6 Ekim 2012

oda

odada iki kişiydiler. cemal ve nihat. bir teyp, eski bir kaset. hayır, cd ya da dvd ya da plak ya da daha ötesi, daha berisi değil, eski bir kaset, sarmıştı

otuz yaşındaydı cemal. nihat yirmi
“bir kalem getirsene” dedi cemal
“kalem kullanmıyorum, telefon olur mu” dedi nihat
“ne telefonu, kalem gibi ince bir şey lazım” dedi cemal
“napıcaksın kalemi” dedi nihat
“kaset” dedi, “kaseti tamir edicez, hep aynı noktada sarıyor, dikkat etmedin mi?”
“kendine daha teknolojik bir şey almalısın” dedi nihat, “çok demodesin abi, yeniliklere açık olmalısın”
“yenilik falan istemiyorum” dedi cemal, “yeni yıl bile istemiyorum, hatun dışında başında ‘yeni’ olan her şeye karşıyım, yinelenen şeyleri tercih ederim, stabiliteden yanayım. kalem gibi bir şey bul bana, şu soldaki odada, masanın üzerinde olacak. bir de makas. bant da lazım. selo bant”
“selo bant nedir abi” dedi nihat
“şeffaf bant” dedi cemal, “yara bandı değil”

elinde kağıt makas ve bantla geldi nihat, merakla izliyordu cemal’in yaptığı işlemi. kaseti çıkardı, saran noktayı kesti, arda kalanı bantladı, ve kaseti teybe taktı. “işlem bu kadar” dedi, “bir şarkıyı öldürdük ama geri kalanları hâlâ sağ”

“bilgisayar alsana abi” dedi nihat, “uğraşmazsın böyle”
“bir keresinde” dedi cemal, “bir adamın, bana bilgisayardan müzik dinletebilmek için, üç saat harcadığını gördüm, sorun da ses kartı adı verilen bir parçayı, işletim sistemi adı verilen bir şeyin tanımamasıymış, ve sürücü adı verilen bir şeyde imiş sorun, donanım diye bir kelime de geçti arada, ben anlam veremedim, tek bildiğim, işlemin üç saat sürmüş olması. çünkü her şeyi en baştan kurması gerekiyormuş, son denemesi bu imiş, ve sonuçta noldu biliyor musun, yaptığı hiçbir şey işe yaramadı, geceyi benim yanımda taşıdığım ufak radyomdan balkan kanallarını dinleyerek geçirdik. ve bu hoşuna gitti herifin”
“ama cızırtı” dedi nihat, “cızırtı oluyor bazen senin radyonda”
“senin telefonun çalınca da oluyordu cızırtı” dedi, “buna rağmen sabaha kadar sevgilinle mesajlaşmayı kesemedin, cızırtının seni bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyordum”

cemal aslında otuz dokuz yaşındaydı ama soranlara otuz diyordu, çünkü  ona yaşını sorduklarında kaç gösteriyorum demişti, onlar da otuz demişlerdi, ve her sene yılbaşlarında cemal’in insanlara sorduğu tek soru buydu? “kaç gösteriyorum?”

ve yaklaşık beş yıldır otuz cevabını alıyordu. o halde yaşı otuz olmalıydı. beş sene öncesinden daha önce de yirmi beş yirmi altı diyorlardı. zamanla yaşı değişiyordu, herkesin yaşı zamanla değişiyordu, ama zaman denilen gösterge akrep ve yelkovan adı verilen çubukların bir kadranın etrafında dönmesi ile ölçülemezdi, bu şekilde bir ölçüm, insanların algı dünyasının katranla kaplanmasına neden oluyordu ona göre, çünkü zamanla, zamana bağlı olarak geliştirdikleri hız formülü, kat ettikleri yolla orantılanmıştı, yani otuz senelik bir yaşamsal yol, otuz senenin yaşama hızı ile çarpılmasıyla bulunmuş olabilirdi, ama buradaki önemli eksik, insanın yaşının hesaplanmasındaki önemli eksiklik, değişken ivmenin hesaba katılmamış olmasıydı. böyle düşünüyordu cemal, ve hayatını da bu şekilde yaşıyordu, kendi doğumundan ya da yaşamsal alışkanlıklar ve edinimler kazanmaya başladıktan sonraki süreçte oluşan hiçbir yeniliği hayatına katmadan

“doğru ya da yanlış” diyordu, “ben böyle yaşıyorum, bu benim politik duruşum, ve elimden gelmiş olsaydı eğer, avcı toplayıcı olarak yaşardım”
“gelişim” dedi nihat, “kaçınılmaz olarak, bizim, yani insanların, gerçekleştirmek zorunda oldukları bir olgu”
“aptal aptal konuşma” dedi cemal, tamir ettiği kaseti, teybin yuvasına takarken, kendinden emin, umarsız ve vakur bir tavırla, “sen hiç kendi yiyeceğini toprağa eken bir hayvan gördün mü?”
“onlar yeteri kadar zeki olmadıkları için…”
nihat’ın konuşmasını hiç dinlemeden devam etti cemal, “doğada ve evrende denge adı verilen bir unsur yürütüyor işleri. ve insan, dengeleri bozmak için elinden geleni yapan tek canlı türü olarak, nasıl oluyor da farklılıklarını zeka ile tanımlıyor açıklar mısın?”
 “insan nüfusu” dedi nihat, “yiyecek sıkıntısı çekmeye başladığında…”
gene sözünü kesti cemal, nihat’ın, sanki söyleyebileceği her şeyi, uygarlığın geldiği noktayı açıklayabileceği tüm argümanları önceden biliyormuş havasında, “yiyecek sıkıntısı çekmeye ne zaman başladık söyler misin?”
“nüfus arttığı zaman” dedi nihat
“peki nüfus ne zaman artmaya başladı?”
“bunu bilmiyorum” dedi cemal, “ama sanıyorum ki…”
“bu konuda, yetersiz bilgi ile mantık yürüterek sanılabilecek her şey, gerçeğin çok uzağından geçer. çünkü gerçek, mantıksız bir çerçevede şekillendi”
“beni hiç dinlemiyorsun” dedi nihat
“haklısın” dedi cemal, “dinlemiyorum, çünkü aynı şeyleri defalarca dinledim ben, ve ne yazık ki, kasete uyguladığım tamir yöntemini, insanlığa uygulayamıyorum, sürekli başa sarıp duruyorum bu yüzden. bak şimdi, insanlar avcı toplayıcı iken, yabani tahıl toplamaya başladı, ve ardından tahılı kontrol altına alarak yetiştirmeye başlamıştır. bu geçiş evresinde, yiyecek sıkıntısı çekildiğine dair bir önerme de bulunabilir misin?”
“bilmiyorum” dedi nihat, “orada değildim ben. sigaran kaldı mı?” sıkılmıştı gerçekten, bu geri, oldukça geri kafalı adamın, ne demeye evine gelmişti bilmiyordu, serkan ile beraber, gece geç saatlere kadar takılmışlar, ve oradan eve gidecek araç bulamayınca, serkan’ın önerisi üzerine, cemal’in evine gelmişlerdi. serkan, cemal’in arkadaşıydı ve sabah erkenden işe gitmek üzere evden çıkmıştı.

“tütün mü sarıyorsun” diye muzipçe gülümsedi nihat, onu küçük görüyor, bu düşünceye sahip insanların günümüzde hâlâ yaşıyor olmasını insanlığa hakaret olarak görüyordu. ilerlemeciydi, teknolojiden yanaydı, ve günün birinde insanlığın, teknoloji sayesinde, refah bir hayata kavuşabileceğine, hatta ozan tabakasını bile tamir edebileceğine inanıyordu. insanlık gelişiyordu, ve en nihayetinde, herkesin mutlu olduğu bir evrensel yaşam statüsüne ulaşılacaktı, savaşlar ortadan kalkacak, devletler tek bir çatı altında birleşip, otomatik sistemler sayesinde belki de hiç çalışmadan yaşayacaklardı.

cemal, nihat’ın göndermesine, bir paket kırmızı lm uzatarak cevap verdi, paketin üzerinde ‘sigara içmek öldürür’ yazıyordu ve
“bu yazıyı bence tüm insanların alnına dövme olarak yazmak lazım” dedi
“sigara karşıtı mısın” diye sordu nihat, hâlâ kibirli bir şekilde gülümsüyordu
“onu kast etmiyorum” dedi cemal, “insanların üzerine ‘dikkat: öldürür’ şeklinde dövme yapılabilirdi demek istedim” dedi. “aklıma geldi, orman hayvanları, eğer ormanlarını tabelalar ve uyarı yazıları ile donatabilecek kadar aptal olsalardı, yani var olan dengelerini önce bozup, sonrasında da bozulan dengelerini kendi koydukları kurallar ile düzenlemeye çalışsalardı, “dikkat: insan var” tabelaları… ha bu arada aklıma geldi, evcilleştirilen ilk hayvanın ne olduğunu biliyor musun?”
“inek?” dedi nihat, “ya da koyun? sığır? tarlaları mı sürmek için evcilleştirildi ya da et ve süt için mi? tavuk bile olabilir belki ha?”
“köpek” dedi cemal, aynı kendinden emin tavrı ile, “düşünebiliyor musun? mantıklı bir argüman üret bana? neden ilk evcilleştirilen hayvan köpektir?”
“saçmalıyorsun” dedi nihat, sigarasını yakarken, “ikincisi de kuştur” herhalde. alaycı ve kinayeli konuşuyordu ama aslında bu konularda ve dahası bir çok konuda kesin ve net olarak bildiği ya da doğruluğundan emin olduğu hemen hemen hiçbir şey yoktu, kitap okuyordu okumasına ama zamanının çoğunu internette geçiriyor, ve merak ettiği bir şey olunca google’a sorup, akabinde unutuyordu

“ne okuyorsun sen” dedi cemal
“resim” dedi nihat
“sanat eğitimi yeteneği öldürür” şeklinde yine tavizsiz ve kendinden emin bir üslup ile yanıt verdi cemal, “bilgisayar hakkında da her şeyi biliyor olmalısın?”
“hemen hemen” dedi nihat, “ihtiyacım olanları da öğreniyorum”
“insanın öğrenmeye ihtiyacı olan tek şey, nasıl hayatta kalabileceğidir. bunun dışında ki tüm bilgi, merak ve hobiden ötesini teşkil etmez ve işin ironik yanı, insanlık senin tabirinle ‘geliştikçe’, nasıl hayatta kalabileceği konusunda öğrenmesi gereken şeyler de artıyor”
“şimdi iyice saçmalamaya başladın” dedi nihat, “bu nasıl olabilir söyler misin?”
“meslekler” dedi cemal, “mesleklerde uzmanlaşmalar, sonrasında matematik tabii ki, en azından parasal konularda dolandırılmamak için, e tabii başlangıç olarak en önce okuma yazma bilmeliler, paraya dönüştürülemeyecek her türlü uğraş da hobi olarak, boş zamanımızdaki can sıkıntımızı gidermek için ürettiğimiz, psikolojik olarak da hayatta kalma metotlarımız. eminim ilk bilgisayarın nasıl ortaya çıktığını bile bilmiyorsundur”
“bilmiyorum” dedi nihat, “eminim o da şu köpek efsanen gibi bir saçmalıktır”
“savaşlarda kullanılmak için.. sahip olduğumuz teknolojinin yüzde doksanını savunma sanayisinin gelişme azmine borçluyuz”
“sen bir okul okudun mu” diye sordu nihat. “her konuda bu kadar tez üretebildiğine göre, yüksek lisans tezinin konusu insanlığın aptallığı üzerine olmalı”
“insanın aptallığı aç gözlülüğünden kaynaklanan bir zaaf.. insan nüfusu ne zaman artmaya başladı bilmiyor musun gerçekten?”
“ilgilenmiyorum” dedi nihat, ikinci sigarayı yakarken, üstünlük savaşı vermekten de sıkılmıştı.
“tarımsal hayata geçince başlıyor” dedi, “ve sonrasında, besin sıkıntısı için daha çok üretim gerekiyor, sonrasında sulamalı tarım, sonrasında elde edilen yiyeceğin, ihtiyaç kapasitesinin üzerine çıkması, sonrasında elde edilen ve adına artı ürün verilen kısmın…”
“kapitalizmin kökenine mi iniyorsun” dedi nihat, bu kez alaycı bir sırıtış yoktu.. dinliyordu gerçekten
“hiçbir şeyin kökenine indiğim yok” dedi, “dinlemeye karar verdiğine göre, bunları kendin de araştırabilirsin artık, dinlemek isteyip dik kafalılık yaptığın başka konular varsa, onlardan bahsedelim”
“seni şu an içgüdüsel olarak öldürmek istiyorum” dedi nihat
“demiştim, sigaraların değil insanların üzerine uyarı yazısı yazmamız lazım”

geçimini nasıl sağladığını sordu nihat cemal’e. “kendimle çelişiyorum” dedi cemal, “seri üretim bandında çalışıyorum. nasıl, güzel değil mi?”

6.ekim.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder