17 Ekim 2012

iş değişikliği

“gözlerin” dedi “kızarmış”
“uykusuzluktandır” dedim
“hiç uyumuyor musun” dedi, kaşlarını da kaldırarak, şaşkınlıkla
“fırsat buldukça” diye yanıtladım, gülümseyerek. karşısına çıkan tüm fırsatları görmezden gelen biri olarak, kahkaha atacaktım, nerdeyse, kendi cevabıma, ama anlamayacaktı, neden gülüyorsun, hiç, kendime. kendim kadar kimse güldüremez beni. aptallık, belki.

derinlemesine bakıyordu gözlerimin içine. kaybettiği bir şeyi arıyormuşçasına, dikkatli. bir şey anlatmaktan çok, bir şeyi anlamak istiyormuş gibi. anlamazdan geliyordum. her fırsatta başımdan savıyordum onu. aynı yerde çalışıyorduk. ve bir sevgilisi vardı, salak bir adam. ve her ikimiz de bu konuda hem fikirdik. hem fikir olmadığımız konu; benim, sevgilim olan ya da olabilecek olan birine, arkasından ya da önünden, sağından solundan, orada burada, salak demeyeceğimdi. o diyordu ama. ben de onaylıyordum, çünkü ondan önce ben söylemiştim ona bunu, salak bir herifle beraber olduğunu. onu kapma telaşında bir havayla da söylememiştim, başımdan atmaya çalışıyordum, yapışmasını istemiyordum, aradaki çekimin farkında olarak, sırtımı dönüyordum, diğer kutup iter belki diye, fayda etmiyordu, her yönden çekiliyorduk, ve olmayacağını biliyordum bu işin, en azından bu şartlarda. işimi kaybetmek istemediğimi söyledim ona bir keresinde, serviste yanıma oturunca. henüz kimse binmemişken, sigaramı yarıda bırakıp, uyuyabileceğim bir yer edinmek için, erkenden binmiştim, peşimden gelip, dibime çökünce
“nasıl yani” dedi, “bas baya” dedim, “burada sevgililerin çalışmasına izin vermezler”
“benim bi sevgilim var zaten” dedi,
“onu buraya almazlar o zaman” dedim, “sen çıkana kadar” istemsiz bir şekilde, bunu dedim, gülerek, artı eksi, güldü
“siktir et” dedi, “beni benden çok sevecek biri için işi bile bırakırdım, isteseydi”

imalar yoluyla anlaşmaya çalışıyorduk. ben daha çok anlaşmamaktan yanaydım, ama anlaşmaktan da yanaydım, neyden yana olduğumun çoğu zaman farkında olmamıştım hayatım boyunca. şaka yaparken kırmıştım insanları, çünkü insanlar her şeye alınıyordu, ben kendim dışında kimseye alınmamıştım şimdiye kadar, kendi kendime kendimi satıyordum durmadan, başkaları için kendimi satıyordum da diyebiliriz, ve bu akış, yanlış anlaşılmalara da gebe kalabilir, ve düşük cümlelerimi kürtaj edebilirsiniz, sorun değil gerçekten, hiç okumasanız da olur, çünkü, hiç, yazmıyorum. hemen hemen. hiç. gerçekte, olan biteni, çünkü, moruk, gerçekte, hiçbir şey, olup, bitmiyor, olgunlaşmasına izin vermediğim meyveler gibi, aklımdan geçenler, kestirip at, bir sigara, ardından bir sigara daha. ama herkes ondan hoşlanıyor. hayır ben herkes değilim. kimseden hoşlanmıyorum. kurduğu tüm genellemelere kendini dahil etmeyenlerden de hoşlanmıyorum mesela. şiir sevmiyorum dediğimde, aslında bir ironi yaptığımın anlaşılamamasından da hoşlanmıyorum. anlaşılamadığım durumlara, “çok kırıldım” şeklinde geri dönüşler almaktan da hoşlanmıyorum. ama ondan hoşlanıyorum
“akşam” diyor, “görüşelim mi?”
“olur” diyorum, çekincesiz. görüşüyoruz. bir barda. sevgilisine anlatmadığı şeyleri bana anlatmaya başlıyor. ‘anlatamadığı’ değil buradaki ifade, ‘anlatmadığı’

“ona” diyor, “artık, hiçbir şey anlatmıcam, çünkü, anlamıyor. anlamadığını belli ediyor hemen ve sonra ‘haa’ diyor ‘tamam şimdi anladım’, ve yine anlamadığını ifşa eden bir cümle kuruyor ve ‘doğru mu anlamışım’ diyor, ‘evet’ diyorum, üzerine düşmeden, çabalamadan, doğru anlamışsın”

ben susuyorum. olumlu ya da olumsuz hiçbir tepki vermiyorum, ve bunları bana neden anlattığını anlamak istemiyorum. sevişmek mi istiyor? ben istemiyorum. sevgili mi olmak amacı? olamam. kötüyüm o konuda. dost mu olucaz? sevgilisini bana kötüleyen dostlar istemiyorum. ama içiyoruz. ve hesabı ben ödemiyorum. çünkü param yok. gerçek anlamda yok ve bunu ona söyledikçe, kendi siparişine benimkini de ekliyor, “ben öderim” diyerek,
“ödeme” diyorum, “daha maaşımız yatmadı” diyorum, “paran bitmedi mi hâlâ” diyorum
“bitmedi” diyor, “ali’ye ısmarlamam gerçi de hiçbir şey, sen olunca karşımdaki…”

ali dediği adam, bu hatunun, salak olan sevgilisi. gördüm onu, birkaç kez. gururla yürüyordu yanındayken bu hatun, ‘bu benim sevgilim’ der gibi. sahiplenme duygusundan çok, övünme duygusu ile. sevgilisiyle değil, kendisiyle övünüyordu, ‘bakın bu hatunu ben tavladım’ diyordu resmen, ben bunu duyuyordum. insanların hiç konuşmadan da çıkardıkları sesler vardır, “yürüyüş tarzı herkesi ele verir” derdi babam, ve haklıydı, ve haklı olmasına rağmen çok defalar kazıklandı. çünkü çoğu zaman zeka, aç gözlülük ve bencillik ile bütünleşmediğinde, saflıkla sarmaş dolaş olur, ve saflık, içinde, vicdan adında kendi küpüne zarar bir duyguyu da barındırır bazen. ve onu köreltemediğiniz sürece, hapı yutarsınız. ve o hap, çok fena kafa yapar adamla. gerçekten. kendi kendinize gülmekten başka şansınız olmadığı için, odanızda, bir başınıza, kendinizi kafaya alıp, ilk onbirinizi belirlersiniz, rövanş maçı için. sırf bir düşünceden ibarettir bu, intikam alma duygusundan yoksun, ve biçare bir şekilde, gülersiniz, sonra bu, alışkanlık haline döner sizde, gülme eylemi, o kadar çok şeye gülmeye başlarsınız ki, gözlerinizden yaş gelir, nerdeyse, ve mideniz ağrır, gerçekten, ve unutursunuz, olan ve bitmeyen, ne varsa, insanlar sizin kendinizi iyi hissettiğinizi düşünür, ve insanlar öyle düşününce siz de öyle düşünmeye başlarsınız, onların yanındayken, ve sonra, aynı hatun, size, “moralimi düzelttin heaa” der
“bir şey yapmadım” dersiniz
“her şeye gülüyorsun” der, “ben de senle gülüyorum”
“ama komik” dersiniz, “napabilirim, her şey, fazlasıyla trajikomik”


“beni çok seviyor ama” dedi, “benimki”
“sevmiyor” dedim, “senin, yanında olmanı seviyor. tanıştığımızda, öldürülecek insanlar listeme ilk sıradan giriş yapmıştı ali”
“insanları öldürmeyi mi düşünüyorsun” diye yanıt verdi, aynı gözlerimi kızarmış gördüğünde verdiğindeki tepki gibi, kaşlarını yukarı kaldırarak, gözleri büyüyordu, gözbebekleri, doğrudan, büyük ve direkt içeri bakar şekilde

“evet” dedim, “gayet doğal bu, düşünüyorum, gün içinde birkaç kez cinayetin eşiğinden dönerim ben, taşla kafaya bir darbe, boyna inen balta, kalpten bir bıçak yarası.. kalpten bir şekilde, yani içten, candan, samimiyetle dolu bir şekilde, atacağım bir bıçak yarası. bu da olası” gülmeye başladı. ben de, ‘şu an espri yapmıyorum’ demedim. bıraktım gülsün. gülünecek ne varsa. başı gerçekten fena dertteydi. “kurtulamıyorum” dedi bana. “iş çıkışıma neden geliyor biliyor musun?”
“biliyorum” dedim
“biliyor musun” dedi
“evet biliyorum” dedim
“nasıl ya” dedi, “anlattım mı daha önce”
“anlatmadın”
“e nerden biliyorsun”
“off ya” dedim, “kapat! tamam mı?”
“noldu” dedi
“hiç” dedim, “kalkalım” kalktık

“nereye” diye sordu
“ben eve” dedim, “sen?”
“ben de”
“tamam”

dudaklarını bükmüştü. yürüdük.. durak. otobüs. farklı.. ertesi gün sabah. servise bindim. benden sonra binip farklı bir yere oturdu. son bir haftadır daima yanıma çöreklendiği halde, selam bile vermedi. gün boyunca selam vermedi. rahat bir nefes almaya başlamıştım. akşam çıkarken. servis. kola alındı. ve beni es geçti, tip. dağıtırken. sevmiyordu beni. ben de onu sevmiyordum. anlaşıyorduk. ve hatun, “şey” dedi, kolayı dağıtan tipe, adımı söyleyerek, ona da versene gibi.
“yok ben içmicem” dedim
 “haa içmicek misin” dedi hatun, gözlerimin içine bakarak. acınacak bir şekilde
“hastayım” dedim. değildim oysa. ya da hastaydım. bilmiyorum. telefonumun ışığı yandı. mesaj. ‘özür dilerim’
servisteydik hâlâ. ona dönüp baktım. ne yaptığını bilmiyordu ama özür diliyordu. ne yaptığını bilmediğinden emindim. sorsaydım, ‘bilmiyorum’ diyecekti, ‘ama yine de özür dilerim’ ve bu diyaloğu, kafamdan dışarı, gerçeğe, taşımak istemediğim için, sormadım neden diye, onun yerine, ‘olur öyle’ dedim, mesajla, ‘siktir et’
‘nolmuştu ki’ dedi, mesaj atıp. buyur burdan yak dedim içimden. dışımdan, “müsait bir yerde” deyip, indim. onun ineceği yerden, yaklaşık on metre önce, kendi ineceğim yere, yirmi dakika kala
“hayırdır” dedi şoför, “bir arkadaşı görcem abi” dedim, “yarın sabah burdan binerim belki, haber veririm”
yalan söylüyordum, ve bazen, bazı yalanlar, gerçeği gizlemekten çok, açığa çıkarmak için, kullanabileceğiniz, en iyi yoldur. peşimden o da indi tabii, araba tekrar duracak değildi on metre ilerde. ve “noluyor ya” dedi, servis gittikten sonra

“hiiç” dedim, “size gidiyoruz”
“haaa olur tamam” dedi
“bi de şey” dedim, “işi bırakıyorsun, bugün son günündü” gülüyordum bunu söylerken. herhangi bir şeye ne zaman nasıl karar verdim bilmiyorum. telefonunu aldım elinden. ali’nin numarasını buldum. aradım. ali yazıyordu. başka bir şey değil. hepsi bu. ali. başka bir şey yazsaydı gerçi, işim kolay olurdu, sadece numara kısmını değiştirirdim, bu kez, ekstradan ali’yi silmem gerekti. önce aradım ama. haberi telefonda duydu her ikisi de, biri ahizenin diğer yanında, öteki yanı başımda. ayrıldılar. bir an için kendimi, nikah memuru gibi hissettim, tek farkla, ayrılıyorlardı. telefon konuşmamda, memurun söylediklerini, taklit ettim, bu hanımdan ayrılmayı kabul ediyor musunuz? hayır. o halde ben de sizi, eski sevgililer ilan ediyorum. hatunun gülme sesini duydu, ve “sarhoş mu o gene” dedi. telefonda. “evet” dedim, “sarhoş. sigara da içiyor hem”

sigara içmesine durmadan karıştığından dert yanıyordu, nihal, ali’nin. ve daha bir çok şey. iki sigara çıkardım, yürümeye devam ettik

hiç konuşmuyordu, şaşkındı, alışmaya çalışıyordu daha çok, çoktan kabullendiği bir durumun, gerçeğe dönüşmüş olmasına. evine gittik. ertesi sabah, servise, dün indiğim yerden bindim, nihal’in bindiği duraktan.
“nihal’i gördün” mü diye sordu şoför
“gelmicek o” dedim, “işi bıraktı, başka bi yere başlıcak”. kapıyı kapattı şoför. yola devam ettik


17.ekim.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder