23 Ağustos 2015

sonraki durak

sonraki durak

aslında bu yazıyı yazmamam gerekiyor, ya da senin okumaman. ama başka çaremiz yok moruk. ben yazarım, sen okursun. olay bundan ibaret zaten. yıllardır. tepki vermezsin. sonunu bile getiremezsin hatta. ama ben anlatmak zorundayım. çünkü başka bir şansım yok. anlıyor musun? tabii ki hayır.. nerden bilebilirsin ki. es geçelim. es geçip devam edelim, anlamları ve hissiyatı. yo hayır. anlamları es geçebilirim aslında. hep yaptığım gibi yani. ama hissiyati asla. anlamın mantığa ihtiyacı vardır çünkü. ama hissiyat öyle değil. onun kelimelere bile ihtiyacı yoktur. hisler saftır. ve kelimelere dökmeye çalıştığınız anda zorluklarla karşılaşırsınız. usta bir yazar dışında hiç kimse, anı kelimelerle tarif edemez. pekala, olmasam da deneyelim..

karşımdaki adam tanrıdan bahsediyor. ona göre adı allah. bana göre var olan bir şey işte. o yani. var. adam değil. adamın bahsettiği şey. ve bana anlatıyor. kalpten bahsediyor. kalbin temizliğinden. ve şems’ten alıntılar yapıyor. birkaç dize okuyor. dünya geçici gençler diyor bize. ben ve ozana. diyebilir. onu tutan yok. çay ocağındaki garson yapıyor bunu. yapabilir. garson olduğu için onun aşağıda göremezsiniz. hiç kimsenin yaptığı işten ötürü zihninde dönen dolapları bilemezsiniz. adam donanımlı. din konusunda evet öyle. ama biz az sonra bira içicez. en azından ben içicem. yanımdaki arkadaşımı bilemem. o, bu din içerikli sohbet sonrası namaza da başlayabilir. ben başlamam. daha önce başlamıştım çünkü. ve ondan yani önünde eğildiğim güçten ne cennet ne de cehennem bekliyordum. saf ibadet. dua bile etmiyordum hatta. hiçbir şey beklemiyor, sadece ona inanıyordum. onun beni kurtaracağını. kurtardığını ya da. çünkü yıllar içinde verdiğim mücadeleden arınmıştım. islamic bir anlamda zen noktasındaydım. tek bir an, acı içinde kıvrandığım bir gece, ayılmama neden olan dinamatin fitilini yakmıştı. ona, yani tanrıya, ya da allaha, ya da taoya, ya da adı her ne ise, yakarmıştım, ertesi gün cevap verdi. benim için de bir eş yaratmadın mı dedim, gecenin yarısı, yalnızlıktan ve kıskançlıktan kıvranırken, yalnızlığın şikayetname olabilmesi için  biraz da kıskançlık gerekir çünkü, her neyse, ertesi gün bana bir sevgili gönderdi ve tanrının benimle alay ettiğini anlamam altı ay sürdü.  eş yerine bela gönderdiğini fark etmem yani. defalarca aldatılmıştım. tek dua, tek isyana dönüştü. allah ile aldatmaktan daha kötüsü allah tarafından aldatılmaktır. ve sonra, şu bizim çaycı, tanrısının sevgili kulu, tüm içtenliği ile, içtenliğinden şüphe etmiyorum, bize biraz din anlattı. arkadaşımla bana. olabilir. ardından biz, onca telkine rağmen bira içmeye gittik. çünkü her şeye karşı inancımı kaybetmiştim, anlatabiliyor muyum? bizim çaycı bana eskiden günde beş kere intihar etmeyi düşünüyordum derken, ben her gün intihar ediyor, her sabah gözlerimi ölü bir bedende açıyordum, hafta sonları hariç. hafta sonları iyiydi. iş yoktu çünkü. çünkü arkadaşlar vardı. sayıları oldukça az olan birkaç iyi dost. işyerinde hiç konuşmuyorken arkadaşlar arasında çenem düşüyordu. işçileri sevmiyordum. çoğu korkak ve ikiyüzlüydü. patrona karşı bir ayaklanmada sizi safdışı bırakırlardı ve bu bilgisiz ve cahil olmalarından kaynaklanmıyordu. isyan, birkaç kelime marx ya da bakunin okuyarak doğmaz. doğuştan gelir. musa gelmeden önce firavuna ya da muhammed gelmeden önce ebu lehebe baş kaldırmayı gerektirir, isyan. üstelik sonucunda bir cennet kazanacağınızı bile bilmeniz gerekmez. şehit olma umudu ile kurşunlara yatmaktan daha erdemlidir o yüzden, terörist damgası yiyerek ölmek. gerçi vatanı kurtarmak ile başka bir vatan kurmak arasında bir fark yoktur. her ikisi de aptalca.. ve tüm bunları düşünürken ben, adam, yani bizim çaycı, bize şemsden alıntılar yapmaya devam ediyordu. bense diğer bir arkadaşım gelse de bira içmeye gitsek diye düşünmeye devam ediyordum.. her neyse, ardından. yani çok çok sonra.. beş bira kadar sonra.. yola çıktık.. yolda, yani izbanda. izmirin hızlı treninde, dört kız bir erkek gördüm. yanı başımdaydılar. ayakta. ben de ayaktaydım. ve yalnızdım. anlatabilir muyum? onlar ise bir arkadaş grubuydu. dört kızdan biri, tek erkeğin sevgilisi idi.. kıskançlık mı bilmiyorum, ama herifi öldürmeyi düşündüm. yo hayır. kıskançlık değil. ihanetin kokusunu almıştım.. insanları iyi tanırım. tek bir kare yeterli. göz göze gelmek. hepsi bu. ve sonra, yani bir süre sonra, herifin, hatunun bir arkadaşına yavşadığını hissettim. his sadece, ve bunun için kelimelere gerek olmadığını söylemiştim. ardından. yani bir süre sonra, izbandan iniyorduk, hani şu hızlı tren, merdivende herifin arkada kalıp, sevgilisinden arkada demek istiyorum, az yanımda, diğer hatuna, “çimlerde sürekli seni kolladım, çantanı çalıcaklardı, şişe toplayanlar ya da para isteyen tipler” dediğini duydum. hatun, “teşekkür ederim” dedi. herif, “senin durağında inip, seni eve bırakayım istersen” dedi, “zaten benden bir durak sonra iniyorsun.” hatun, “ olmaz kendim giderim” dedi. herif “benim içinde sorun olmaz” dedi. sonrasını bilmiyorum ve bazı aşırı entel ve aşırı derece kalibrasyona ihtiyaç duyan antenlere sahip olanlar her şeyi normal karşılayabilir. ama ben biliyorum. gerçeğin hangi şekillerde ve kaç renk taşıyarak geldiğini gördüm. hem de defalarca. gökkuşağı bile yetersiz kalır bu anlamda. sonra aynı durağa yürüdük. sevgilisi olan hatun, önce gelen başka bir otobüse bindi. biz üçümüz aynı otobüse. sonra ben indim. onlardan önce yani. sonrasını bilmiyorum. ve yürürken, eve doğru, alkol ve bilinçaltım beni tanrım demeye itti. tanrım dedim.. dışımdan dedim bunu. yol boştu. dışımdan konuşa konuşa eve gittim. çaycı cennetlikti. öyle düşünüyordu. saf bir güzelliğe sahip olan hatun, sevgilisinden habersiz başka bir otobüsle evine gidiyordu. ve ben henüz seri katil olmama zaman olduğu için, evime gidiyordum. uyuyacak, uyanacak ve işe gidecektim. iş yerinde, salak muhabbetlere tahammül sınırlarımı zorlayarak yıllarımı tüketicek, ve aldatma lüksüne bile sahip olamayacağım hatunların beni başkaları ile aldatması ile hayatımı tüketecektim.. isyan etmenin anlamı yoktu. hiçbir şeyin anlamı yoktu. daha önce akıl hastanesine girmiştim.. ve her gün, keşke oradan çıkmasaydım, ve anlama, mantığa, kucak açmasaydım diye düşüneceğim.. çünkü halüsinasyonlar, teninizi tırmalasa da, sizden bir şeydir, içeriden, çok içeriden gelir, canınızı acıtmaz. insanların yüzlerini okuyarak ve sonunda haklı çıkarak zaman kaybetmezsiniz.. bu yüzden sevmiyorum dışarısını. ve param olsaydı, evden dışarı adımımı atmaz, birkaç iyi dostu da evimde ağırlardım. yazmasam da olur, yeterki kelimelere dökmek zorunda kalmayacağım hislere gebe kalmayayım.. tanrı mı? çaycı için, onu kurtaracak bir süper kahraman olabilir, benim için, dua limitimi aşan şakacı bir dilsiz sadece.  sadece kendisinin güldüğü şakalar yapan bir dilsiz.


23.8.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder