8 Ekim 2005

altın tozu veya amfetamin

altın tozu veya amfetamin

1.
zemin kat. rutubet. yerde oturuyorum. penceremiz minicik ve dışarıdan geçenlerin ayakları görünüyor sadece. penceremiz kaldırıma yapışık, hatta kaldırımın altında, tam yeraltı yani.

“nasıl yaşayacaksın burada moruk” diyorum refik’e
“daha kötülerini de gördüm” diyor. klasik cevap. ama adam bunu dedi. öyküyü güzelleştirmek için gerçeği çarpıtmayacağım. ve amfetamin aldım kaç yıl aradan sonra yeniden.. ve amfetamin sonrası ruhsal çöküntü, hassas bünyemi ele geçirdi.

sabahın yedisindeyiz, 4 tip var, ben ve refik’in dışında odada, 2’si, refik’in hollanda’dan gelen arkadaşları, biri hatun, biri herif, türkçe bilmiyorlar, ben de bozuyormuşum zaten, ama sorun yok, devam ediyoruz. pac takıyorum sabahın dokuzunda boktan bir teybe, kaset bu, trapped çalıyor, ve gerçekten tuzağa düşmüş gibi hissediyorum kendimi. klasik şarkılar, klasik cümleler, ve amfetamin…

herif gözümün önünde acid bazlı, pardon, acid içeren kağıdı yalarken “acaba ben de denesem mi” diye aklımdan geçirmiştim, ama “başka yok” demişti hollandalı tip. adını unuttum, ivan diyelim, ama ivan rus ismi olabilir, pekala ne önemi var, o halde hollanda değil de rusya’dan gelmiş olsun bu 2 tip, bir hatunla bir herif. ama ingilizce konuşuyorlar refik ile. telefonum çalıyor o ara, sabahın dokuzunda, açıyorum, annem, “dün seni beklerken uyuyakalmışım, nerdesin oğlum, iyi misin” diyor, “iyiyim” diyorum, “aramıştım seni ama. iki üç gün sonra gelicem”

pekala, yavaştan gidelim. “bir buzdolabı almalısın” diyorum refik’e, “ona vereceğim para ile 2 ay daha çalışmadan yaşayabilirim” diyor. garip bir adam, çok az eşyası var, 31 yaşına girdi geçen ay, yani ağustosta, ve toplam 3 sene çalışmış olabilir bugüne kadar, ama yine de yaşıyor, yani hâlâ hayatta, anlıyor musunuz?

kişi başı yüz milyon liraya patlayan iftar yemeği gösterildi dün tv’de. hayretle izledik, kafamız da iyiydi. ve evet evde buzdolabı yok ama televizyon var, bir de ufak bir buzluk var. refik’in, biraları soğuk tutmak için kullandığı bir olay, biz yine de televizyona dönelim, bir iftar yemeği gösteriliyordu haberlerde, ve bir çorba vardı menüde, üzerine altın serpiştiriyorlardı çorbanın. bazı pezevenk çocukları iftar yemeğinde altın yiyorlar yani, evet, tam pezevenk çocuğu bunlar, haklısınız. hiçbir kelimemi de hiçbir koşulda geri almam, "pac’ın ruhu beni kutsarken sizi siksin" diyebilirim sadece. o gün de bunu demiştim, o gece, dün gece, sizi siksin, alayınızı. 

"yani ben anlayamıyorum” diye girdi söze refik, “bir insan neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar?”

gösteriş. altın yiyorlar. altın tozu. çorbanın üzerine serpiliyor, ama iyi ayarlanmalıymış, fazla serpilirse ölürlermiş, ben orada garson olsam fazla dökerdim, ölsünler, ne önemi var? bu pezevenk çocuklarını gerçekten anlamıyorum.. anlayamadığım o kadar çok şey var ki, “kafam basmıyor” deyip geçiştiriyorum çoğu zaman. iftar yemeği, kişi başı yüz milyon, çorbaya altın tozu serpiliyor, ve 500 bin liralık bir çorba, bu toz sayesinde 10-15 milyona patlayabiliyor, öyle deniyor yani haberlerde. bense elimdeki amfetamin yüklü tableti mideme indiriyorum yıllar sonra, bir kıyaslama yapabilirsiniz; “sen amfetamin içerken bişi olmuyor değil mi?” diye. ah evet. oluyor. enerji. sahte bile olsa mutluluk. ve çorbaya dökülen altın. nasıl bir tadı var? pekala. her neyse. keselim. evet, iftarda altın çorbası yiyor bazı pezevenk çocukları. sorun değil. biz de birkaç uçuş denemesi gerçekleştiriyoruz.

“hani hiçbir şeye odaklanamadığından bahsediyordun ya” diyor
“evet” diyorum
“nedeni bu işte” diyor, aldığımız şeyi kast ederek, “artık almıyor olsan bile, uyuşturucuyu bırakmış olsan bile, geçmişte…”
“olabilir” diyorum sözünü keserek, “farkındayım, nedeni bu. fazla var mı yanınızda?”
“alıcak mısın?”
“hıhım”
ve alıyorum işte, yıllar sonra tekrar:

amfetamin, tat olarak çok acıdır, ama salgıladığınız dopamin miktarını arttırır ve bu nedenle size enerji verir. uykunuz gelmez, acıkmazsınız, kendinizi iyi hissedersiniz, oldukça iyi. damarlarınız kasılır ve kan basıncınız yükselir, bunun nedeni amfetaminin, noradrenalin’ini gereğinden fazla salgılatmasıdır, ölümcül yan etkilere sahiptir. biraz daha derin bilgi verecek olursam, söylediğim tüm bu şeyleri iç katekolaminler sayesinde yapar, ve tabii ki sonuç olarak uyarıcı etkiler kesildiğinde, ruhsal bir çöküntü meydana gelir, tıpkı o sabah gibi.

2.
uyuyordum. kafam çok iyiydi. uzun bir aradan sonra yeniden amfetamin ile öpüşmüştüm, ihtiyacım vardı, biraz olsun iyi hissetmeye ihtiyacım vardı, sahte veya değil, bunu sorgulamanın hiç bi anlamı yok, sahte mutluluk, neyin sahtesi? ya da, ne sahte değil ki?

bornova’da, zemin katta bir evdeydik, kötü bir evdi. nem, rutubet, karanlık, sabahın altısıydı, etki geçiyordu, dağılıyordu üzerimde ki mutluluk bulutu, enerjim kalmamıştı, uyuyamazdım, sadece ağlayacaktım, ve göz göze geldik o’nunla, gözümü açtığım anda yanımda buldum. dün gece sessizce köşede oturan hollandalı bir hatun. türkçe bilmiyor, ben de ingilizce bilmiyorum pek fazla, ama konuşmaya çalışmıştık, gece, olmamıştı. sabahsa yanımda yatmış ve bana sarılmışken bulmuştum onu. “günaydın” dedi, “günaydın” dedim. “sorry” dedi, “sorun değil” dedim. ama anlamadı, bakıyordu sadece, bir anlam vardı, kelimelerle ifade edemiyorduk ama ortada bişi vardı, bi ruh, kendime engel olmam gerekiyordu, daha yeni bir ilişkiyi bitirmiştim, aşk aniden nefrete dönüşmüştü, gerçek yüzler, sahte yüzler, altın tozu serpilmiş çorba, amfetamin, fanzin, yeraltı edebiyatı. sikmişim yeraltı edebiyatını.

“crass” dedi, “mp3” dedi, yanımda gelirken getirdiğim cd’yi kast ediyordu.
“tabii” dedim, anlamadı muhtemelen, bildiği birkaç türkçe kelimenin arasında yoktu “tabii” kelimesi.
“penis envy” dedi, “güzel” dedi
“güzel bir albüm” dedim, o bir şey daha dedi, bu kez de ben anlamadım ama o boktan teybe bağlı olan ve aynı zamanda sağlam cdleri bozabilmek gibi özel bir yeteneği de bulunan cdrom’a takdım cd’yi.

“health surface” çalıyordu, ve söylüyordu hatun, sesi iyiydi, bir grubu olduğundan bahsetti sonra o an uyanan bi tip. hollanda’da bir grupları varmış ama dağılmış, ney dağılmıyor ki? güzel olan her şey çabuk sona eriyor, bu dünyanın güzel olan şeylere tahammülü yok. bu yüzden 23’ünde gidiyor ian curtis, belki de, kim bilir. tanrının işi mi? hiç sanmıyorum. insanlar, ölene dek fark edilmeyen defolu bir seri üretim gibi, anca öldüklerinde anlıyoruz, toprağa gömülmeleri gerektiğini. devam edelim.

hepimizin gözlerinde var olan o boşluk. mutsuzuz. oldukça mutsuz. size göre nedeni amfetamin sonrası oluşan ruhsal çöküntü. oysa, hayır, amfetaminle ya da esrarla, ya da alkolle alakası yok bunun, normalde ruhumuz çökük zaten, normalde mutsuzuz, yani kullandığımız uyarıcıların veya uyuşturucuların etkisi geçince meydana geldiğini iddia ettiğiniz ruhsal çöküntü değil bizi mutsuz kılan. normale döndüğümüz için iyi hissetmiyoruz. batıyor yani. rahatsız ediyor. anlatabiliyor muyum? bir çift kağıt tüttürüp, yaklaşık on saat sonra da mutsuz hissetmemin nedeni, yüz yüze geldiğim gerçeklik. ve bu, bir tür kaçış ise, itiraz etmeyeceğim size, ama altın tozlu çorba içenler ne kadar mutlu acaba? bunu araştırın biraz da bence. her neyse. geçelim.

“dışarı çıkalım diyor sana” diyor tip, hatun dışarı çıkmamızı istiyormuş.. çıkıyoruz. bir park var. benim kıt ingilizcem, onun kıt türkçesi ile örtüşüyor. “lsd” diyor ve bir şeyler söylüyor. lsd. lsd. anlamıyorum.. “eve gidince sorarsın” diyorum ama bunu da o anlamıyor. sorun yok.. takılıyoruz işte. iyi olabilir aslında. herhangi bir şekilde diyalog geliştiremediğim biri ile sevgili olabilirim, konuşarak anlaşamadığım eski sevgililerimden çok daha kıyak olur bence, dillerimizi bilmediğimiz için konuşmadığımız bir sevgili. ben de pek hoş sohbet bi herif değilimdir zaten ayık zamanlarımda.

ramazan ayının üçüncü günü.. sabahın sekizi, bakkala gidiyor ve iki bira alıp parka dönüyoruz, bir salıncak var parkta, ve etrafta hiç kimse yok. oturuyor o, ben ayakta duruyorum, hiç konuşmuyoruz, konuşsak da bir şey anlatamıyoruz zaten, “4 skins” diyorum, “yeah” diyor, dinliyorum manasında olabilir, ki ben bayılıyorum…

“marihuana” diyor bu kez, çantasından hazır sarılmış bir tekli çıkartıyor ama ben ona burasının türkiye olduğunu ve sabahın o saatinde henüz kalabalık olmasa da merkezi bir alanda bunu içemeyeceğimizi anlatmaya çalışıyorum. el işaretleri, birkaç ingilizce kelime. pekala.

sakız çiğniyor. balon. örgülü saçlar. bira. amfetamin sonrası oluşan ruhsal çöküntü. eski sevgilim geliyor aklıma. kendime geliyorum. bir ilişki istemiyorum. bir ilişki istemiyorum. son faciadan sonra, yeni bir aldanış istemiyorum. sadece ot içip şarkı söylemek istiyorum. şarkı söyleyemiyorum. sadece ot içiyorum. sabahın sekizinde, ona yasak olduğunu anlatmaktan vazgeçip yakmaya çalıştığım otu. derin nefes. burnum akıyor. ot içerken de burnum akıyor. bir nedeni olmalı. pekala. ben bir plastik gangsterim.. devam edelim..

eve dönüyoruz. ekmek. alarak.. herkes ölümüne aç. böyle olur, uzun süre acıkmazsınız, yorulmazsınız, sonra bitap düşer ve acıkırsınız. ağlarsınız. ben ağlarım. her akşamdan kalmalık olduğum sabah ağlamak isterim. nedenini bilmiyorum. böyle. aldanış. altın tozu dökülen çorba içiyor insanlar. bunu herkesin görmesi gerekiyordu, insanlar altın tozu döküyorlar çorbaya. palavra atmıyorum, gözlerimle gördüm, ana haber bülteninde, bazı pezevenk çocuklarının altın çorbası içtiği söyleniyordu. ve bu yüzden fiyatlar 13’e- 15’e katlanıyordu. beyin damarlarım genişliyordu her amfetamin ile 5 sene önce.. üniversitenin ilk yılında. ne zaman sona ericek diye düşünüyordum sürekli. “bu şey ne zaman biticek”, hayatı kast ediyordum, ve tuncay, “bitmez oğlum” diyordu, “sonsuzuz biz.”

sonsuzuz biz.. sonsuz.. korkutucu bir şey sonsuzluk düşüncesi, yani beni ürkütüyor, sonsuza kadar var olma düşüncesi. bazı pezevenk çocuklarının, üzerine altın tozu dökülmüş çorba içtiğine dair size yemin edebilirim. ve bahse girerim, bu pezevenk çocuklarının en çok korktuğu şey, ölmek. sonsuza kadar yaşamak istiyorlar. ben istemiyorum. ne tuhaf. devam edelim. edebilecek miyiz? deneyelim. aslına bakarsanız, şu an tıkandığımı hissediyorum ve her an yarıda keserek, “evet tamam öykü bu kadardı, dağılın” diyebilirim. ama zorluyor da değilim, sadece laf kalabalığı, benim şu an yaptığım, ama, pekala.

3.
akşamın yedisi oluyor saat. zil zurna sarhoşum. televizyon açık, ben hatuna bakıyorum, hollandalıya, garip geliyor, çok garip, içinde bulunduğumuz hal. sonra televizyonda şu öykünün başından beri bi ileri bi geri sararak anlattığım haber başlıyor, “amınıza sokayım sizin” diyor refik direk olarak. hollandalılar neler olduğunu soruyor, anlatıyorlar, onlar da şaşırıyor ve “her yerde var böyleleri, bizim ülkede de” diyorlar, diyorlarmış yani.

düşünüyorum, evet her yerdeler onlar. biz de her yerdeyiz. sorun şu ki, ben, ya da o odadaki herkes, ülkelerin varlığına inanmıyor, ya da sınırların, sadece sınıf savaşına inanıyorlar. yani ben hâlâ sınıflara inanıyorum, sınırlara değil. bahsettiğim sınıf zengin-fakir sınıfı da değil. her yerdeler, her yerdeyiz.

devamını getiremiyorum. çok üzgünüm bunun için. afili bir final sunabilirdim size, ya da o hatunla deli gibi seviştiğimi anlatabilirdim. istedim onu, gerçekten. iyi olabilirdi, hiç konuşmazdık, ama sonra size “seni seviyorum” diyebiliyorken, aynı anda başkalarını da sevebilen insan türlerinden biri olabilirdi o da. olabilir miydi? kim bilir? kime hangi sebepten ötürü ve nasıl güvenebilirsiniz ki? nasıl güvenebiliyor insanlar? gerçekten merak ediyorum. ben de tattım o duyguyu, güven, insana huzur veriyor, gerçekten huzur veriyor. ama istemiyorum artık, gerçekten huzurlu olmak istemiyorum, yeteri kadar açık ve net mi? yoksa işe yaramaz ve boş mu geldi bu serzeniş size? yine kandırabilirsiniz öyle değil mi? bu güce sahipsiniz. her şeye sahipsiniz. ve yine de huzur aradığınızı söylüyorsunuz. size söyledim, ben aramıyorum. ve hangi sebepten dolayı şu altın yiyen pezevenk çocukları ile, veya sizi severken aynı anda zihinlerinde başka herifleri de gezdirebilenler ile farklıyız bilmiyorum.

biri bana yardım etsin.  anskiyeteye karşı kullanılan ve rüya gördürtmeyen zopiklon değil.. biri bana yardım etsin.. imovane değil.. iyi. imovane, amına koyayim! artık rüya görmek istemiyorsan kullanman gereken bir hap. içerisindeki zopiklon denilen madde, sizi derin ve uzun süreli bir uykuya daldırtır ve rüya görmezsiniz. ve rüya görmediğiniz için de uyandığınız gerçeklik daha az canınızı acıtır ya da yanınızda size sarılan bir hollandalı bulursunuz. “sorry” der, ama ikiniz de birbiriniz hakkında tek satır şey bilmezsiniz, olur yani böyle şeyler, ne önemi var? herhangi bir şey hakkında tamamen yanılmış olma ihtimaliniz, her koşulda olasıdır. ve ben eski sevgililerim konusunda yüzde yüz çuvallamış biriyim, “e: hiç biri” diyerek bu sikik hayattan da sıyrılabilirim, veya “f: hepsi” şıkkını seçerek tüm kaltakları da düzebilirim. yani içlerinden birini seçip beraber olabileceğimiz tarzında bir şık yok ortada, anlatabiliyor muyum? o yüzden üzerime gelmeyin. yoksa altın tozunu arttırıp ölmenizi de sağlayabilirim. ve gerçekten biri bunu yapsa, ve televizyonda çorbalarındaki altın miktarının haddinden fazla olması nedeni ile siyanür zehirlenmesi sonucu ölenlerle ilgili bir haber çıkarsa, çok sevineceğimi bilmenizi isterim. biri bunu bir an önce yapmalı. ya da beni öldürün. ben beceremiyorum.


[08.ekim.2005]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder