“gözlerin” dedi “kızarmış”
“uykusuzluktandır” dedim
“hiç uyumuyor musun” dedi, kaşlarını da
kaldırarak, şaşkınlıkla
“fırsat buldukça” diye yanıtladım,
gülümseyerek. karşısına çıkan tüm fırsatları görmezden gelen biri olarak,
kahkaha atacaktım, nerdeyse, kendi cevabıma, ama anlamayacaktı, neden
gülüyorsun, hiç, kendime. kendim kadar kimse güldüremez beni. aptallık, belki.
derinlemesine bakıyordu gözlerimin içine.
kaybettiği bir şeyi arıyormuşçasına, dikkatli. bir şey anlatmaktan çok, bir
şeyi anlamak istiyormuş gibi. anlamazdan geliyordum. her fırsatta başımdan
savıyordum onu. aynı yerde çalışıyorduk. ve bir sevgilisi vardı, salak bir
adam. ve her ikimiz de bu konuda hem fikirdik. hem fikir olmadığımız konu;
benim, sevgilim olan ya da olabilecek olan birine, arkasından ya da önünden,
sağından solundan, orada burada, salak demeyeceğimdi. o diyordu ama. ben de
onaylıyordum, çünkü ondan önce ben söylemiştim ona bunu, salak bir herifle
beraber olduğunu. onu kapma telaşında bir havayla da söylememiştim, başımdan
atmaya çalışıyordum, yapışmasını istemiyordum, aradaki çekimin farkında olarak,
sırtımı dönüyordum, diğer kutup iter belki diye, fayda etmiyordu, her yönden
çekiliyorduk, ve olmayacağını biliyordum bu işin, en azından bu şartlarda. işimi
kaybetmek istemediğimi söyledim ona bir keresinde, serviste yanıma oturunca.
henüz kimse binmemişken, sigaramı yarıda bırakıp, uyuyabileceğim bir yer
edinmek için, erkenden binmiştim, peşimden gelip, dibime çökünce
“nasıl yani” dedi, “bas baya” dedim,
“burada sevgililerin çalışmasına izin vermezler”
“benim bi sevgilim var zaten” dedi,
“onu buraya almazlar o zaman” dedim, “sen
çıkana kadar” istemsiz bir şekilde, bunu dedim, gülerek, artı eksi, güldü
“siktir et” dedi, “beni benden çok sevecek
biri için işi bile bırakırdım, isteseydi”
imalar yoluyla anlaşmaya çalışıyorduk. ben
daha çok anlaşmamaktan yanaydım, ama anlaşmaktan da yanaydım, neyden yana
olduğumun çoğu zaman farkında olmamıştım hayatım boyunca. şaka yaparken
kırmıştım insanları, çünkü insanlar her şeye alınıyordu, ben kendim dışında
kimseye alınmamıştım şimdiye kadar, kendi kendime kendimi satıyordum durmadan,
başkaları için kendimi satıyordum da diyebiliriz, ve bu akış, yanlış
anlaşılmalara da gebe kalabilir, ve düşük cümlelerimi kürtaj edebilirsiniz,
sorun değil gerçekten, hiç okumasanız da olur, çünkü, hiç, yazmıyorum. hemen
hemen. hiç. gerçekte, olan biteni, çünkü, moruk, gerçekte, hiçbir şey, olup,
bitmiyor, olgunlaşmasına izin vermediğim meyveler gibi, aklımdan geçenler,
kestirip at, bir sigara, ardından bir sigara daha. ama herkes ondan hoşlanıyor.
hayır ben herkes değilim. kimseden hoşlanmıyorum. kurduğu tüm genellemelere
kendini dahil etmeyenlerden de hoşlanmıyorum mesela. şiir sevmiyorum dediğimde, aslında bir ironi yaptığımın anlaşılamamasından da hoşlanmıyorum.
anlaşılamadığım durumlara, “çok kırıldım” şeklinde geri dönüşler almaktan da
hoşlanmıyorum. ama ondan hoşlanıyorum
“akşam” diyor, “görüşelim mi?”
“olur” diyorum, çekincesiz. görüşüyoruz.
bir barda. sevgilisine anlatmadığı şeyleri bana anlatmaya başlıyor.
‘anlatamadığı’ değil buradaki ifade, ‘anlatmadığı’
“ona” diyor, “artık, hiçbir şey anlatmıcam,
çünkü, anlamıyor. anlamadığını belli ediyor hemen ve sonra ‘haa’ diyor ‘tamam
şimdi anladım’, ve yine anlamadığını ifşa eden bir cümle kuruyor ve ‘doğru mu
anlamışım’ diyor, ‘evet’ diyorum, üzerine düşmeden, çabalamadan, doğru
anlamışsın”
ben susuyorum. olumlu ya da olumsuz hiçbir
tepki vermiyorum, ve bunları bana neden anlattığını anlamak istemiyorum.
sevişmek mi istiyor? ben istemiyorum. sevgili mi olmak amacı? olamam. kötüyüm o
konuda. dost mu olucaz? sevgilisini bana kötüleyen dostlar istemiyorum. ama
içiyoruz. ve hesabı ben ödemiyorum. çünkü param yok. gerçek anlamda yok ve bunu
ona söyledikçe, kendi siparişine benimkini de ekliyor, “ben öderim” diyerek,
“ödeme” diyorum, “daha maaşımız yatmadı”
diyorum, “paran bitmedi mi hâlâ” diyorum
“bitmedi” diyor, “ali’ye ısmarlamam gerçi
de hiçbir şey, sen olunca karşımdaki…”
ali dediği adam, bu hatunun, salak olan
sevgilisi. gördüm onu, birkaç kez. gururla yürüyordu yanındayken bu hatun, ‘bu
benim sevgilim’ der gibi. sahiplenme duygusundan çok, övünme duygusu ile.
sevgilisiyle değil, kendisiyle övünüyordu, ‘bakın bu hatunu ben tavladım’
diyordu resmen, ben bunu duyuyordum. insanların hiç konuşmadan da çıkardıkları
sesler vardır, “yürüyüş tarzı herkesi ele verir” derdi babam, ve haklıydı, ve
haklı olmasına rağmen çok defalar kazıklandı. çünkü çoğu zaman zeka, aç
gözlülük ve bencillik ile bütünleşmediğinde, saflıkla sarmaş dolaş olur, ve saflık,
içinde, vicdan adında kendi küpüne zarar bir duyguyu da barındırır bazen. ve
onu köreltemediğiniz sürece, hapı yutarsınız. ve o hap, çok fena kafa yapar
adamla. gerçekten. kendi kendinize gülmekten başka şansınız olmadığı için,
odanızda, bir başınıza, kendinizi kafaya alıp, ilk onbirinizi belirlersiniz,
rövanş maçı için. sırf bir düşünceden ibarettir bu, intikam alma duygusundan
yoksun, ve biçare bir şekilde, gülersiniz, sonra bu, alışkanlık haline döner
sizde, gülme eylemi, o kadar çok şeye gülmeye başlarsınız ki, gözlerinizden yaş
gelir, nerdeyse, ve mideniz ağrır, gerçekten, ve unutursunuz, olan ve bitmeyen,
ne varsa, insanlar sizin kendinizi iyi hissettiğinizi düşünür, ve insanlar öyle
düşününce siz de öyle düşünmeye başlarsınız, onların yanındayken, ve sonra,
aynı hatun, size, “moralimi düzelttin heaa” der
“bir şey yapmadım” dersiniz
“her şeye gülüyorsun” der, “ben de senle
gülüyorum”
“ama komik” dersiniz, “napabilirim, her
şey, fazlasıyla trajikomik”
“beni çok seviyor ama” dedi, “benimki”
“sevmiyor” dedim, “senin, yanında olmanı
seviyor. tanıştığımızda, öldürülecek insanlar listeme ilk sıradan giriş
yapmıştı ali”
“insanları öldürmeyi mi düşünüyorsun” diye
yanıt verdi, aynı gözlerimi kızarmış gördüğünde verdiğindeki tepki gibi,
kaşlarını yukarı kaldırarak, gözleri büyüyordu, gözbebekleri, doğrudan, büyük
ve direkt içeri bakar şekilde
“evet” dedim, “gayet doğal bu, düşünüyorum,
gün içinde birkaç kez cinayetin eşiğinden dönerim ben, taşla kafaya bir darbe,
boyna inen balta, kalpten bir bıçak yarası.. kalpten bir şekilde, yani içten,
candan, samimiyetle dolu bir şekilde, atacağım bir bıçak yarası. bu da olası”
gülmeye başladı. ben de, ‘şu an espri yapmıyorum’ demedim. bıraktım gülsün.
gülünecek ne varsa. başı gerçekten fena dertteydi. “kurtulamıyorum” dedi bana.
“iş çıkışıma neden geliyor biliyor musun?”
“biliyorum” dedim
“biliyor musun” dedi
“evet biliyorum” dedim
“nasıl ya” dedi, “anlattım mı daha önce”
“anlatmadın”
“e nerden biliyorsun”
“off ya” dedim, “kapat! tamam mı?”
“noldu” dedi
“hiç” dedim, “kalkalım” kalktık
“nereye” diye sordu
“ben eve” dedim, “sen?”
“ben de”
“tamam”
dudaklarını bükmüştü. yürüdük.. durak.
otobüs. farklı.. ertesi gün sabah. servise bindim. benden sonra binip farklı
bir yere oturdu. son bir haftadır daima yanıma çöreklendiği halde, selam bile
vermedi. gün boyunca selam vermedi. rahat bir nefes almaya başlamıştım. akşam
çıkarken. servis. kola alındı. ve beni es geçti, tip. dağıtırken. sevmiyordu
beni. ben de onu sevmiyordum. anlaşıyorduk. ve hatun, “şey” dedi, kolayı
dağıtan tipe, adımı söyleyerek, ona da versene gibi.
“yok ben içmicem” dedim
“haa
içmicek misin” dedi hatun, gözlerimin içine bakarak. acınacak bir şekilde
“hastayım” dedim. değildim oysa. ya da
hastaydım. bilmiyorum. telefonumun ışığı yandı. mesaj. ‘özür dilerim’
servisteydik hâlâ. ona dönüp baktım. ne
yaptığını bilmiyordu ama özür diliyordu. ne yaptığını bilmediğinden emindim.
sorsaydım, ‘bilmiyorum’ diyecekti, ‘ama yine de özür dilerim’ ve bu diyaloğu,
kafamdan dışarı, gerçeğe, taşımak istemediğim için, sormadım neden diye, onun
yerine, ‘olur öyle’ dedim, mesajla, ‘siktir et’
‘nolmuştu ki’ dedi, mesaj atıp. buyur
burdan yak dedim içimden. dışımdan, “müsait bir yerde” deyip, indim. onun
ineceği yerden, yaklaşık on metre önce, kendi ineceğim yere, yirmi dakika kala
“hayırdır” dedi şoför, “bir arkadaşı görcem
abi” dedim, “yarın sabah burdan binerim belki, haber veririm”
yalan söylüyordum, ve bazen, bazı yalanlar,
gerçeği gizlemekten çok, açığa çıkarmak için, kullanabileceğiniz, en iyi
yoldur. peşimden o da indi tabii, araba tekrar duracak değildi on metre ilerde.
ve “noluyor ya” dedi, servis gittikten sonra
“hiiç” dedim, “size gidiyoruz”
“haaa olur tamam” dedi
“bi de şey” dedim, “işi bırakıyorsun, bugün
son günündü” gülüyordum bunu söylerken. herhangi bir şeye ne zaman nasıl karar
verdim bilmiyorum. telefonunu aldım elinden. ali’nin numarasını buldum. aradım.
ali yazıyordu. başka bir şey değil. hepsi bu. ali. başka bir şey yazsaydı
gerçi, işim kolay olurdu, sadece numara kısmını değiştirirdim, bu kez,
ekstradan ali’yi silmem gerekti. önce aradım ama. haberi telefonda duydu her
ikisi de, biri ahizenin diğer yanında, öteki yanı başımda. ayrıldılar. bir an
için kendimi, nikah memuru gibi hissettim, tek farkla, ayrılıyorlardı. telefon
konuşmamda, memurun söylediklerini, taklit ettim, bu hanımdan ayrılmayı kabul
ediyor musunuz? hayır. o halde ben de sizi, eski sevgililer ilan ediyorum.
hatunun gülme sesini duydu, ve “sarhoş mu o gene” dedi. telefonda. “evet”
dedim, “sarhoş. sigara da içiyor hem”
sigara içmesine durmadan karıştığından dert
yanıyordu, nihal, ali’nin. ve daha bir çok şey. iki sigara çıkardım, yürümeye
devam ettik
hiç konuşmuyordu, şaşkındı, alışmaya
çalışıyordu daha çok, çoktan kabullendiği bir durumun, gerçeğe dönüşmüş
olmasına. evine gittik. ertesi sabah, servise, dün indiğim yerden bindim,
nihal’in bindiği duraktan.
“nihal’i gördün” mü diye sordu şoför
“gelmicek o” dedim, “işi bıraktı, başka bi
yere başlıcak”. kapıyı kapattı şoför. yola devam ettik
17.ekim.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder