altın tozu veya amfetamin
1.
zemin kat. rutubet. yerde
oturuyorum. penceremiz minicik ve dışarıdan geçenlerin ayakları görünüyor
sadece. penceremiz kaldırıma yapışık, hatta kaldırımın altında, tam yeraltı
yani.
“nasıl yaşayacaksın burada moruk”
diyorum refik’e
“daha kötülerini de gördüm”
diyor. klasik cevap. ama adam bunu dedi. öyküyü güzelleştirmek için gerçeği
çarpıtmayacağım. ve amfetamin aldım kaç yıl aradan sonra yeniden.. ve amfetamin
sonrası ruhsal çöküntü, hassas bünyemi ele geçirdi.
sabahın yedisindeyiz, 4 tip var,
ben ve refik’in dışında odada, 2’si, refik’in hollanda’dan gelen arkadaşları,
biri hatun, biri herif, türkçe bilmiyorlar, ben de bozuyormuşum zaten, ama
sorun yok, devam ediyoruz. pac takıyorum sabahın dokuzunda boktan bir teybe,
kaset bu, trapped çalıyor, ve gerçekten tuzağa düşmüş gibi hissediyorum
kendimi. klasik şarkılar, klasik cümleler, ve amfetamin…
herif gözümün önünde acid bazlı,
pardon, acid içeren kağıdı yalarken “acaba ben de denesem mi” diye aklımdan
geçirmiştim, ama “başka yok” demişti hollandalı tip. adını unuttum, ivan
diyelim, ama ivan rus ismi olabilir, pekala ne önemi var, o halde hollanda
değil de rusya’dan gelmiş olsun bu 2 tip, bir hatunla bir herif. ama ingilizce
konuşuyorlar refik ile. telefonum çalıyor o ara, sabahın dokuzunda, açıyorum,
annem, “dün seni beklerken uyuyakalmışım, nerdesin oğlum, iyi misin” diyor,
“iyiyim” diyorum, “aramıştım seni ama. iki üç gün sonra gelicem”
pekala, yavaştan gidelim. “bir
buzdolabı almalısın” diyorum refik’e, “ona vereceğim para ile 2 ay daha çalışmadan
yaşayabilirim” diyor. garip bir adam, çok az eşyası var, 31 yaşına girdi geçen
ay, yani ağustosta, ve toplam 3 sene çalışmış olabilir bugüne kadar, ama yine
de yaşıyor, yani hâlâ hayatta, anlıyor musunuz?
kişi başı yüz milyon liraya
patlayan iftar yemeği gösterildi dün tv’de. hayretle izledik, kafamız da
iyiydi. ve evet evde buzdolabı yok ama televizyon var, bir de ufak bir buzluk
var. refik’in, biraları soğuk tutmak için kullandığı bir olay, biz yine de
televizyona dönelim, bir iftar yemeği gösteriliyordu haberlerde, ve bir çorba
vardı menüde, üzerine altın serpiştiriyorlardı çorbanın. bazı pezevenk çocukları
iftar yemeğinde altın yiyorlar yani, evet, tam pezevenk çocuğu bunlar, haklısınız.
hiçbir kelimemi de hiçbir koşulda geri almam, "pac’ın ruhu beni kutsarken sizi
siksin" diyebilirim sadece. o gün de bunu demiştim, o gece, dün gece, sizi siksin,
alayınızı.
"yani ben anlayamıyorum” diye girdi söze refik, “bir insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar?”
"yani ben anlayamıyorum” diye girdi söze refik, “bir insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar?”
gösteriş. altın yiyorlar. altın
tozu. çorbanın üzerine serpiliyor, ama iyi ayarlanmalıymış, fazla serpilirse
ölürlermiş, ben orada garson olsam fazla dökerdim, ölsünler, ne önemi var? bu pezevenk
çocuklarını gerçekten anlamıyorum.. anlayamadığım o kadar çok şey var ki,
“kafam basmıyor” deyip geçiştiriyorum çoğu zaman. iftar yemeği, kişi başı yüz
milyon, çorbaya altın tozu serpiliyor, ve 500 bin liralık bir çorba, bu toz
sayesinde 10-15 milyona patlayabiliyor, öyle deniyor yani haberlerde. bense elimdeki
amfetamin yüklü tableti mideme indiriyorum yıllar sonra, bir kıyaslama
yapabilirsiniz; “sen amfetamin içerken bişi olmuyor değil mi?” diye. ah evet.
oluyor. enerji. sahte bile olsa mutluluk. ve çorbaya dökülen altın. nasıl bir
tadı var? pekala. her neyse. keselim. evet, iftarda altın çorbası yiyor bazı pezevenk
çocukları. sorun değil. biz de birkaç uçuş denemesi gerçekleştiriyoruz.
“hani hiçbir şeye
odaklanamadığından bahsediyordun ya” diyor
“evet” diyorum
“nedeni bu işte” diyor, aldığımız
şeyi kast ederek, “artık almıyor olsan bile, uyuşturucuyu bırakmış olsan bile,
geçmişte…”
“olabilir” diyorum sözünü
keserek, “farkındayım, nedeni bu. fazla var mı yanınızda?”
“alıcak mısın?”
“hıhım”
ve alıyorum işte, yıllar sonra
tekrar:
amfetamin, tat olarak çok acıdır,
ama salgıladığınız dopamin miktarını arttırır ve bu nedenle size enerji verir.
uykunuz gelmez, acıkmazsınız, kendinizi iyi hissedersiniz, oldukça iyi.
damarlarınız kasılır ve kan basıncınız yükselir, bunun nedeni amfetaminin,
noradrenalin’ini gereğinden fazla salgılatmasıdır, ölümcül yan etkilere
sahiptir. biraz daha derin bilgi verecek olursam, söylediğim tüm bu şeyleri iç
katekolaminler sayesinde yapar, ve tabii ki sonuç olarak uyarıcı etkiler
kesildiğinde, ruhsal bir çöküntü meydana gelir, tıpkı o sabah gibi.
2.
uyuyordum. kafam çok iyiydi. uzun
bir aradan sonra yeniden amfetamin ile öpüşmüştüm, ihtiyacım vardı, biraz olsun
iyi hissetmeye ihtiyacım vardı, sahte veya değil, bunu sorgulamanın hiç bi
anlamı yok, sahte mutluluk, neyin sahtesi? ya da, ne sahte değil ki?
bornova’da, zemin katta bir
evdeydik, kötü bir evdi. nem, rutubet, karanlık, sabahın altısıydı, etki
geçiyordu, dağılıyordu üzerimde ki mutluluk bulutu, enerjim kalmamıştı,
uyuyamazdım, sadece ağlayacaktım, ve göz göze geldik o’nunla, gözümü açtığım
anda yanımda buldum. dün gece sessizce köşede oturan hollandalı bir hatun.
türkçe bilmiyor, ben de ingilizce bilmiyorum pek fazla, ama konuşmaya
çalışmıştık, gece, olmamıştı. sabahsa yanımda yatmış ve bana sarılmışken
bulmuştum onu. “günaydın” dedi, “günaydın” dedim. “sorry” dedi, “sorun değil”
dedim. ama anlamadı, bakıyordu sadece, bir anlam vardı, kelimelerle ifade
edemiyorduk ama ortada bişi vardı, bi ruh, kendime engel olmam gerekiyordu,
daha yeni bir ilişkiyi bitirmiştim, aşk aniden nefrete dönüşmüştü, gerçek
yüzler, sahte yüzler, altın tozu serpilmiş çorba, amfetamin, fanzin, yeraltı
edebiyatı. sikmişim yeraltı edebiyatını.
“crass” dedi, “mp3” dedi, yanımda
gelirken getirdiğim cd’yi kast ediyordu.
“tabii” dedim, anlamadı muhtemelen,
bildiği birkaç türkçe kelimenin arasında yoktu “tabii” kelimesi.
“penis envy” dedi, “güzel” dedi
“güzel bir albüm” dedim, o bir
şey daha dedi, bu kez de ben anlamadım ama o boktan teybe bağlı olan ve aynı
zamanda sağlam cdleri bozabilmek gibi özel bir yeteneği de bulunan cdrom’a
takdım cd’yi.
“health surface” çalıyordu, ve söylüyordu
hatun, sesi iyiydi, bir grubu olduğundan bahsetti sonra o an uyanan bi tip.
hollanda’da bir grupları varmış ama dağılmış, ney dağılmıyor ki? güzel olan her
şey çabuk sona eriyor, bu dünyanın güzel olan şeylere tahammülü yok. bu yüzden
23’ünde gidiyor ian curtis, belki de, kim bilir. tanrının işi mi? hiç
sanmıyorum. insanlar, ölene dek fark edilmeyen defolu bir seri üretim gibi,
anca öldüklerinde anlıyoruz, toprağa gömülmeleri gerektiğini. devam edelim.
hepimizin gözlerinde var olan o
boşluk. mutsuzuz. oldukça mutsuz. size göre nedeni amfetamin sonrası oluşan
ruhsal çöküntü. oysa, hayır, amfetaminle ya da esrarla, ya da alkolle alakası
yok bunun, normalde ruhumuz çökük zaten, normalde mutsuzuz, yani kullandığımız
uyarıcıların veya uyuşturucuların etkisi geçince meydana geldiğini iddia
ettiğiniz ruhsal çöküntü değil bizi mutsuz kılan. normale döndüğümüz için iyi
hissetmiyoruz. batıyor yani. rahatsız ediyor. anlatabiliyor muyum? bir çift
kağıt tüttürüp, yaklaşık on saat sonra da mutsuz hissetmemin nedeni, yüz yüze
geldiğim gerçeklik. ve bu, bir tür kaçış ise, itiraz etmeyeceğim size, ama
altın tozlu çorba içenler ne kadar mutlu acaba? bunu araştırın biraz da bence.
her neyse. geçelim.
“dışarı çıkalım diyor sana” diyor
tip, hatun dışarı çıkmamızı istiyormuş.. çıkıyoruz. bir park var. benim kıt
ingilizcem, onun kıt türkçesi ile örtüşüyor. “lsd” diyor ve bir şeyler söylüyor.
lsd. lsd. anlamıyorum.. “eve gidince sorarsın” diyorum ama bunu da o anlamıyor.
sorun yok.. takılıyoruz işte. iyi olabilir aslında. herhangi bir şekilde
diyalog geliştiremediğim biri ile sevgili olabilirim, konuşarak anlaşamadığım
eski sevgililerimden çok daha kıyak olur bence, dillerimizi bilmediğimiz için
konuşmadığımız bir sevgili. ben de pek hoş sohbet bi herif değilimdir zaten
ayık zamanlarımda.
ramazan ayının üçüncü günü..
sabahın sekizi, bakkala gidiyor ve iki bira alıp parka dönüyoruz, bir salıncak
var parkta, ve etrafta hiç kimse yok. oturuyor o, ben ayakta duruyorum, hiç
konuşmuyoruz, konuşsak da bir şey anlatamıyoruz zaten, “4 skins” diyorum,
“yeah” diyor, dinliyorum manasında olabilir, ki ben bayılıyorum…
“marihuana” diyor bu kez,
çantasından hazır sarılmış bir tekli çıkartıyor ama ben ona burasının türkiye
olduğunu ve sabahın o saatinde henüz kalabalık olmasa da merkezi bir alanda
bunu içemeyeceğimizi anlatmaya çalışıyorum. el işaretleri, birkaç ingilizce
kelime. pekala.
sakız çiğniyor. balon. örgülü
saçlar. bira. amfetamin sonrası oluşan ruhsal çöküntü. eski sevgilim geliyor
aklıma. kendime geliyorum. bir ilişki istemiyorum. bir ilişki istemiyorum. son
faciadan sonra, yeni bir aldanış istemiyorum. sadece ot içip şarkı söylemek
istiyorum. şarkı söyleyemiyorum. sadece ot içiyorum. sabahın sekizinde, ona
yasak olduğunu anlatmaktan vazgeçip yakmaya çalıştığım otu. derin nefes. burnum
akıyor. ot içerken de burnum akıyor. bir nedeni olmalı. pekala. ben bir plastik
gangsterim.. devam edelim..
eve dönüyoruz. ekmek. alarak..
herkes ölümüne aç. böyle olur, uzun süre acıkmazsınız, yorulmazsınız, sonra
bitap düşer ve acıkırsınız. ağlarsınız. ben ağlarım. her akşamdan kalmalık
olduğum sabah ağlamak isterim. nedenini bilmiyorum. böyle. aldanış. altın tozu
dökülen çorba içiyor insanlar. bunu herkesin görmesi gerekiyordu, insanlar
altın tozu döküyorlar çorbaya. palavra atmıyorum, gözlerimle gördüm, ana haber
bülteninde, bazı pezevenk çocuklarının altın çorbası içtiği söyleniyordu. ve bu
yüzden fiyatlar 13’e- 15’e katlanıyordu. beyin damarlarım genişliyordu her
amfetamin ile 5 sene önce.. üniversitenin ilk yılında. ne zaman sona ericek
diye düşünüyordum sürekli. “bu şey ne zaman biticek”, hayatı kast ediyordum, ve
tuncay, “bitmez oğlum” diyordu, “sonsuzuz biz.”
sonsuzuz biz.. sonsuz.. korkutucu
bir şey sonsuzluk düşüncesi, yani beni ürkütüyor, sonsuza kadar var olma
düşüncesi. bazı pezevenk çocuklarının, üzerine altın tozu dökülmüş çorba içtiğine
dair size yemin edebilirim. ve bahse girerim, bu pezevenk çocuklarının en çok
korktuğu şey, ölmek. sonsuza kadar yaşamak istiyorlar. ben istemiyorum. ne
tuhaf. devam edelim. edebilecek miyiz? deneyelim. aslına bakarsanız, şu an
tıkandığımı hissediyorum ve her an yarıda keserek, “evet tamam öykü bu kadardı,
dağılın” diyebilirim. ama zorluyor da değilim, sadece laf kalabalığı, benim şu
an yaptığım, ama, pekala.
3.
akşamın yedisi oluyor saat. zil
zurna sarhoşum. televizyon açık, ben hatuna bakıyorum, hollandalıya, garip
geliyor, çok garip, içinde bulunduğumuz hal. sonra televizyonda şu öykünün
başından beri bi ileri bi geri sararak anlattığım haber başlıyor, “amınıza sokayım
sizin” diyor refik direk olarak. hollandalılar neler olduğunu soruyor, anlatıyorlar,
onlar da şaşırıyor ve “her yerde var böyleleri, bizim ülkede de” diyorlar,
diyorlarmış yani.
düşünüyorum, evet her yerdeler onlar.
biz de her yerdeyiz. sorun şu ki, ben, ya da o odadaki herkes, ülkelerin
varlığına inanmıyor, ya da sınırların, sadece sınıf savaşına inanıyorlar. yani
ben hâlâ sınıflara inanıyorum, sınırlara değil. bahsettiğim sınıf zengin-fakir
sınıfı da değil. her yerdeler, her yerdeyiz.
devamını getiremiyorum. çok
üzgünüm bunun için. afili bir final sunabilirdim size, ya da o hatunla deli
gibi seviştiğimi anlatabilirdim. istedim onu, gerçekten. iyi olabilirdi, hiç
konuşmazdık, ama sonra size “seni seviyorum” diyebiliyorken, aynı anda
başkalarını da sevebilen insan türlerinden biri olabilirdi o da. olabilir miydi?
kim bilir? kime hangi sebepten ötürü ve nasıl güvenebilirsiniz ki? nasıl güvenebiliyor
insanlar? gerçekten merak ediyorum. ben de tattım o duyguyu, güven, insana
huzur veriyor, gerçekten huzur veriyor. ama istemiyorum artık, gerçekten
huzurlu olmak istemiyorum, yeteri kadar açık ve net mi? yoksa işe yaramaz ve
boş mu geldi bu serzeniş size? yine kandırabilirsiniz öyle değil mi? bu güce
sahipsiniz. her şeye sahipsiniz. ve yine de huzur aradığınızı söylüyorsunuz.
size söyledim, ben aramıyorum. ve hangi sebepten dolayı şu altın yiyen pezevenk
çocukları ile, veya sizi severken aynı anda zihinlerinde başka herifleri de
gezdirebilenler ile farklıyız bilmiyorum.
biri bana yardım etsin. anskiyeteye karşı kullanılan ve rüya gördürtmeyen
zopiklon değil.. biri bana yardım etsin.. imovane değil.. iyi. imovane, amına koyayim!
artık rüya görmek istemiyorsan kullanman gereken bir hap. içerisindeki zopiklon
denilen madde, sizi derin ve uzun süreli bir uykuya daldırtır ve rüya
görmezsiniz. ve rüya görmediğiniz için de uyandığınız gerçeklik daha az
canınızı acıtır ya da yanınızda size sarılan bir hollandalı bulursunuz. “sorry”
der, ama ikiniz de birbiriniz hakkında tek satır şey bilmezsiniz, olur yani
böyle şeyler, ne önemi var? herhangi bir şey hakkında tamamen yanılmış olma
ihtimaliniz, her koşulda olasıdır. ve ben eski sevgililerim konusunda yüzde yüz
çuvallamış biriyim, “e: hiç biri” diyerek bu sikik hayattan da sıyrılabilirim,
veya “f: hepsi” şıkkını seçerek tüm kaltakları da düzebilirim. yani içlerinden
birini seçip beraber olabileceğimiz tarzında bir şık yok ortada, anlatabiliyor
muyum? o yüzden üzerime gelmeyin. yoksa altın tozunu arttırıp ölmenizi de
sağlayabilirim. ve gerçekten biri bunu yapsa, ve televizyonda çorbalarındaki
altın miktarının haddinden fazla olması nedeni ile siyanür zehirlenmesi sonucu
ölenlerle ilgili bir haber çıkarsa, çok sevineceğimi bilmenizi isterim. biri
bunu bir an önce yapmalı. ya da beni öldürün. ben beceremiyorum.
[08.ekim.2005]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder