da gerçekleştirmiş olabilirsiniz üstelik.. yapanlar var.. bazı insanlar için bazı insanlar çok şeyi değiştirmiş ve mutluluğun anahtarını vermektense huzurun kapısını tarif edebilmişlerdir.. ve bunu yapmanın en kestirme yolu sanatsal bir takım aktivitelerle, düşünceyle birlikte oluşan duygu nakli operasyonudur.. bunu ona anlatamamış mıydım, ya da o anladığı halde, ki anladığından eminim, içine mi sindiremiyordu, bilemiyorum, bana tekrar, her şeyi, her şeyimi, her şeyimizi, en başa döndüren o soruyu sordu: “napmak istiyorsun?”

bir bardaydım efendim en son, sıkı bir dostumla, unutmadınız değil mi? hani eve çıkmıştık falan da.. sordu ve ben de ona, “varmak istediğim bir yer olup olmadığını sorsaydın daha net konuşabilirdim” dedim, sordu. vardığımı söyledim ben de. “varıyorum da aynı zamanda” diye ekledim. “yani ilerliyorum, geri sarıyorum, bazen duruyorum, bazen hiçbir şey yapmak istemez canım, bazen de çok şey yaparım, ki bunları biliyorsun”
“hayallerin vardı senin” diye ekledi
“yo hayır yoktu” diye verdim cevabı “var olan şeylerin yok da olabildiğini kanıksadığında hayal kurmayı bırakıyorsun biliyon mu” dedim
“biliyorum” dedi, işaret parmağı ile sol burun deliğini kapatıp, burnunu çekerek.. bunu yapmamış da olabilir ama.. ben hikayeye derinlik katmak için eklemişimdir belki.. gelen eleştiriler sonucunda biraz daha fazla tasvir ve betimleme yapmaya ve boş konuşmalarımı azaltmaya karar verdim. öyle yaparsam olurmuşum, satarmışım yani, ya da okunurmuşum, okunabilirmişmiş, falan filan falan filan.. okunabilirlilik? ne diyordum angelica?

burnu kalkık biri ile kendinden emin biri arasındaki yedi farkı bulursanız, tekrar konuşalım bu konuyu

burnunu çekti ve, ardından, “güzel bir hayatımız olabilirdi” dedi
“zaten güzel bir hayatımız var” dedim
“gecenin köründe işe gidiyorsun, üç kuruş için götünden ter akıyor, bu mu güzel olan” dedi
“üçbinaltmışyedi kuruş için nöronlarımdan da ter akmasını istemezdim” deyip masadan kalktım. tuvalet için

döndüğümde telefonunu kurcalıyordu, “var mı bi gelişme” diye sordum, “yok” dedi, “aynı şeyler işte”
“tamam”
“yürümüyor”
“bazen yürümez moruk”
“bana moruk deyip durma”
“yaşlandık kızım” dedim, “mortluyoruz işte”. bu sırada sıkı dostumun hatun olmasına şaşıran bir dostum, “oha” diyecek, “benden bahsediyorsun sandım” geçelim.
“ya abi ne istiyorum biliyor musun?” dedi hatun. adı buket bu arada..
“biliyorum” dedim, “daha iyi bir hayat”
“ya hayır, öyle değil, sorunlarımızla ilgili”
“sorunlarımız evle başladı farkında mısın?”
“ya tamam, evet, aynı evde yaşamaya başlayınca daha iyi tanıyormuşsun insanları, onu anladım”
“biz aynı evde yaşamıyoruz” dedim, “ben bi evde yaşıyorum, sen o eve ayda üç gün geliyorsun, geri kalan günlerde de nerde olduğunu merak etmiyorum artık. ne istiyorsun? daha iyi bir başka bir şey. daha iyi bir buket istiyorsun sen hatta. ve daha iyi bir girdap”
“kendimi sevmiyorum, hiçbir konuda yeteri kadar iyi değilim, hiçbir şeyi yeteri kadar iyi yapamıyorum, bugün çay taşırken tepsi elimden düştü gene, bi ton fırça yedim”
“ben fırça yemiyorum biliyorsun değil mi?”
“sen başkasın, işin başka, bi çok şeyin başka işte”
“değil de.. işi bıraksan artık?”
“para?”
“çalışıyorum ya işte”

yüzünü ekşitti, gene aynı hikaye der gibi. iyi bir iş bulmamı da istiyordu aynı zamanda, kendine istedikleri yetmiyormuş gibi, benim için de bi ton ‘ona göre’ iyi olan şey isteyip duruyordu. sevgili gibiydik, ya da değil gibi, her ikisi de.. bazı geceler sevişir, bazı geceler nerde uyuduğumuzu önemsemezdik.. hayatında benden başkası olmadığını biliyordum, ama ben onun hayatında mıydım emin değilim.. ve sorun da etmiyordum açıkçası.. ona, bulunduğum noktaya gelmesi için girmesi gereken ‘çıkış’ kapısını göstermiştim, ve o inatla, ve bir umutla, ve de korkuyla, geri çekilmişti, deniycekti, bir şeyleri değiştirmek için, yaşanmaz olduğunu düşündüğü hayatını yaşanılır kılmak için, hayat içinde bir şeyler yapıyor olmak için, bir şeyler yapıyor olduğunu hissetmek için, bir şeyleri iyi yaptığından emin olmak için hatta.. ama “hep daha iyi” çabası, kum torbasını yumruklamaktan farksızdır dostlarım, hazır olmadığını ve kaybedeceğini bile bile o ringe çıkmalı ve dövüşmelisin, birkaç nakavt sonrası kum torbasından vazgeçiyor insan.. duvarla veriyor mücadelesini.. duvarlarla.. yeni birkaç duvar daha örme uğraşıyla.. ben ördüm.. ve o aşmıştı, tüm duvarlarımı üstelik, ben izin vermiştim aşmasına, açılmasına, açılmamıza, sonrasında, içiçe geçen benlik savaşı, bizi birlikte olmaya çevirmek yerine, birbirimizi kendimize dönüştürmeye yol açmıştı. ben hoşnut değildim bu durumdan, onun da hoşnut olduğu söylenemez, ama sorun şu ki, ben buket’ten hoşnuttum. o benden olmadı. ve çekiştirilmeye gelemiyordum. yaşadığım bir hayat vardı. dolanıp duruyordum işte. o ise debelenip duruyordu. seviyordum bu halini.. en azından girdiği mücadelelerde, daha en başında hükmen yenik olduğunu görsem bile ona destek oluyordum, deniyordu hiç olmazsa, ben denemeyi bırakmıştım.. o da bırakmış olsaydı, birlikte çok iyi bir hayatımız olabilirdi. boktan diye tabir edebileceğiniz, benim için dört çarpı dört duvar evimizde, bir şeyler bir şeyler, kovalarken bir şeyleri, dünya dönüp dururken hem kendi hem de güneşin etrafında, bizim de onunla beraber yol aldığımızın ama varmak istediğimiz noktayı belirlediğimiz anda bu keyifli döngüden çıkıp sürekli yeni bir hedef belirleme ve ilerleme telaşına tutuşacağımızın, ve dahası bunun sadece bizi değil, bizim de birbirimizi yememize yol açacağının, farkına varması olanaksız gibiydi buketin. birer bira daha söyleyip havadan sudan konuştuk sonra. o bana dün işe başlayan elamandan bahsetti, ben salak işimde personel eksikliğinden dolayı tekrar belirsiz bir süre günde oniki saat çalışma ihtimalimin olduğundan.. gözü parlıyordu elamandan bahsederken.. benim gözüm parlamadı hiç. gözünün kısa aralıklarla yanıp sönmesine yol açtıklarım dışında da bir süre parlatabildiğim kimse olmamıştır.. aslı hariç. sonra mı? sonrası yok. hesabı ödeyip kalktık. ardından bir daha, o gece ki kadar yakın olmadık hiç. son kez beraber uyuyup, sabah farklı saatlerde uyandık. ben işe gittim. bir pazar sabahı. o bulaşıkları yıkamış, sonra bana bir not yazıp, çıkmış.. kötü hissetmedim kendimi.. kötü hissetmek için, öncesinde iyi olmak gerekir.. en son iyi olduğumda 31 aralık iki bin yediydi.. yedi de harbiden.. böyle iyi dedim.. hemen ardından. böyle iyi. iyiyim. iyiydim.. sonra gelip giden, bi kaç parça ruh çalkantısı dışında, hiçbir şey için koşmadım, koşmayı denediğim zamanlarda da düştüm zaten o çalkantılar esnasında. mecazi anlamda değil. gerçekten düştüm.. dizim kanadı. ve ben kanadığını üç gün sonra yara izini görünce fark ettim. bazen olur. bir şeylerin farkına çok geç varırsın.. buket için de geçerli bu. ama tekrar kapıyı çaldığında, evde olacağımın garantisini veremem ona.. ya da daha önce ki gibi yelkenleri suya indirebileceğimin.. bi kaç kez denersin.. sonrasında.. denemekten vazgeçtiğinde.. bu kez olacağını ya da olduğunu bilsen bile, yerinden kalkmak yerine sigara paketine uzanırsın sadece.. hepsi bu. şimdi uyuyacağım. sabah işten geldim ve gece iş var. bugün pazar mıydı? eyvallah o zaman..

* başlık “no clear mind” adlı grubun bir şarkısının adıdır


16.şubat.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder