odada iki kişiydiler. cemal ve nihat. bir
teyp, eski bir kaset. hayır, cd ya da dvd ya da plak ya da daha ötesi, daha
berisi değil, eski bir kaset, sarmıştı
otuz yaşındaydı cemal. nihat yirmi
“bir kalem getirsene” dedi cemal
“kalem kullanmıyorum, telefon olur mu” dedi
nihat
“ne telefonu, kalem gibi ince bir şey lazım”
dedi cemal
“napıcaksın kalemi” dedi nihat
“kaset” dedi, “kaseti tamir edicez, hep
aynı noktada sarıyor, dikkat etmedin mi?”
“kendine daha teknolojik bir şey almalısın”
dedi nihat, “çok demodesin abi, yeniliklere açık olmalısın”
“yenilik falan istemiyorum” dedi cemal, “yeni
yıl bile istemiyorum, hatun dışında başında ‘yeni’ olan her şeye karşıyım,
yinelenen şeyleri tercih ederim, stabiliteden yanayım. kalem gibi bir şey bul
bana, şu soldaki odada, masanın üzerinde olacak. bir de makas. bant da lazım.
selo bant”
“selo bant nedir abi” dedi nihat
“şeffaf bant” dedi cemal, “yara bandı
değil”
elinde kağıt makas ve bantla geldi nihat,
merakla izliyordu cemal’in yaptığı işlemi. kaseti çıkardı, saran noktayı kesti,
arda kalanı bantladı, ve kaseti teybe taktı. “işlem bu kadar” dedi, “bir şarkıyı
öldürdük ama geri kalanları hâlâ sağ”
“bilgisayar alsana abi” dedi nihat, “uğraşmazsın
böyle”
“bir keresinde” dedi cemal, “bir adamın,
bana bilgisayardan müzik dinletebilmek için, üç saat harcadığını gördüm, sorun
da ses kartı adı verilen bir parçayı, işletim sistemi adı verilen bir şeyin
tanımamasıymış, ve sürücü adı verilen bir şeyde imiş sorun, donanım diye bir
kelime de geçti arada, ben anlam veremedim, tek bildiğim, işlemin üç saat
sürmüş olması. çünkü her şeyi en baştan kurması gerekiyormuş, son denemesi bu
imiş, ve sonuçta noldu biliyor musun, yaptığı hiçbir şey işe yaramadı, geceyi
benim yanımda taşıdığım ufak radyomdan balkan kanallarını dinleyerek geçirdik.
ve bu hoşuna gitti herifin”
“ama cızırtı” dedi nihat, “cızırtı oluyor
bazen senin radyonda”
“senin telefonun çalınca da oluyordu
cızırtı” dedi, “buna rağmen sabaha kadar sevgilinle mesajlaşmayı kesemedin, cızırtının
seni bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyordum”
cemal aslında otuz dokuz yaşındaydı ama
soranlara otuz diyordu, çünkü ona yaşını
sorduklarında kaç gösteriyorum demişti, onlar da otuz demişlerdi, ve her sene
yılbaşlarında cemal’in insanlara sorduğu tek soru buydu? “kaç gösteriyorum?”
ve yaklaşık beş yıldır otuz cevabını
alıyordu. o halde yaşı otuz olmalıydı. beş sene öncesinden daha önce de yirmi
beş yirmi altı diyorlardı. zamanla yaşı değişiyordu, herkesin yaşı zamanla
değişiyordu, ama zaman denilen gösterge akrep ve yelkovan adı verilen
çubukların bir kadranın etrafında dönmesi ile ölçülemezdi, bu şekilde bir
ölçüm, insanların algı dünyasının katranla kaplanmasına neden oluyordu ona
göre, çünkü zamanla, zamana bağlı olarak geliştirdikleri hız formülü, kat ettikleri
yolla orantılanmıştı, yani otuz senelik bir yaşamsal yol, otuz senenin yaşama
hızı ile çarpılmasıyla bulunmuş olabilirdi, ama buradaki önemli eksik, insanın
yaşının hesaplanmasındaki önemli eksiklik, değişken ivmenin hesaba katılmamış olmasıydı.
böyle düşünüyordu cemal, ve hayatını da bu şekilde yaşıyordu, kendi doğumundan
ya da yaşamsal alışkanlıklar ve edinimler kazanmaya başladıktan sonraki süreçte
oluşan hiçbir yeniliği hayatına katmadan
“doğru ya da yanlış” diyordu, “ben böyle
yaşıyorum, bu benim politik duruşum, ve elimden gelmiş olsaydı eğer, avcı
toplayıcı olarak yaşardım”
“gelişim” dedi nihat, “kaçınılmaz olarak,
bizim, yani insanların, gerçekleştirmek zorunda oldukları bir olgu”
“aptal aptal konuşma” dedi cemal, tamir
ettiği kaseti, teybin yuvasına takarken, kendinden emin, umarsız ve vakur bir
tavırla, “sen hiç kendi yiyeceğini toprağa eken bir hayvan gördün mü?”
“onlar yeteri kadar zeki olmadıkları için…”
nihat’ın konuşmasını hiç dinlemeden devam
etti cemal, “doğada ve evrende denge adı verilen bir unsur yürütüyor işleri. ve
insan, dengeleri bozmak için elinden geleni yapan tek canlı türü olarak, nasıl
oluyor da farklılıklarını zeka ile tanımlıyor açıklar mısın?”
“insan
nüfusu” dedi nihat, “yiyecek sıkıntısı çekmeye başladığında…”
gene sözünü kesti cemal, nihat’ın, sanki
söyleyebileceği her şeyi, uygarlığın geldiği noktayı açıklayabileceği tüm
argümanları önceden biliyormuş havasında, “yiyecek sıkıntısı çekmeye ne zaman
başladık söyler misin?”
“nüfus arttığı zaman” dedi nihat
“peki nüfus ne zaman artmaya başladı?”
“bunu bilmiyorum” dedi cemal, “ama
sanıyorum ki…”
“bu konuda, yetersiz bilgi ile mantık
yürüterek sanılabilecek her şey, gerçeğin çok uzağından geçer. çünkü gerçek,
mantıksız bir çerçevede şekillendi”
“beni hiç dinlemiyorsun” dedi nihat
“haklısın” dedi cemal, “dinlemiyorum, çünkü
aynı şeyleri defalarca dinledim ben, ve ne yazık ki, kasete uyguladığım tamir
yöntemini, insanlığa uygulayamıyorum, sürekli başa sarıp duruyorum bu yüzden. bak
şimdi, insanlar avcı toplayıcı iken, yabani tahıl toplamaya başladı, ve
ardından tahılı kontrol altına alarak yetiştirmeye başlamıştır. bu geçiş
evresinde, yiyecek sıkıntısı çekildiğine dair bir önerme de bulunabilir misin?”
“bilmiyorum” dedi nihat, “orada değildim
ben. sigaran kaldı mı?” sıkılmıştı gerçekten, bu geri, oldukça geri kafalı
adamın, ne demeye evine gelmişti bilmiyordu, serkan ile beraber, gece geç
saatlere kadar takılmışlar, ve oradan eve gidecek araç bulamayınca, serkan’ın
önerisi üzerine, cemal’in evine gelmişlerdi. serkan, cemal’in arkadaşıydı ve
sabah erkenden işe gitmek üzere evden çıkmıştı.
“tütün mü sarıyorsun” diye muzipçe
gülümsedi nihat, onu küçük görüyor, bu düşünceye sahip insanların günümüzde hâlâ
yaşıyor olmasını insanlığa hakaret olarak görüyordu. ilerlemeciydi,
teknolojiden yanaydı, ve günün birinde insanlığın, teknoloji sayesinde, refah
bir hayata kavuşabileceğine, hatta ozan tabakasını bile tamir edebileceğine
inanıyordu. insanlık gelişiyordu, ve en nihayetinde, herkesin mutlu olduğu bir
evrensel yaşam statüsüne ulaşılacaktı, savaşlar ortadan kalkacak, devletler tek
bir çatı altında birleşip, otomatik sistemler sayesinde belki de hiç çalışmadan
yaşayacaklardı.
cemal, nihat’ın göndermesine, bir paket
kırmızı lm uzatarak cevap verdi, paketin üzerinde ‘sigara içmek öldürür’
yazıyordu ve
“bu yazıyı bence tüm insanların alnına
dövme olarak yazmak lazım” dedi
“sigara karşıtı mısın” diye sordu nihat, hâlâ
kibirli bir şekilde gülümsüyordu
“onu kast etmiyorum” dedi cemal, “insanların
üzerine ‘dikkat: öldürür’ şeklinde dövme yapılabilirdi demek istedim” dedi. “aklıma
geldi, orman hayvanları, eğer ormanlarını tabelalar ve uyarı yazıları ile
donatabilecek kadar aptal olsalardı, yani var olan dengelerini önce bozup,
sonrasında da bozulan dengelerini kendi koydukları kurallar ile düzenlemeye
çalışsalardı, “dikkat: insan var” tabelaları… ha bu arada aklıma geldi,
evcilleştirilen ilk hayvanın ne olduğunu biliyor musun?”
“inek?” dedi nihat, “ya da koyun? sığır?
tarlaları mı sürmek için evcilleştirildi ya da et ve süt için mi? tavuk bile
olabilir belki ha?”
“köpek” dedi cemal, aynı kendinden emin
tavrı ile, “düşünebiliyor musun? mantıklı bir argüman üret bana? neden ilk
evcilleştirilen hayvan köpektir?”
“saçmalıyorsun” dedi nihat, sigarasını
yakarken, “ikincisi de kuştur” herhalde. alaycı ve kinayeli konuşuyordu ama
aslında bu konularda ve dahası bir çok konuda kesin ve net olarak bildiği ya da
doğruluğundan emin olduğu hemen hemen hiçbir şey yoktu, kitap okuyordu
okumasına ama zamanının çoğunu internette geçiriyor, ve merak ettiği bir şey
olunca google’a sorup, akabinde unutuyordu
“ne okuyorsun sen” dedi cemal
“resim” dedi nihat
“sanat eğitimi yeteneği öldürür” şeklinde
yine tavizsiz ve kendinden emin bir üslup ile yanıt verdi cemal, “bilgisayar
hakkında da her şeyi biliyor olmalısın?”
“hemen hemen” dedi nihat, “ihtiyacım
olanları da öğreniyorum”
“insanın öğrenmeye ihtiyacı olan tek şey,
nasıl hayatta kalabileceğidir. bunun dışında ki tüm bilgi, merak ve hobiden
ötesini teşkil etmez ve işin ironik yanı, insanlık senin tabirinle
‘geliştikçe’, nasıl hayatta kalabileceği konusunda öğrenmesi gereken şeyler de
artıyor”
“şimdi iyice saçmalamaya başladın” dedi
nihat, “bu nasıl olabilir söyler misin?”
“meslekler” dedi cemal, “mesleklerde
uzmanlaşmalar, sonrasında matematik tabii ki, en azından parasal konularda
dolandırılmamak için, e tabii başlangıç olarak en önce okuma yazma bilmeliler,
paraya dönüştürülemeyecek her türlü uğraş da hobi olarak, boş zamanımızdaki can
sıkıntımızı gidermek için ürettiğimiz, psikolojik olarak da hayatta kalma
metotlarımız. eminim ilk bilgisayarın nasıl ortaya çıktığını bile
bilmiyorsundur”
“bilmiyorum” dedi nihat, “eminim o da şu
köpek efsanen gibi bir saçmalıktır”
“savaşlarda kullanılmak için.. sahip
olduğumuz teknolojinin yüzde doksanını savunma sanayisinin gelişme azmine
borçluyuz”
“sen bir okul okudun mu” diye sordu nihat. “her
konuda bu kadar tez üretebildiğine göre, yüksek lisans tezinin konusu insanlığın
aptallığı üzerine olmalı”
“insanın aptallığı aç gözlülüğünden
kaynaklanan bir zaaf.. insan nüfusu ne zaman artmaya başladı bilmiyor musun
gerçekten?”
“ilgilenmiyorum” dedi nihat, ikinci
sigarayı yakarken, üstünlük savaşı vermekten de sıkılmıştı.
“tarımsal hayata geçince başlıyor” dedi, “ve
sonrasında, besin sıkıntısı için daha çok üretim gerekiyor, sonrasında sulamalı
tarım, sonrasında elde edilen yiyeceğin, ihtiyaç kapasitesinin üzerine çıkması,
sonrasında elde edilen ve adına artı ürün verilen kısmın…”
“kapitalizmin kökenine mi iniyorsun” dedi
nihat, bu kez alaycı bir sırıtış yoktu.. dinliyordu gerçekten
“hiçbir şeyin kökenine indiğim yok” dedi, “dinlemeye
karar verdiğine göre, bunları kendin de araştırabilirsin artık, dinlemek
isteyip dik kafalılık yaptığın başka konular varsa, onlardan bahsedelim”
“seni şu an içgüdüsel olarak öldürmek
istiyorum” dedi nihat
“demiştim, sigaraların değil insanların
üzerine uyarı yazısı yazmamız lazım”
geçimini nasıl sağladığını sordu nihat
cemal’e. “kendimle çelişiyorum” dedi cemal, “seri üretim bandında çalışıyorum.
nasıl, güzel değil mi?”
6.ekim.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder