asistol
izliyorum sadece, duyuyor ve görüyorum,
ağzımdan iplik parçaları sarkmakta. terzilerim sıkı çalışmış..
birinin işe yetişmesi gerekiyor, bir
diğerinin okula.. çalan telefona bakma nezaketini göstermeyen biri, iptali
tuşlayıp cebine atıyor. bir diğerinin, balkondaki çiçekleri sulaması
gerekmekte. biri gazete dağıtıyor motorla, bir diğeri gözlerini açmakta
zorlanırken sigarasını ateşliyor ama kibritle, yeniliğe açık değilim onun gibi
ben de, yaşamımızı kolaylaştıracağı söylenen her şeye karşı itkisel bir tepki
duyuyorum bitkisel hayatta olduğum sanılsa da. bir diğeri sevgilisinin ellerini
tutmakta, bir diğeri boşandığı eşinden arda kalan çocuğunun elini, -tanıyorum
mahallemdeki insanları, o yüzden bu alt bilgi- birinin düşlerimi
gerçekleştirmesi gerekiyor -bu arada, biri odamı toplayabilir mi? bir diğeri,
“acaba sevgilim beni aldatıyor mu” diye paranoyada, “mutsuzum ben” dedi,
“aşığım ve mutsuzum”, ona “dikeni seven gülüne katlanmaz” dedim, “o ne demek
ki” dedi, “bilmem” dedim, “katlanır mı?”
birkaç bin sene önceydi bu, ya da birkaç
sene sonra. sahilde oturuyorduk, ben, zack, esçûmento ve kabil ile beraber.
yapacağını yapmış, kardeşini öldürmüştü o sıralarda kabil, nedeni kıskançlıktı,
ikiz kardeşine aşıktı o, ve değiş tokuşa canı sıkılmıştı, hikayeyi biliyorsunuz
umarım, bu bilinmeyen kısmı, benden öğrenin istedim, her şeyi benden öğrenmiş
olsaydınız cahil kalırdınız, çünkü ben, yaşanan hiçbir şeyden bir şey
öğrenemeyecek kadar kalın kafalıyım. biri bana küçük gösteriyorsun dediğinde,
ama sarhoşken ben, “büyük göstereceğim zamanlar da olur” diye iğrenç bir espri
yapmıştım, romanın içinde ama, büyük roma imparatorluğu? anything, doing, was.
birinin gerçekten servise yetişmesi gerekmekte,
koşuyor resmen, ben oturuyorum, yetiştirilmek istendiğim halde büyümeyi
reddettiğim için terk edildiğim salıncakta, kendi başıma. iki tane anne ayakta
dikilmiş dedikodu yapıyor iki tane çocuk kaydırakta kayarken. yoldan geçenlere
bakıyorum sadece, ve gördüğümü naklediyorum kağıt üzerine. olan biten her şey
bundan ibaret olsaydı, yazmazdım, ya da olan şeylerin biteceğini biri bana
söyleseydi, yine yazmazdım. yazıyorum, çünkü yazınca antreye çıkmış gibi
hissediyorum. aydınlatılmaya ihtiyacım var birkaç konuda. yüzüme tuttuğunuz
fenerin, ardınızdaki karanlığı gizleyemeyeceğini biliyor olmalıydınız. birini
bir şeylere karşı körleştirmeye çalışmakla, ona bazı şeyleri göremezmiş sanki
gibi muamele yapmak arasında fark var, aradaki farkın negatif olduğu durumlarda
küçük sayı mutlu olmak için, odasındaki duvarları mutlak değer çizgileri olarak
düşünmek zorunda, negatif durumlarda renk körü bir bukalemunmuş gibi davranmak
zorunda hissediyorum kendimi, kimsenin göz zevkini bozmak istemem, ama, bana,
“hiçbir derinlik yok yazılarında” diyen lavuk da eline bir mikroskop alıp,
teleskopuma bakmaktan vazgeçmek zorunda..
biri, ankaraya kalkan uçağa yetişmek için
taksi çağırıyor, yirmi dakika sonra bir diğeri uçağı kaçırmak üzere olan
flörtüne (tabir bu) mesaj atma telaşına giriyor. kimsenin beni tanımıyor
olması, benim kimseyi tanımadığım anlamına gelmez. sizin beni görmüyor olmanız,
benim sizi görmediğim anlamına da gelmez. mesaj atıyor, “özleyeceğim” diyor
olabilir belki, ya da bir dakika, diğer tipine atıyor da olabilir mi?
özlemek, çoğu zaman, kalbin asistol
durumuna geçmesine benziyor, iki kalp atışı arasındaki boşluğun aperiyodik
seyretmesi, sizin kardiyolojiye gitmeniz gerektiği anlamına geliyor, ama siz
dört ya da beş ya da altı -hipnotik yemini etmiş- doktoru duymazdan gelip
sigaranıza fondip yapmaya devam ediyorsunuz, sonra dandik bir iş için
onsekizyüzbin tane rapor almanız isteniyor, istenen raporlar kafi gelmediği
için, bir de böyle bir işte çalışıp çalışamayacağınıza dair bir kardiyolog izin
vermeli deniyor, kardiyolog üzerinize kalp ritimlerinizi kaydeden bir cihaz
bağlıyor ve 24 saat sonra görüşürüz diyor, siz o yirmi dört saat içinde yirmi
dört değişik türde beste yapıyorsunuz alete. kalbim iyi bir müzisyen
olabilirdi, eğer sesini duymak için kulağınızı dayasaydınız. kalpler gözlerin
aynasıdır, diye yazıyorsunuz sonra, sigaranızın üzerine, çünkü o an meşale
olabilecek başka bir kağıt parçası yok yanınızda, parkta oturuyorsunuz yani,
aklınıza bu geliyor bunu yazıyorsunuz, hayır o başka bir gün, şu an kağıt var
sigara yok, eskiden olmayan çoğu şeyin şimdi olduğu veya eskiden olan her şeyin
hâlâ olmaya devam ettiği gibi, yığınlar, üst üste biriken tek düzelik, seni
seviyorum, hayır sen yarattığım illüzyonu seviyorsun, sihirbazın numarası açığa
çıkınca bilet satışları azalır. “gerçek, gerçekte olmadığı kadar can sıkıcı”
dedi bana bir şair bozuntusu, yeni şiirinin ilk dizesiymiş bu, “devamı” dedim,
“henüz yazmadım” dedi, “yeni başladım”, kesinlikle ruhunda ritim bozukluğu yok
herifin, bir duyguyu, on günde, parçalar halinde düzebiliyor, ya da? her
neyse.. susalım.. bana, “öykülerinde duygu yok” diyen herife, aynı şeyi,
helikopter resmi göstererek de anlatabilirdim, ki benim de ruhumda bir ritim
bozukluğu yok, üç bin yıldır aynı teraneyi farklı günlerde geveliyorum..
biri size, “sen çok iyi bir insansın”
dediğinde, siz de ona, “sen de çok iyi bir insansın” deyip geçin, “iyi değilim
ya” deyip, gerçekten iyi hissetmediğinizi anlatmaya çalışmanız, ölümcül
sonuçlar doğurabilir.. “kimse beni anlamıyor” dedi bana biri, “ben, kimsenin
anlamadığı şeyler yazıyorum, hangisi daha kötü ki” dedim, romanın içinde ama,
gerçekte değil, eskimiş roman imparatorluğu, kuruçay orası, izmir’de bir
çingene gettosu, konuyu değiştirmemek için kaçındığınız kelimeler işe yaramaz,
biri sizi dinlemek istemiyorsa istemiyordur,
ne kadar pis bir kum torbasıyım diye tabela taşımaktan vazgeçin.. acı,
herkes için geçerli bir olgu. (duygu demedim) mutsuzluk, acıyı
kanıksayamadığınız (sindirmek demedim) anlarda faaliyetine başlar. mutlu olmaya
çalışmaktan vazgeçen biri, kendini, herkese güllük gülistanlık olarak takdim
edebilir, evine girince g harfini k harfi ile takas eder. aslına bakarsanız, (bakmayın) size “ben de
iyi değilim abi” diyen birinin, yanınızda olmaya çalıştığı gerçeğini göz ardı
edip, telefonu yüzüne kapatmak gerekir, çünkü sizi hafife alıyor ve “dışarı
çıkıp bizim gibi hayata katılman gerekiyor” demek istiyordur, “bırak bu mavrayı
yani, herkesin başına gelebilecek şeyler senin de başına geliyor, hiç kimseden
bir farkın yok, mutlu olmayı öğren.” ona, kendinizi mutsuz hissetmediğinizi,
farklı hissetmediğinizi, daha da büyüğü, demokrasiye inanmadığınızı, herkesin
başına gelen şeyin sizin de başınıza gelebiliyor olmasının, sizin de onlar gibi
davranmak zorunda olduğunuz anlamına gelmediğini, yani on kişiden dokuzunun
başına düşen taşa ağlamıyor olması, sizin o taşı sahibinin kafasına çelenk
olarak takdim etme arzunuzu bastırmaya heveslendirmeyeceğini, anlatmak, boşa
bir çabadır. yüzüne kapatın gitsin.. neden yüzüme kapattın? şarjım bitti
demeniz bile gerekmez bu esnada, bi daha şarj etmezsiniz olur biter.. sizi öldü
sanıp arayıp sormazlar, olur biter. yani, her şey olup biter, bu şekilde
yaşarsınız, olup bitmesi bir şeyin, sizin yaşama devam etmeniz için zorunlu bir
koşul değil, koşullu bir zorunluluktur, anlatabiliyor muyum? sistol ve diyastol
arasındaki sirkülasyonunuzu devam ettirmeniz için, “oldu ve bitti” dersiniz
siz, sonra bu dönüp dolaşıp, her nasılsa, (bilmiyorum, biliyor olsaydım yazıyor
olmazdım), dönüp dolaşıp, her nasılsa, ‘oldu da bitti maşallah’a döner,
nakaratınız budur zaten daima, asistol hali görmezden gelirsiniz daima, birinin
aniden ölüvermesi, sizin için ölüvermesi anlamına gelmeyebilir, sizin için
ölüverebileceğini söylemiş olması bile, size, ölü görmenizi istediğiniz bir
tanığınızın cesedini doğum gününüzde hediye olarak verebileceği şeklinde bir
anlamı işgal edebilir, “kardiyak arrest lan bu hâl” desem, tutup o ne demek
diye aranıp taranmazsınız da, ben salıncakta sallanır vaziyette kağıda
harflerden ‘üçüncü dünya’ savaşının (afrikadaki açlar arasında yapılacak)
resmini çizerken, içinizden biri gelip “bilâder, buraya aileler geliyor” der,
haklısınızdır, “haklısın abi” denmesini bekliyorsunuzdur size, “hiç haklı
olmadım, haklandım daha çok” demek isterim, ama zihnimin daima sonraki diyaloğu
konuştuğunu ve “bu nerden çıktı” tepkisini alacağımı bildiğimden, susarım..
evdeyim şimdi. balkonda. yoldan geçen
insanları izlemeye devam ediyorum. terzilerim gerçekten sıkı çalışmış.
konuşamıyorum. içe kapaklanan anlamlar, bilinç dışı bir senkronizasyonun
hezeyanı sadece.. heyecanı mı demeliydim burada? bir editörüm olsaydı, buna
cevap verirdi, hatta benim yerime baş harfleri büyük yapıp, ayrılması gereken
da’ları ayırır, vedaları ova ve yayla gibi göstertirdi okuyucu adını takacağı
insanlara. böylece, gelgitler sonucu gelip giden görüntü sayesinde düşen
reyting patlamasını engellemiş olur, sonuç olarak, yerime atacağı imzalar için,
maskemi takmak zorunda kalabilirdi, isra günlerinde. (bkz: süre 17 ayet 1)
evdeyim. balkonumda. kağıda, harflerden,
asla son bulmayan dünya savaşının resmini çiziyorum. ben hepiniz, siz tek - siz
ben, hepimiz tek. asla, doğru kelimeleri tarif etme inceliğimi kaybedemiyorum,
soldan sağa dönüp yukarıdan aşağıya inerseniz, ve bunu durmadan tekrar
ederseniz, kendinize açtığınız açmazda, zırvalamaya devam edebilirsiniz..
(nasıl yazabilirim, diyen teyzeye cevaben)
“senin gibi yazmak isterdim” dedi bana
biri, ben de ona “ben de senin gibi yazmamak isterdim” dedim, yani o yazamıyor
değil yazmıyordu, ben de aynen onun gibi, yazmamış olmayı istiyordum,
söyleyecek hiçbir şeyimin olmamasını, iplikleriniz canımı yakıyor artık
gerçekten. bazen insanlar, ağzınızdaki baklayı sakız sanabilir. bazen insanlar
gerçekten her şeyi sadece “sanıyor” olabileceklerini unutarak, sizi, emin olduğunuz
şeylerden şüphe etmek zorunda bırakabilir.
bilim adamı olsaydım, sistol ve diyastol
arasında bir mola vermeyi sağlayan cihaz icat ederdim. bilim adamı olsaydım,
bir mühendis ya da, profesör, filozof, peygamber, uçan kaplumbağa ya da, yada
onlar gibi bir şeyler, iğneden iplik geçirme makinesi icat ederdim, perdeleri
otomatik takan makine, bağcığı çözülmeyen ayakkabı (bağcıksız değil), kanı
kurumayan insan yaratırdım tanrı olsaydım, ilk darbede ölsün keratalar. tanrı
olsaydım, hiçbir şey yaratmazdım. bazıları insan olduğu için tanrıyı
yarattıklarını zannediyorlar, bazıları sadece zannettikleri şeyler üzerinden
yaşıyorlar, bazıları da sadece zannettikleri şeyler yüzünden ölmekte, bazıları
her şeyden emin olduğu halde hiçbir şey bilmiyormuş numarasına yatmayı tercih
ediyor, bu, kendi için değil diğerlerinin huzuru kaçmasın diye, bazıları
bazılarının bu tercihini fark edemeyip, aptal ve çakal oyununu oynamayı
sürdürüyor, bazıları yoldan geçmeye devam etmekte, tek bir kare yüzden on
metrekarelik fotoğraf çekiyorum zihnimde, herif önünde yürüyen hatunun
bacaklarına bakıyor ben herifin yüzüne, beni fark edince telaşa kapılıp hatunun
yanından geçiveriyor hızlı adımlarla, sokağın başından beri ritimleri aynıydı,
annem çağırıyor, uyu işe gideceksin diyerek, sokakta bir çocuk bisikleti ile
yokuş çıkıyor, bir diğer çocuk bisikleti taşıyor yokuş yukarı, bir çocuğum
olsaydı ona çalışmak zorunda kalmayacağı bir hayat verebilmek isterdim diye
düşünüyorum, kalp ritmim tekleme riskini elden bırakmadan melodisine devam ediyor,
halüsinasyonetik biri de iteklemeyle çalışan bisikletini elden bırakıp düşüyor.
saçmalıyorum sadece yok bir anlamı hiçbir şeyin her şekilde, böyle düşünmek
herkesin ruh sağlığı için, en doğru seçim deyip, uyanıyorum. uyuyunca işe
gider, uyanıp eve gelirim. servisten her inişinde bir karakterimin söylediği
gibi: biraz da yaşayalım. terzilerim gerçekten ama gerçekten sıkı çalışmış.
23.mart.2012
asistol adlı yazıma ithafen
bazen
zordur
içinizden geçeni
dışınıza taşımak
zordur sadece
canınız acırdı
söyleyebilseydiniz
ve söylediğiniz kişinin
canı acımasın diye
susarsınız
susarsınız
susarsınız
ta ki
içinizdeki ormanın
kuşları
ağaçlarınızı
kemirene dek
ve çöle dönen tabloda
gördüğünüzü söyledikleri
seraplar
aslında başkalarının
gördüğü tüm hayaller içinde
tek gerçeklerdir
ve o gerçekler
sizi
paranoyada kalmaya zorlayan
tüm dünya tarafından
yalanlanır
yalanlanır
yalanlanır
ta ki
realitik sanrılarınızın
karın ağrılarınıza
deva olamayacağı
ana dek
ardından
işte böyle
asistol adlı
yazı gibi
asıl anlaması gerekenlerin
“çok iyi yazmışsın “dediği
ama aslında
tam üzerlerine göre olan elbiseleri
kelimeleri ya da
terzileri
çıplak bırakabildikleri
vurdum duymazlıklarına
devam edecekleri
yazılar yazarsın
çünkü
gerçekte olan biteni
olduğu gibi anlattığında da
gördükleri kendilerini
ürettiğin bir masal kahramanı sanıp
hayran oldular
yüzlerine sövüp
haksız çıkarıldın
kapıdan kovup
bacayı tıkayınca
dışarda buldun kendini
evini çaldılar
zihninden
deli olduğunu söylediğinde
iyileştirmeye çalıştılar
iyiyim dediğindeyse
koydukları tanı
olanın aksineydi
olduğun gibi göründün
göründüğün gibi çıkmadığın söylendi
gördüğün gibi konuştun
hayal görüyorsun dendi
hayallerini anlattın
fazla idealist bulundun
hayal kurmuyorum dedin
depresyondasın ondandır
bir şeyler kurmaya çalışıyorum
kurulu olanı bozma
bugünlük saat kurmasak olur mu?
işe geç kalırsın
bi iş peşindeyim
arkandayız girdo
arkamı dönemiyorum
sağın solun sobe
13aralık2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder